Hoşgeldin, Ziyaretçi
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.

Kullanıcı Adınız:
  

Şifreniz:
  





Forumda Ara

(Gelişmiş Arama)

Forum İstatistikleri
» Toplam Üyeler: 60
» Son Üye: Eren
» Toplam Konular: 2,852
» Toplam Yorumlar: 3,307

Detaylı İstatistikler

Son Yorumlar
Ekrem İmamoğlu aslında ki...
Forum: Sosyal Medya
Son Yorum: eniyisi
06-09-2022, 05:03 AM
» Yorumlar: 1
» Okunma: 478
Ahmet Aslan, Mehmet Akbaş...
Forum: İndir
Son Yorum: CanCana
10-04-2019, 09:03 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 358
Kutsal Evcimen & Tolga Sa...
Forum: Videolar
Son Yorum: CanCana
10-04-2019, 08:57 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 353
Bozkır’dan Yıldızlar Geçi...
Forum: İndir
Son Yorum: CanCana
06-23-2019, 11:12 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 419
Aleviler Kılıçdaroğlu'na ...
Forum: Beyin Fırtınası
Son Yorum: CanCana
06-23-2019, 11:08 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 435
Aslında Seçim Sonuçlarını...
Forum: Beyin Fırtınası
Son Yorum: CanCana
06-23-2019, 07:48 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 438
Kılıçdaroğlu doğru insanı...
Forum: Beyin Fırtınası
Son Yorum: CanCana
06-23-2019, 07:40 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 436
Ekrem İmamoğlu İstanbul s...
Forum: Manşet Haber
Son Yorum: CanCana
06-23-2019, 07:36 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 435
Trabzon'a Pontus diyen ve...
Forum: Sosyal Medya
Son Yorum: CanCana
06-08-2019, 12:47 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 431
Yasin Keleş & Neşet Ertaş...
Forum: İndir
Son Yorum: CanCana
06-07-2019, 07:28 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 448
Kabe benim ben insanım - ...
Forum: Video Klip
Son Yorum: CanCana
06-07-2019, 07:21 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 485
Bolu Belediye Başkanı Tan...
Forum: Sosyal Medya
Son Yorum: CanCana
06-07-2019, 07:18 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 459
Karadenizli Gençlerin Her...
Forum: Sosyal Medya
Son Yorum: CanCana
06-07-2019, 07:16 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 457
Recep Tayyip Erdoğan'ın t...
Forum: Sosyal Medya
Son Yorum: CanCana
06-07-2019, 07:13 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 460
Ekrem İmamoğlu'na şarkı
Forum: Sosyal Medya
Son Yorum: CanCana
06-07-2019, 07:12 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 454
Ben anlatıyorum sende anl...
Forum: Sosyal Medya
Son Yorum: CanCana
06-07-2019, 07:10 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 374
Bir şey bulamıyorlar Ekre...
Forum: Manşet Haber
Son Yorum: CanCana
06-07-2019, 06:59 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 395
Binali Yıldırım tekrar ed...
Forum: Manşet Haber
Son Yorum: CanCana
06-07-2019, 06:57 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 372
Erdal Erzincan'dan Ekrem ...
Forum: Video Klip
Son Yorum: Pervane
05-12-2019, 09:57 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 412
Gazeteci Ali Tarakçı: Cum...
Forum: Manşet Haber
Son Yorum: Pervane
05-12-2019, 09:56 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 666
Star yazarı: Başı ağrıdığ...
Forum: Manşet Haber
Son Yorum: Pervane
05-12-2019, 09:55 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 430
Dersim Katliamı ile ilgil...
Forum: Alevilik Tarihi
Son Yorum: Pervane
05-12-2019, 01:25 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 430
AA’ya karşı: İmamoğlu açı...
Forum: Manşet Haber
Son Yorum: Pervane
05-12-2019, 01:22 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 377
‘Alevilik başından sonuna...
Forum: Alevi Haber
Son Yorum: Pervane
05-12-2019, 01:21 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 394
ABF İnanç Kurulu: Alevi İ...
Forum: Alevi Haber
Son Yorum: Pervane
05-12-2019, 01:20 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 357
Sivas Katliamı’nın firari...
Forum: Alevi Haber
Son Yorum: Pervane
05-12-2019, 01:20 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 388
Ege - Mustafa Kemal'in As...
Forum: İndir
Son Yorum: Pervane
05-12-2019, 01:11 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 376
Aşık Veysel - Bana da Ban...
Forum: İndir
Son Yorum: Pervane
05-12-2019, 01:10 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 463
Ali Sizer - Çira (2019) F...
Forum: İndir
Son Yorum: Pervane
05-12-2019, 01:09 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 372
Fazıl Say & Plays Say - T...
Forum: İndir
Son Yorum: Pervane
05-12-2019, 01:08 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 322
Çeşitli Sanatçılar - Yol ...
Forum: İndir
Son Yorum: Pervane
05-12-2019, 01:00 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 353
#İZLE! Zer Filmi İndir
Forum: Alevi Sinema
Son Yorum: Pervane
05-12-2019, 12:44 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 351
23 Haziran'da İstanbul Bü...
Forum: Beyin Fırtınası
Son Yorum: CanCana
05-11-2019, 11:56 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 360
Vatandaşa cart curt yok
Forum: Beyin Fırtınası
Son Yorum: CanCana
05-11-2019, 11:53 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 336
Bahçeli AHaber mi izliyor...
Forum: Beyin Fırtınası
Son Yorum: CanCana
05-11-2019, 11:50 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 368
Ozan Ali Cemdalı – Sivas’...
Forum: İndir
Son Yorum: Pervane
05-10-2019, 10:54 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 362
Sevcan Orhan – İçimden Ge...
Forum: İndir
Son Yorum: Pervane
05-10-2019, 10:53 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 312
Dodan – Oğul (2019) Singl...
Forum: İndir
Son Yorum: Pervane
05-10-2019, 10:52 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 296
Muharrem Aslan – İklimsiz...
Forum: İndir
Son Yorum: Pervane
05-10-2019, 10:51 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 265
Ali Rıza Yüksel – Şu Beni...
Forum: İndir
Son Yorum: Pervane
05-10-2019, 10:51 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 249

 
  Alevilik Nasıl Doğdu?
Yazar: Pervane - 08-17-2018, 10:04 PM - Forum: Alevilik Tarihi - Yorum Yok

ali-2.jpg

Aleviliğin kökeni genel olarak Hz. Muhammed’in vefatı sonrasında yaşanan gelişmelere dayanmaktadır. Ancak Anadolu Aleviliği ele alınırken islamöncesi ve sonrası birçok farklı dinsel ve kültürel unsuru da gözden kaçırmamak gerekmektedir.Önce Aleviliğin doğuşuna yolaçan gelişmeleri görelim:

Hz. Muhammed’in vefatı sonrasında ortaya çıkan kimin halife olacağı sorunu, Alevi-sünni meselesinin ilk tohumlarını atmıştır. Hz. Muhammed daha sağlığında birçok kez Hz. Ali’nin halefi olacağını vurgulamıştı. Hz. Muhammed’in soyu, kızı Hz. Fatıma’yı eş olarak verdiği Hz. Ali’den devam etmişti.Hz. Muhammed Mekke’ye Hicret ettiği zaman da ailesine ve işlerine bakmak üzere Hz. Ali’yi yerine bırakmıştı. Üstelik Peygamber Hz. Ali’nin katıldığı hemen hemen bütün savaşlarda onu komutan olarak atamıştır.

Bilindiği üzere Hz. Muhammed Veda Haccı dönüşünde (632) Gadîru Hum adlı yerde beraberindeki müslümanlarla konaklayarak bir konuşma yapmış ve bu konuşmasında kendisinden sonra amcasıoğlu ve damadı Hz. Ali’nin müslümanlara önder yani halife tayin olduğunu ifade etmişti. Orada aralarında İkinci Halife Ömer’in de bulunduğu müslümanlar bundan dolayı Hz. Ali’yi kutlamışlardı.

Ölmeden önce Hz. Muhammed “Bana bir kalem ve kağıt getirin size bir vasiyet yazdırayım ki, benden sonra ihtilafa düşmeyesiniz.” demiş ancak bu isteği yerine getirilmemiş ve Peygamber vasiyetini yazamadan vefat etmişti. Daha sonra Hz. Ali ve diğer aile üyeleri Peygamberin defin işleriyle uğraşırken, Ebu Bekir ve Ömer’in de aralarında bulunduğu ensar ve muhacirin ileri gelenleri iktidar kavgasına başlamışlardı bile. Bu iktidar mücadelesi Ebu Bekir’in halife olması ile sonuçlanmış, daha sonra sırasıyle Ömer ve Osman halife olmuşlardır. Sonuç olarak bu üç kişinin halifelikleri, deyim yerindeyse Peygamberin Ehli Beytine rağmen gerçekleşmiş, bu nedenle yüzyıllardır tartışılagelmiştir. Hz. Ali ve Hz. Fatıma bu halifelikleri onaylamamakla birlikte, iktidar uğruna gerginlik yaratmaktan da kaçınmışlar, bu haksızlığı sineye çekmeyi uygun görmüşlerdir.

Alevi-Sünni meselesinin ilk çıkışı özetlemeğe çalıştığımız bu halifelik meselesine dayanır. Ehli Beytin başına gelenler ve bunlardan en önemlisi Kerbela Olayı ise Aleviliğin siyasal ve düşünsel bakımlardan daha da olgunlaşmasına ve Araplar dışındaki diğer uluslar arasında da yayılmasına neden olmuştur.Şimdi bu gelişmeleri görelim:

Osman’ın halifelik dönemi (644-656), daha önce tohumları ekilmiş bulunan bölünmelerin, problemlerin su yüzüne çıktığı bir dönem olmuştur. Halife Osman’ın yönetiminde akrabalarına, yani Emevi ailesine gösterdiği aşırı yakınlık ve valiliklere onları tayin etmesi ve diğer suistimaller ona karşı Irak, Mısır, Hicaz ve Surite’de yoğun bir hoşnutsuzluk duyulmasına yolaçmıştır. Valileri halka kötü davranıyor olmalarına rağmen onları koruyucu bir tutum takınmış, sonuçta Mısır, Basra ve Kûfe’den yola çıkan gruplar Halife Osman’ın evini kuşatarak onu öldürmüşlerdir.(656)

Üçüncü Halife Osman’ın öldürülmesi sonrası Hz. Ali halifeliği sahabenin ısrarları üzerine kabul etmiştir. Hz. Ali iç karışıklıkların çok yoğun olduğu bir dönemde ve bu karışıklıkları sonlandırmak amacıyla halifelik görevini kabul etmiştir. Daha önce Osman’ın aleyhinde bulunmuş olan Hz. Muhammed’in eşlerinden Ayşe, Talha ve Zübeyr, Hz. Ali’nin halife olması sonrasında onu Osman’ın ölümünden sorumlu tutarak Cemel savaşına yolaçmışlardır. Cemel Savaşı Hz. Ali’nin galibiyetiyle sonuçlanmıştır. Hz. Ali bu olaydan sonra Şam’da hüküm sürmekte olan ve kendisine biat etmeyi reddeden Şam Valisi Muaviye sorununun çözümüne girişti. Muaviye, Hz. Ali’yi Osman’ın ölümünden sorumlu tutuyor ve Şam’da bunun propagandasını yapıyordu. Hz. Ali’nin uyarıları sonuçsuz kalınca Hz. Ali ve Muaviye Orduları arasında Sıffin Savaşı (657) başlamış oldu. Hz. Ali’nin ordusu savaşı kazanmak üzereyken, Muaviye’nin yakın adamı Amr İbn-ül As’ın, askerlerin mızraklarının ucuna Kuran sayfalarını bağlatarak “Allahın kitabı sizinle bizim aramızda hakem olsun.” diye bağırtması sonucu Hz. Ali’nin ordusu saldırıyı durdurdu. Bu şekilde Amr’ın hilesi işe yaramış ve iki taraftan hakemler seçilmiş, bir sonuca ulaşılamamıştır. Burada Hz. Ali’nin ordusundan ayrılan bir grup da Hariciler adını almışlardır. Böylece müslümanlar Hz. Ali yandaşları, Muaviye yandaşları ve Hariciler olmak üzere üçe bölünmüş oluyorlardı. Hz. Ali vefatından önce Haricilere yönelik askeri bir harekat düzenlemiş, önemli bir bölümünü yok etmişti. 24 Ocak 661’de ise Hz. Ali, İbn Mülcem adlı bir harici tarafından uğradığı saldırı sonucunda şehid olmuştur.

Bu şekilde Emevi hükümdarı Muaviye iktidara yönelik siyasal amaçlarını ne pahasına olursa olsun elde etmeye uğraşmış, Sıffin’de Hz. Ali’ye yenileceğini anlayınca hileye başvurmuş ve Hz. Ali’nin vefatı ile Emevi saltanatını kurma amacına ulaşmıştır. Hz. Ali’nin vefatı sonrası Şam ve Mısır dışında bütün eyaletler Hz. Hasan’a biat etmişlerdi. Muaviye kendi iktidarı için tehlikeli saydığı Hz. Hasan’ı zehirletmekten de çekinmedi. Muaviye, Ehli Beyte ve Hz. Ali yandaşlarına her türlü eziyeti yaptırmış, camilerde Hz. Ali’ye lanet okutmuş ve kendisinden sonra oğlu Yezid’in halife olmasını sağlamak yoluna gitmişti. Hz. Hasan’ın zehirletilmesiyle Yezid’in önünde en büyük engel olarak Hz. Hüseyin bulunmaktaydı.

Yezid ilk iş olarak Medine Valisi ve akrabası Velid’e bir mektup yazarak, özellikle Hz. Hüseyin’in muhakkak kendisine uymasının sağlanmasını, bunu reddederse öldürülmesini emrediyordu. Doğal olarak Hz. Hüseyin’in Yezid gibi bir zalime itaat etmesi mümkün değildi. Hz. Hüseyin, Muhammed Hanefi’nin de tavsiyesiyle 4 Mayıs 680 gecesi, bütün aile fertlerini yanına alarak Mekke’ye gitti. Ayrıca, Hz. Hüseyin’in Yezid’e biat etmediğini ve Mekke’ye gittiğini öğrenen Kûfeliler de Hz. Hüseyin’e elçiler göndererek Kûfe’ye davet ile kendisini halife olarak tanıyacaklarını bildirdiler. Bunun üzerine Hz. Hüseyin amcaoğlu Müslim’i uygun bir ortam sağlamak için Kûfe’ye gönderdiyse de Müslim Yezid’in adamlarınca yakalanarak idam edildi. Hz. Hüseyin Mekke’den Kûfe’ye doğru yola çıktığı sırada Müslim öldürülmüştü.

Hz. Hüseyin ve beraberindekiler Kerbela’ya geldiklerinde hem susuz bırakılmış, hem de binlerce kişilik ordu tarafından sarılmış durumdaydılar. Yezid’in Kûfe valisi Ubeydullah, Hz. Hüseyin’in geri dönmek, Yezid’le görüşmek veya islam sınırlarından birine gitmek isteklerinden hiçbirini kabul etmedi. Esasen onun görevi Yezid’in emrini yerine getirmek, yani Hz. Hüseyin’i öldürmekti. Çünkü biliyordu ki Hz. Hüseyin yaşadığı sürece efendisi Yezid’e rahat yoktu. Sözde müslümanlardan oluşan koskoca bir ordu iktidar uğruna kendi dinlerini kuran Peygamberin torununu ve ailesini katletmeye kararlıydı.

Nihayet 10 Ekim 680 (Hicri 10 Muharrem 61) günü Hz. Hüseyin son hazırlıklarını yaptı ve Yezid’in ordusuna yaklaşarak hitab etmek istediyse de, bu anlamlı konuşma Yezid’in ordusunu pek etkilemedi. Çok dengesiz bir şekilde başlayan savaşta Hz. Hüseyin’in 23 süvari ve 40 piyadeden oluşan savaşçıları öğleden sonraya gelindiğinde gittikçe azalmış bulunuyordu. Hz. Hüseyin de bu az sayıda insanla yaya olarak savaşıyordu. Sonunda Şimr’in emriyle her yandan hücum edilerek Hz. Hüseyin şehid edildi.Sonra çadırlar yağma edildi, hasta olan İmam Zeynel Abidin de öldürülmek istendiyse de engellendi. Bu çirkin savaşın en küçük kurbanı ise daha altı aylık bir bebek olan Hz. Hüseyin’in oğlu Ali Asgar’dı. Hz. Hüseyin tarafında şehid olanlar yetmiş iki kişi idi.

Kerbela olayı yüzyıllara damgasını vurmuş bir tarihsel olaydır. Bu olay o zamanki müslüman memleketleri halklarını o kadar etkiledi ki Emevi saltanatı kökünden sarsıldı. Kerbela Olayı İran ve Hicaz’da duyulunca halkta Emevilere karşı büyük bir kin oluştu ve isyan hareketleri başgösterdi. Yezid’in Mekke ve Medine’ye saldırması ise bardağı taşıran son damla oldu. Özet olarak , camilerde Hz. Ali’ye küfür ettirilmesi, önce Hz Hasan’ın daha sonra da Hz. Hüseyin ve ailesinin ki Peygamberin soyu onlardan devam ediyordu, acımasızca öldürülmeleri, Emevi Hanedanına karşı muhalif bir düşünsel ve siyasal temeli olan bir harekete yolaçtı. Bu harekete Hz.Ali yandaşlığı veya Alevilik demek mümkündür.

Prof. Dr. Ali Yaman

Bu konuyu yazdır

  Aleviliğin İnanç Kaynakları
Yazar: Pervane - 08-17-2018, 09:59 PM - Forum: İnanç ve İbadetlerimiz - Yorum Yok

fft64_mf1344695.Jpeg

Aleviliğin İnanç Kaynakları

Aleviliğin inanç ve ibadet esaslarını görmeden önce, bu esasların günümüze hangi şekillerde ulaştığına değinmek gerekir.Alevilik günümüze sözlü ve yazılı olmak üzere iki kaynaktan ulaşmıştır. Sözlü gelenek nesilden nesile aktarılan bilgi ve uygulamalar ve Dedelerin günümüze ulaştırdığı bilgiler şeklinde günümüze ulaşmıştır. Sünni kitlelerin aksine eğitim kurumlarından yoksun kalan Aleviler inanç, gelenek ve kültürlerini daha çok bu yolla günümüze ulaştırmışlardır. Çevreyi temsil eden ve göçebe/ yarı göçebe kitlelerin oluşturduğu bu gruplar, resmi din anlayışına karşı bir dinsel anlayışı, yani heterodoksiyi temsil ediyorlar, toplumsal yapıları itibariyle, sünnî çevrelerin aksine, eğitim ve kültür kurumlarından yoksun bulunuyorlardı. Bektaşî dergâhlarında ise belli bir organizasyon bulunmaktaydı. Bu dergâhlarda bulunan bektaşî dervişleri ve onların nüfuzundaki kitleler, Ocakzade dedelerin faaliyette bulundukları kitlelerle kıyaslanmayacak ölçüde kurumlaşmış idiler. Bu durumu arşiv belgelerinden rahatlıkla görebiliyoruz. Ocakzade dedelerin faaliyette bulunduğu yerlerde yaşayan kitleler Bektaşî dergâhlarından daha farklı bir organizasyona tabi bulunmaktaydılar. Bu kitleler arasında, bilgiler, yazılı olmayan yani sözlü geleneğe dayalı bir şekilde nesilden nesile aktarılıyordu. Merkezi iktidarların bu kitleler üzerindeki baskısı ve zaman zaman gerçekleşen sürgünlerin yarattığı olumsuzluklar bu kitlelerin yaşamlarının her alanına yansımış, örneğin cem ayinleri büyük bir temkinle ve gizlilik içerisinde yapılır olmuştur.
Alevi Yol ve Erkânının günümüze ulaşmasının ikinci kaynağı ise yazılı kaynaklardır. Ancak bu kitlelerin sosyal yaşamlarının doğal bir sonucu olarak, sahip oldukları yazılı eserler de oldukça sınırlıdır. Alevî köylerinde yaptığımız araştırmalarda, daha çok dede evlerinde nefeslerin ve deyişlerin yer aldığı kitaplar (Cönkler), Menakıb-ı İmam Cafer-i Sadık, Hutbe-i Düvaz-deh İmam/Menakıb-ı Seyyid Safi, “Küçük Buyruk” olarak da bilinen “Dergah-ı Ali’de Seyyid Abdülbaki Efendi’nin Erenlere Muhib olan Temiz İnançlı Müminlere Gönderdiği Mektup” başlıklı bir kitapçık, Makalat-ı Hacı Bektaş-ı Veli ve Vilayet-name adlı el yazması (Osmanlıca) eserlerin varolduğunu biliyoruz. Oysa sünnî kesimler yüzyıllara yayılan zaman sürecinde medreseler ve şeyh-mürid ilişkisi çerçevesinde birçok eğitim kurumlarına sahip olmuş, bu şekilde yüzlerce eser kaleme alınmıştır. Bektaşi dergâhları eğitim faaliyetleri ve araçları bakımından da, ocakzade dedelere bağlı Alevilerle kıyaslanmayacak ölçüde kurumsallaşmış idiler.Dergahlarda yüzlerce cilt eser bulunurken Alevi köylerinde sadece Dede evlerinde elyazması kitaplar bulunurdu.
Aleviler’de İnanç Anlayışı
Alevilerde inanç ve ibadet anlayışının kendine özgü yönleri bulunmaktadır. Bu anlayışın temeli biçimden çok özü esas almasına dayanır. Biçimsel anlamda ibadetin bir araç, olgun insan olmanın ise esas amaç olduğu kabul edildiğinden cemlere katılmak, oruç tutmak yetmez. Eline, diline, beline bağlı olmayan, en kutsal varlık olan insanı sevmeyen, olgunlaşmamış insanların ibadetleri de boşunadır. Bu kişiler Cem törenlerine alınmadıkları gibi toplumdan da dışlanırlar.Alevi inancının temeli Hak-Muhammed-Ali sevgisine dayanır.
Hz. Ali, Ehl-i Beyt ve Oniki İmam Sevgisi
Bilindiği üzere Alevilik Hz. Ali, Ehl-i Beyt ve Oniki İmam sevgisine dayanır. Ehl-i Beyt sözcük olarak ev halkı demektir. Ev halkı yani Ehl-i Beyt Hz. Muhammed, Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’den oluşmaktadır. Ehl-i Beyt halk arasında Pençe-i Al-i Abâ olarak da adlandırılır.
Oniki İmamlar, Alevilerin Hz. Muhammed’den sonra önder olarak tanıdıkları Hz. Ali ile Hz. Fatıma’nın soyundan gelen kişilerdir.Oniki İmamların adları sırasıyla şöyledir:
İmam Ali
İmam Hasan
İmam Hüseyin
İmam Zeynel Abidin
İmam Muhammed Bakır
İmam Cafer Sadık
İmam Musa Kazım
İmam Ali Rıza
İmam Muhammed Taki
İmam Ali Naki
İmam Hasan Askeri
İmam Mehdi

Alevilere göre müslümanlar Hz. Muhammed’den sonra 73 fırkaya ayrılacaklar ve Ehl-i Beytin, Oniki İmamların yolundan gidenlerin dışındakiler cehenneme gideceklerdir. Ehl-i Beytin, Oniki İmamların yolundan gidenler Fırkayı Naciye veya Güruh-u Naci olarak adlandırılır.
Demek ki Ehl-i Beyt sevgisi Aleviliğin esasını oluşturur. Tevella ve teberra anlayışı da bu sevgiden kaynaklanır. Tevella Ehl-i Beyti, Oniki İmamları, Ondört Masumları, Onyedi Kemerbestleri ve onların yolundan gidenleri sevenleri sevmek, teberra ise onları sevmeyenleri sevmemektir.
Ondört Masum
Muhammed Ekber, Abdullah b. İmam Hasan, Abdullah b. İmam Hüseyin, Kasım, Zeynelaba, Kasım b. Zeynel-abidin, Ali Eftar, Abdullah b. İmam Cafer Sadık, Yahya el-Hadi, Salih, Tayyib, Cafer b. Muhammed Taki, Cafer b. Hasan Askeri, Kasım b. Muhammed Taki.
Onyedi Kemerbest
İmam Hasan, İmam Hüseyin, Hadi-i Ekber, Abdülvahid, Tahir, Tayyib, Türab, Muhammed Hanefi, Abdurrauf, Ali Ekber, Abdülvahab, Abdülcelil, Abdurrahim, Abdülmuin, Abdullah Abbas, Abdülkerim, Abdüssamed
Dört Kapı Kırk Makam
Dört Kapı Kırk Makam şeklindeki Kâmil(olgun) insan olma ilkelerini Hünkâr Hacı Bektaş Veli’nin tespit ettiğine inanılır.Hacı Bektaş “Kul Tanrı’ya kırk makamda erer, ulaşır, dost olur.” buyurmuşlardır. Bu ilkeler aşama aşama insanı olgunluğa ulaştırır. Bir başka yoruma göre ise şeriat anadan doğmak, tarikat ikrar vermek, marifet nefsini bilmek, hakikat Hakkı özünde bulmak yollarıdır.
Dört Kapı şunlardır:
  1. Şeriat

  2. Tarikat

  3. Marifet

  4. Hakikat
Her kapının on makamı vardır:
ŞERİAT KAPISININ MAKAMLARI:
  1. İman etmek,

  2. İlim öğrenmek

  3. İbadet etmek

  4. Haramdan uzaklaşmak

  5. Ailesine faydalı olmak

  6. Çevreye zarar vermemek,

  7. Peygamberin emirlerine uymak

  8. Şefkatli olmak

  9. Temiz olmak

  10. Yaramaz işlerden sakınmak
TARİKAT KAPISININ MAKAMLARI
  1. Tövbe etmek

  2. Mürşidin öğütlerine uymak

  3. Temiz giyinmek

  4. İyilik yolunda savaşmak

  5. Hizmet etmeyi sevmek

  6. Haksızlıktan korkmak

  7. Ümitsizliğe düşmemek

  8. Ibret almak

  9. Nimet dağıtmak

  10. Özünü fakir görmek
MARİFET KAPISININ MAKAMLARI
  1. Edepli olmak

  2. Bencillik, kin ve garezden uzak olmak

  3. Perhizkârlık

  4. Sabır ve kanaat

  5. Haya

  6. Cömertlik

  7. İlim

  8. Hoşgörü

  9. Özünü bilmek

  10. Ariflik
HAKİKAT KAPISININ MAKAMLARI
  1. Alçakgönüllü olmak

  2. Kimsenin ayıbını görmemek

  3. Yapabileceğin hiçbir iyiliği esirgememek

  4. Allah’ın her yarattığını sevmek

  5. Tüm insanları bir görmek

  6. Birliğe yönelmek ve yöneltmek

  7. Gerçeği gizlememek

  8. Manayı bilmek

  9. Tanrısal sırrı öğrenmek

  10. Tanrısal varlığa ulaşmak
Üç sünnet yedi farz
Alevilerin kutsal kitaplarından “Buyruk”larda yazıldığına göre Alevi yolunun temeli üç sünnet yedi farza dayanır. Bu temel esaslara uymak zorunludur. Üç sünnet yedi farz şunlardır:
Üç Sünnet
  1. Dilini tevhid kelimesinden ayırmaya

  2. Gönlünden düşmanlığı gidere, kimseye kin ve kibir tutmaya, kıskançlık etmeye, hırsına uyup şeytana gönül vermeye.

  3. Sözü Hakkın kudreti ola, kimseyle kavga etmeye, kimseye düşmanlık yapmaya
Yedi Farz
  1. Çok sır saklaya

  2. Talip binbir ise, bir otura ve bir dilden söyleye

  3. Hakkın terazisine itaat ede, yaptığı bir günaha bin özür ve niyaz eyleye, kimsenin gıybetini etmeye ve yalan yere and içmeye, yalan söylemeye

  4. Mürebbi hakkına itaat ede, emrine uya

  5. Kuşak kuşana, halifeden el alıp, tövbe eyleye

  6. Musahibini hakikatte Hak cemiyetine eriştire

  7. Halife’den tac ve kisvet kabul eyleye. Özünü şeyhlere ulaştıra
Bu yol üzere olmayana sofu diye inanmayasanız. Bir kişi bunca farzdan ve sünnetten düşse, ona derman yoktur, sürgün olur, yüzü karadır.

Oniki İşlek
  1. Evvel kendi özünü hassas etmektir

  2. Marifet tohumunu ekmektir

  3. Şefkat beslemektir

  4. Rıza eteğini tutmaktır

  5. Hikmet sıfatını sem etmektir

  6. Özünü hizmet hürmetin saklamaktır

  7. Özünü mukarribiyle hudetmektir,

  8. Özünü sabır ehline vermektir

  9. Muhabbet kilesiyle ölçmektir

  10. Takva değirmeninde özünü arındırmaktır

  11. Su ile yuğurmaktır

  12. İradet tennurunda pişmek ve ihlas sofrasına girmek , özünü dervişlere ve fukaralara sarfetmektir.
Eline Diline Beline Hakim Olmak
Eline, diline, beline hakim olma kuralı Alevilerin yaşamları boyunca uymaları zorunlu ahlak sisteminin adeta simgesidir. Eline bağlı olmak, elinle koymadığını almamak, diline bağlı olmak gözünle görmediğini söylememek ve beline hakim olmak haram olan cinsel ilişkiye girmemektir. Bu kural Alevi toplumunun çok güçlü ahlak sisteminin özetidir ve Alevi Yolu Dedelerimizin deyimiyle “kıldan ince, kılıçtan keskindir”. Yolun bu kurallarına uymayanlar düşkün sayılırlar. Düşkünler toplumdan soyutlanırlar, işledikleri hatanın durumuna göre değişik şekillerde cezalandırılırlar.
Alevi toplumunda kadın-erkek yaşamın her alanında eşittir. Çalışırken de, ibadet ederken de kadın erkek birliktedir. Sünni geleneğin aksine tek eşlilik esastır. Başlık parası gibi uygulamalar kabul edilmez. Kadın olsun erkek olsun eşinden şikayetini Dedeye iletebilir, suçlu bulunursa düşkün edilir. Alevilerde sosyal yaşamın her alanında kadının da erkekle birlikte ve eşit olarak yeralması bunu çekemeyenlerce çeşitli iftiralara da konu olmuştur.
Ayin ve Merasimler (Muharrem,Hızır Orucu, Cemler)
Her toplumun önemli anma ve toplanma günleri bulunmaktadır. Alevilerin de böyle kutsal ibadet ve bayram günleri vardır. Cemler düzenli olarak yapılan ibadetlerdir. Cemlerin yanısıra Sultan Nevruz, Muharrem Orucu, Hızır Orucu, Hıdırellez, Kurban Bayramı, Abdal Musa Lokması da Alevilerin önemli günlerindendir. Aleviler Ramazan Orucunu tutmazlar. Şimdi sırasıyla bunlar üzerinde duralım:
İlkbaharın başlangıcı ve Hz. Ali’nin doğumu sayılan Nevruz (21 Mart) akşamı Sultan Nevruz olarak adlandırılır ve Cem yapılır.
Alevilerce Kerbela Olayı’nın anlamı büyüktür. Yine kış aylarında Abdal Musa Lokması düzenlenirdi. Abdal Musa Lokması için evler dolaşılarak lokmalar toplanır, kurbanlar kesilir cem yapılır, ertesi gün pişen lokmalar dağıtılırdı. Abdal Musa lokmasının topluma yararlı olacağına, ürünlerin bereketli olacağına inanılırdı. Hz. Hüseyin’in acımasızca şehid edilmesinin anısına yüzyıllardır Muharrem ayında oruç tutulur. Muharremin birinci günü başlanan oruç Oniki İmamlar aşkına oniki gün tutulur. Ondört Masumlar için fazladan oruç tutanlar da vardır. Muharrem Orucu sırasında Hz. Hüseyin’in susuz şehid olması anısına su içilmez, kurban kesilmez, traş olunmazdı. Akşamları Kerbela olayını anlatan kitaplar okunurdu.
Şubat ayında ise üç gün Hızır Orucu tutulurdu.
Her yıl 6 Mayıs günü Hızır İlyas günü kutlanır.Hızır karada, İlyas ise denizde zor durumda kalanlara yardım ederler inancı vardır. Bu nedenle Aleviler arasında “Yetiş Ya Hızır” deyimi yerleşmiştir.
Alevilerde kurban geleneği de yaygındır. Cemlerde, Hızır orucunda, Abdal Musa törenlerinde ve Kurban Bayramında kurbanlar kesilir.
Ancak “yol bir sürek binbir” sözünden de anlaşılacağı üzere Anadolu’nun değişik bölgelerinde yaşayan Aleviler arasında bu dinsel ibadetlerin uygulanmasında çok küçük farklılıklar bulunmaktadır.
Cem
Aleviliğin temel ibadeti “Cem” dir. Alevi Cemleri daha çok hasat döneminden sonra yapılır. Cemlerin cuma akşamları yapılması gerekir. Cuma akşamı Alevilerce perşembe akşamına verilen addır. Alevi Dedeleri talipleri köylerde ziyaret ettiğinde Cem yapılacağı duyurulur. Ceme katılacak olanlar yanlarında niyaz veya lokma adı verilen yiyecekler getirirler. Cemler büyük evlerde yapılır. Dede cem yapılacak yerin başköşesinde bulunan posta oturur. Cemde Oniki hizmet vardır. Bu oniki hizmetin sahipleri şunlardır:
  1. Dede(Mürşid)

  2. Rehber

  3. Gözcü

  4. Çerağcı(Delilci)

  5. Zakir(Aşık)

  6. Ferraş(Süpürgeci)

  7. Sakka(İbriktar)

  8. Kurbancı(Sofracı)

  9. Pervane

  10. Peyk(Davetçi)

  11. İznikçi(Meydancı)

  12. Bekçi
Cem töreni Oniki hizmetin yerine getirilmesinden oluşan kutsal bir ibadettir. Cem içerisinde semah da edilir, Pir Sultan’dan, Hatayi’den, Kul Himmet’ten deyişler söylenir. Lokmalar dağıtılır. Kerbela Olayı anılır. Cem’de musahipler görülür, düşkünler dara kaldırılır, toplumun önünde haklı haksız belirlenir, suçlu olanların gerekli cezaları verilir. Cemlerde verilen cezalara uyulur, aksi halde toplum dışına itilmek kaçınılmazdır.
Bu belli günlerde yapılan ibadetlerin dışında Anadolu’nun değişik merkezlerinde de her yılın belli günlerinde törenler düzenlenmektedir. Bunların en bilinenleri şu şekildedir: Hacı Bektaş Veli Törenleri, Abdal Musa Törenleri(Antalya), Veli Baba Törenleri(Isparta), Hamza Baba Törenleri(İzmir), Şücaettin Veli(Eskişehir) Törenleri, Pir Sultan Törenleri(Sivas), Hıdır Abdal Törenleri (Erzincan). Bu törenlere Türkiye’den ve yurtdışından yüzbinlerce insan katılmakta ve adeta bir festival havası içerisinde kutlanmaktadırlar.


Ali Yaman'ın "Alevilik Nedir?" kitabından alınmıştır.

Bu konuyu yazdır

  Tarihte Ehl-i Beyt ve Alevilik
Yazar: Pervane - 08-16-2018, 11:55 PM - Forum: Alevilik Tarihi - Yorum Yok

A-) Alevilik, 
Dini İslam, Kitabı Kuran, Allah’a kul, Hz.Muhammed’e bağlı, Hz. Ali’ye talip, Hz. Hüseyin’in yolunu sürenlerdir. Hacı Bektaş-ı Veli’nin “eline, diline, beline sahip” olmayı ilke edinir.İyi düşünce, iyi söz ve iyi davranışta kendini bulur. Allah korkusu yerine sevgisini benimseyen, zahiri batınla, Bâtıni zahirle birleştiren, şeriat kapısını aşıp,tarikat, marifet yoluyla hakikat dünyasını ulaşan, Kuran’ın şekline değil, özüne inen, akıl ve gönül ile ruhsal olgunlaşma yoludur. 

Alevi İslam anlayışı; İslamiyet’in Kuran’a dayalı, Hz. Muhammed’in buyruklarına göre İslami evrensel boyutları ile yorumlayıp yeryüzü insanlığına yeni kapılar açan bir büyük düşünce akımı olan Tasavvuf felsefesiyle hayat bulan, bir insan bütünlüğüdür, özünü insan sevgisinde bulan Tanrı’nın insanda tecelli ettiğine inanır.

Alevi İslam anlayışı, Hoca Ahmet Yesevi, Ebul Vefa, Hacı Bektaşi-ı Veli, Yunus Emre, Pir Sultan Abdal ve Anadolu Erenleri, Kuran’ı en iyi yorumlayan filozof velilerin görüşlerinden ilham alarak hayat alanı bulmuştur. Anadolu’yu İslamlaştıran bir yorumudur.
Alevilik, İslam dinin özüdür; manasıdır. Alevilik İslam içinde insanidir, aklidir, ahlakidir. Hz. Ali inancının, Kuran ayetlerinin yorumudur. Alevilik bir iç dünya olayıdır, his ederek yaşamaktır,

Alevilik, Hz. Muhammed-Ehlibeyt taraftarı, Hz-Ali ve onun soyunda gelenlere büyük bir saygı ve muhabbetle bağlılıktır. Alevilik, Ehlibeyt’in yoludur. Alevi kendisini her anlamda yetiştirmiş, kâmil insan demektir. Alevilik, dış yüzünden halka ve iç yüzün den Hakk’a bakan bir inançtır. Alevilik İslam dinini de Kuran yorumu ile kabul eder. Kuran’ın gerçek manasına vakıftır ve tüm mevcudatın Hakk’ın kendi öz varlığından ibaret olduğuna inanır ve bilir. Kuran’ı Kerim’in yorumudur ve İslam dır . Alevilik İslam içerisinde doğmuştur. Toplumsal, kültürel, yapısal ve inançsal kimlik oluşmasında etkili olan inançsal temeller yaratmıştır. Bu nedenlerden dolayı İslam’ın içindedir. İslâm’ın içinde insanidir, aklidir, ahlâkidir. 

Alevilik, Ehl-i Beyt yolunun, Kur’an ayetlerinin yorumudur. Alevilik, Kur’an ve İslâm-ı, Hz. Ali’nin anlattığı gibi anlamaktır. Aleviler Allah’ın birliğine, Hz. Muhammed’in Resul olduğuna ve Hz. Ali’nin Velayet makamına sahip olduğuna iman ederler. Hz. Muhammed Nübüvvet, Hz. Ali Velayet sahibi olduğunu ve Allah’a, Muhammed’e ve Hz. Ali’yi birbirinden ayırtmamaktır. Alevilik İslâm inancını, özünde beslediği amaçlar doğrultusunda anlamaya çalışan, içselliği esas alan, şekil şartlarından ziyade, insanın yüceliğini benimseyen Hz.Ali ve On iki imamlar gibi inancı sürdürmektir. 

“Alevi” Hz. Ali ailesinin adıdır. Hz. Ali’ye bağlı olan, o’nu seven Hz. Ali’nin yolundan giden, Hz. Ali’nin taraflarına Alevi denilir. Ali’yi sevenlerdir. Alevi, sözlük olarak Ali soyu veya Ali evi olanlar demektir. Resulallah’ın Alevi adını kullandığı tarihi, sözlerine bakıldığın da veda haccından sonra Gadir hum mevkiinde gelen Maide suresinin 3. Ayeti geçmektedir. İmam Muhammed Bakır, mezhebinin Alevi olduğunu belirtir. Alevilik İslâm’ın içinde tasavvuf felsefesi ile din kültürünü kapsar. Alevilik; namaz, oruç, hac, zekât, zahire değil, tasavvuf içerikli Tanrı’ya kavuşmak için kendisine mahsus ibadeti olan ve ibadeti içersinde Hakka secde, dua, tevhit, zikir, gülbank duası vardır. Bu ibadetlerini cem evlerinde, evlerinde yerine getirmektedirler Alevilik, şekil şartlarından ziyade, daha çok içsellikte arayan İslâm’ın tasavvufi yorumudur. Bir başka deyişle Alevilik, İslâm’ın Ehl-i Beyt yorumudur. Aleviler öncelikle; eline, diline, beline, sağlam. Eşine, işine sadık, özüne, sözüne, gözüne doğru insanlardır. 

Hz. Muhammed, Veda Hutbesi- Gadr-İ Hum da söyle seslenmişti;

Ümmetime iki emanet bırakıyorum, bunlardan biri Kur’an-ı Kerim, diğeri ise Ehli Beyt olduğunu belirmiştir. Bunlara yapışırsanız, kurtulursunuz." gibi hadis-i şerifleriyle bu iki unsurun önemini belirtmektedir. Hz. Resulüllah (S.A.V.), gelecekte ortaya çıkacak fitne ve fesatlarda, Hz. Ali'yi (R.A.) ümmet nazarında suçlamalardan korumak için O'nun kemalet ve üstünlüklerine önemle dikkat çekmekte: "Ben kimin dostu isem, Ali de onun dostudur." "Ali'yi yalnız müminler sever, O'na yalnız münafıklar düşmanlık eder."
Hud süresi ve Ahzab süreleri Ehl-İ Beyt ten bahis eder. 

Hz. Resulüllah'ın bu övücü beyanları, O'nun erdemine bir delildir. Peygamberin bu emrinden dolayı başta Sahabe-i Kirâm olmak üzere bütün Aleviler, Hz. Ali'ye ve Ehl-i Beyt'e teveccüh göstermişler ve o yüce soya samimî olarak saygı göstermişler ve sevmişlerdir. Alevilikte, Allah sevgisi, Hz. Muhammed, Hz. Ali sevgisi ve Ehl-i Beyt’e bağlılık, Aleviliğin İslâm’ın özü olarak görmenin temel nedenidir. 

Gadir Hum’un gerçekleşme sebebi ve Velayetin hedefi Ehl-i Beyt taraftarları olarak kavramamız ve kavratmamız gerekir. Hz. Muhammed’in Gadir Hum’da, Hz. Ali’yi vasi tayin etmiştir. Gadir Hum’ olayın geçtiği zaman incelenince, en az 200 bin kişi bu olaya şahit olmuşlardır. 

Velayetin ilanından sonra nazil olan ayet incelendiğinde konunun ne kadar hassas olduğu anlaşılmaktadır. “El-Yevm yeisellezine keferu an dinikum....” Mekke müşrikleri, yıllarca dini yok etme hedefine ulaşamadıkları için Resulullah (s.a.a) sonrasını bekliyorlardı. 
Hedeflerine ulaşmak için Resulullah’ın dünyadan göçmesini bekliyorlardı. Velayetin, Allah’ın emriyle Resulullah (s.a.a) tarafından Gadir Hum’da ilan edilmesiyle, bütün hayalleri yıkıldı, planları suya düşmüş oldu ve Allah-u teala bunu, “ bugün kâfirler ümitsizliğe düştüler” cümlesiyle beyan ediyor 

Hz. Muhammed’in Hakka yürüyüşünden sonra kıyamete kadar ümmetin rehberlik ve önderliği olan velayet makamına kim oturacak konusunda sorun yaşanmıştı. 

Sakifede bir şahsın velayeti değil, ilahi hüküm devre dışı bırakılmış oldu. Yani „Resulullah’tan sonra imamet ve velayet makamı tayin edilmiş ama bu makamda kim oturacak“ sorusu dile getirilmiyor, binlerce kişinin şahit olmasına rağmen „Allah’ın tayin etmiş olduğu bir velayet ve imamet yoktur“ mantığı ile hareket ediliyordu. 

Allah’ın emrinin ve velayetin Kuran’da olduğu inkâr ediliyordu. Dikkat edilirse mesele Hz. Ali şahsının hakkının gasledilmesi değildir. 
Velayete gerek yok diyerek, Allah-u tealanın emri devre dışı bırakılmış oldu. Bunlar Allah’ın emrine karşı geldiler. Yani makam engellendi, dolayısıyla bu makama tayın edilen şahıs da devre dışı bırakılmış oldu. Hz. Ali ve bazı sahabenin Sakife’de yapılanlara itirazları; “neden Ali halife olmuyor”,değildi, „neden Allah’ın tayin ettiği imamet ve velayet devre dışı bırakılıyor“ düşüncesiydi, „neden ilahi iradenin tayın ettiği makam devre dışı bırakılıyor“ idi. 

Sakife’nin neticesinde idare sistemi konusunda ortaya çıkan düşünce „demokrasi“ yani halkın seçmesi gerekir düşüncesi oldu. Emevi ve Abbasiler zamanında daha da ileri gidilerek saltanata dönüştürüldü. Böylece diğer imamları da engellediler, onların da velayet ve imamet makamında oturup ilahi ahkâmı icrasına fırsat vermediler. 

İmam Humeyni (r.a) Gadir-i Hum hakkında şöyle buyuruyor: „Gadir-i Hum olayı öyle bir olay değil ki Hz. Ali’ye bir makam kazandırmış olsun. 

Hz.Ali, bütün fazilet ve manevi makamlara sahip olduğundan Gadir Hum’un gerçekleşmesine vesile olmuştur. 
Allah-u Teala, Resulullah’tan sonra yeryüzünde adaleti Allah’ın istediği gibi icra edecek Hz. Ali’den başka kimseyi görmediğinden, Resulullah’a, Hz. Ali’yi yerine tayin etmesini emr etmiştir. 

Rivayetlerin Gadir-i Hum’dan bu kadar azametle bahis etmesinin sebebi, Hz. Ali’nin sadece hükümetin başında olması değildir. İbn-i Abbas diyor ki, Cemel savaşına giderken Hz. Ali’nin yanına vardım. Hz.Ali oturmuş yırtık ayakkabısını dikiyordu. Bana, „bu ayakkabının değeri ne kadardır?“ diye buyurdu. „Hiç değeri yoktur“, dedim. Hz.Ali şöyle buyurdu: „ Allaha yemin olsun ki, bu ayakkabı bana sizlere baş olmaktan ( hilafet makamından ) daha sevimlidir. Sadece bir hakkı ikame edeyim ve bir batılı yok edeyim ( yalnız bunun için hilafeti kabul ederim)“. Hz.Ali ve diğer imamlar hükümeti sadece Allah’ın istediği adaleti icra etmek için talep ederlerdi ama kendilerine fırsat verilmedi. 

Gadir-i Hum olayı „ devlet sisteminin“ beyanıdır. Gadir Hum’da beyan edilen Velayet, hükümet sisteminin açıklanmasıdır. 
Gadir Hum meselesi, Adaletin icrası meselesidir Gadir-i Hum demek, Hz. Ali’nin adalet anlayışının uygulamasıdır. 
. Allah-u Teala, Resulullah’tan (s.a.a) hükümeti, bu siyasi makamı Hz. Ali’ye devretmesini istemiştir. Resulullah’ın kendisi devlet başkanıydı, önderdi, liderdi, hükümet de siyasetsiz olmaz. Din siyasetten ayrıdır diyenler, Allah’ı yalanlamaktadırlar, Resulullah’ı yalanlamaktadırlar, imamları yalanlamaktadırlar.“ (Sahifey-i Nur. Cilt 20 Sayfa 112.114 ) 

Gadir-i Hum’un ispatlanması meselesinde ise İmamların tarih boyunca yaptıklarına bakılması gerekir. İmamet ve Velayeti ispat için neler yapmışlar. İmamların hayatında alınması gereken en büyük ders, bütün çabalarının velayetin hakikatini söylemle değil amelle göstermeye çalışmalarıdır. 

Alevilerde Bu nedenle Hz. Ali’nin ve Ehl-i Beyt’in yolunu sürdürenlerdir. 

Aleviler, Hz. Ali’yi sevmenin, Hz. Muhammed’i sevmekle eşdeğer olarak görmekteler. Çünkü Hz. Muhammed,”Ben kimin mevlası isem, Ali de onun Mevlasıdır. Ona dost olana dost, düşman olana düşman ol. Ona yardım edene yardım et. Onu horlayanı horla. Nerede olursa olsun gerçeği onunla birlikte kıl, şeklinde dua etmiştir. (Sahih-i Müslim, “ Fedail’üs- Sahabe” Ali Bin E. Talibin faziletleri, bölümünden aktaran Seyit Murtaza / Hz. Muhammed, Hz. Ali için; “Ben ilmin şehriyim, Ali kapısıdır. Şehri dileyen kapıya gelsin”, “Ali insanların hayırlısıdır. Kim bunu kabul etmezse, gerçekten kâfir olmuştur.” , “ Ümmetimin en ileri geleni ve gerçek hüküm vereni Ali’dir.” Aleviler de Hz.Muhammed’in, Hz. Ali ‘nin ve Ehl-i Beyt’in ahlak ile ahlaklaşmış kimselerdir. 
Görüldüğü gibi bu ayetlerin içsel anlamlarından hareketle Alevi İslâm inancına göre, Tanrı insanın içindedir, insana secde etmek, Tanrıya secde etmekle eş anlamdadır. 

Hz. Ali'yi sevenler, iki gruba ayrılır: 1-Gerçek ve samimî taraftarlar, 2-Siyasî taraftarlar. Bunlardan birincisi, O'na (R.A.) Allah için muhabbet göstermişlerdir. Bu muhabbet saf, net ve durudur. 

Kaynağını Alevi İslam inancının esasları oluşturur. Bu samimî taraftarlar, Hz. Ali'ye iki açıdan yönelir. Birincisi, Hz. Ali'nin yüksek kemaleti ve üstün yetenekleridir. Onun fazilet ve olgunluğu, takva ve ubudiyeti, müminlerin kalp ve dimağlarında, muhabbet ve takdire dönüşmüştür. İkincisi, Hz. Ali'nin (R.A.) Ehl-i Beyt ( Peygamber Efendimizin (s.a.v) evlat ve torunları, soyunun temsilcileridir. 

Aleviler kendilerini ifade ederken, Alevi, Allah’a kul, Muhammed’e ümmet, Aliye talip olan kişilerdir. Alevi İslâm inancında Tanrının gerçek eri olan insan kalbine yani doğrudan doğruya insana yönelirler. Kur’an da Tanrı – İnsan bütünleşmesi ve birliği şu şekilde ifade edilmektedir. Onlar derler ki ; “Biz Allah içiniz ve sonrada ona dönüp gideceğiz” Biz ona ( insana) şah damarından daha yakınız. 

Alevi İslâm inancı erdemliği, yüceliği, insancılığı, barışı eşitçiliği sağlayan ve insanlığın özlem duyduğu, paylaşımcılığı sağlayacak birinci yol olduğu gerek inanç bakımından, gerekse ahlak esasları açısından dünyanın en insancıl, en özgün, en ahlaklı, en görkemli inanç kültür bütünlüğüdür.

Aleviler, Hz. Ali’nin üstün niteliklerini ve Kur’an’ın gerçek yorumunun içsel anlamını başta Hz. Ali olmak üzere, Ehli Beyit’in ve Yedi Ulu Ozan’ın tasavvuf derinliği olan kişilerce keşfedildiğinden dolayı Alevi İslâm inancının kendiişlerinde içselleştirerek savunmuşlardır.
 Gerçek İslam- EHL-İ BEYT dünyadan 1400 yıl önce bireysel haklar, hukuk devleti, kanunlar önünde eşitlik, ekonomik özgürlükler gibi değerleri insanlığa kazandırmıştır. Gerçek İslam ahlakının egemen olduğu bir toplumda bireysel hak ve özgürlükler büyük önem taşır. Kişisel hak ve hürriyetler garanti altına alınır, insanların özgür ve onurlu bir hayat yaşaması hedeflenir. Allah, Kuran’da Müslümanlara tüm insanların Allah Katında eşit olduklarını (üstünlüğün ancak takva ile olduğunu) bildirmiş ve insanlara karşı adil, hoşgörülü, affedici ve anlayışlı olmalarını emretmiştir. Farklılıklara saygı göstermek ve bunlar arasında adaletle hükmetmek önemli mümin alametlerinden biridir 

B) Alevilikte İbadet ve Cem Evleri 
Alevilerde Cem evleri, toplu ibadet yerleridir. Cem, sözcük karşılığı olarak, toplanma, bir araya gelme demektir. Alevilikte ise, birliğin, beraberliğin, “bir olmanın adıdır. 

Alevilikte Cem yapılan evler, sadece ibadet amaçlı kullanılan mekânlar değildir. Cem evleri edep, erkân amaçlı kurulur. Cem evleri; barış, özgürlük, eşitlik, ibadet, sevgi, yargılama ve karar verme yeridir. Aynı zamanda sohbetlerin yapıldığı, birlik ve beraberliğin korunup sergilendiği, ikrarın verildiği ve erkânın yürütüldüğü güven ve sevginin toplandığı, Hakk’a temenna edilen ve Hakk’ın tecelli ettiği yerlerdir. 

Hz. Peygamber tarafından “Mescidi-i Nebi”de yapılan ibadetin devamıdır. Fecr Suresi’nin 27-28 ayetlerinde, cemaate birbiriyle ilgili “razı etmek ve razı edilmek” durumları sorulur. Sorunlu olanlar varsa, surenin 9 ve 10. ayetlerindeki emre göre, taraflar dinlenir ve adaletli bir uygulama ile barış sağlanır. Fetih Suresi’nin 10 ve 18 ayetlerindeki ilahi lütuf ve iradeye göre, cemaatin el ele tutuşması Allah’ın rızasını kazanmak içindir (Ayrıca bkz: Maide Suresi, 119 ve Beyyine Suresi 7 ve 8 ayetler) 
Kuran’a göre, Allah, yapılan ibadetin şekline değil, özüne bakmaktadır (Bkz: Hac Suresi, 67. Ayet). Alevi-Bektaşiler bu bağlamda Kuran’ın tasavvufi yorumunu esas alarak, kendilerine özgü bir ibadet şekli benimsemişlerdir. Cemevlerin de pir önünde toplu halde yapılan semahlı, ikrarlı, gülbanklı ibadet, namazın kıyam, rükû, secde, dua (kıraat), selam ve tevhit bölümlerini içinde taşır. 
Alevilikte hac ibadeti, iyilik yapmak, aç olanı doyurmak, insanlar arasında barışı yaymak, insanlık âlemi için çalışmak ve doğruluktan ayrılmamakla yerine getirilir. Yunus Emre bunu, “Bir gönüle girmenin bin hacca (Kâbe ziyaretine) bedel” olduğu şeklinde açıklamıştır. Hacı Bektaşi Veli ise, 
Ellerin Kâbe’si var, Benim Kâbe’m insandır
Kur’an da, kurtaran da, insanoğlu insandır
Demiştir. 

Anadolu Alevi İslâm inancının temelinde, güzellik ve iyiliği paylaşma ilkesi vardır. Musahiplik (yol arkadaşlığı/kardeşliği), kardeş tutmak, bu ilkenin gerçekleşme biçimlerindendir. Musahiplik ilişkisi, fitre ve zekâtı daimi kılan dayanışma ve paylaşma biçimidir. 
Alevilerin kendine özgü oruç anlayışları vardır. Alevilerde oruç, nefsi terbiye etmenin yollarından biridir. “Eline diline, beline, aşına, eşine, işine sahip olmak ve kendini bilmek”, nefsi terbiye etmek demektir. Yine de Alevilikte, aç kalarak nefsi terbiye etme de vardır. Bu, Muharrem orucudur. Kur’an’da, Bakara Suresi, ayet 183’de (“Ey iman sahipleri! Oruç sizden öncekilerin üzerine yazıldığı gibi, sizin üzerinize de yazılmıştır”) ve Fecr Suresi, ayet 1, 2’de (“And olsun tan yerinin ağarma vaktine. On geceye”), Allah’ın oruçla ilgili emirleri yer almıştır. Bu ayetler, Muharrem Orucu tanımlar. Hz. Muhammed öncesi tutulan oruç Muharrem orucudur, bu orucu Peygamberimiz de tutmuştur. 

C) Aleviliğin İnanç Felsefesi
Alevi İslâm inancı, erdemliliği, insancıllığı, barışı, eşitliği, insanlığın özlem duyduğu paylaşmacılığı, kardeşliği yüceltir. Her şeyin temeline insanı, insan sevgisini koyar. Alevi İslâm anlayışında, İnsanı sevmeyi ibadet olarak kabul eder. Tanrının insanda tecelli ettiğine inanır.yüzündeki tecellisidir, insanda Tanrı’nın tecellisi vardır. Bu sebeplerden dolayı insanların rızasını kazanmayan hiçbir kimse Tanrı’nın rızasını kazanamaz. Alevilikte yetmiş iki millet bir görülmüştür. Tüm insanlar Tanrı’nın bir parçası olarak görülmüştür. Alevilik insanlar arasındaki farklılıkları bir zenginlik olarak görmüştür. Alevilik, İslâm’ın özünü tevhit inancında bulur. Yani, varlığın birliği inancı. 

Tasavvuf, onun felsefesinin özünü ortaya koyar. Alevi İslâm inancında, insan Tanrı’nın yer 
Alevilikte “Dört kapı, kırk makam” vardır. Her makamın on esası vardır. İnsan-ı kâmil olma vardır. Edep, erkâna uyma vardır. Yedi ulu ozanın inançları vardır. Kırklar mecilisi, tevella ve teberra, miraçlar, düşkünlük, dar vardır. Barış, esenlik, kardeşlik, eşitlik, toplumsal dayanışma hoşgörü, kul hakkını yememe, iyiliği emretme, kötülükten uzak durma, yalan ve riyadan sakınma, zina vb çirkinliklerden kaçınma, haksız kazanç edinmeme, zulme karşı çıkma gibi, ahlaksal ilkeleri yaşama egemen kılan tüm değerler Alevi İslâm inancında olduğu içindir ki, Alevilik İslâm’ın özüdür. 

Aleviliğin kaynağı Hoca Ahmet Yesevi’nin hikmetlerinde geçen terimlerdir. Sema, pir, pir rızası, miraç, kul hakkı, hak rızası hü, hü v.b. sözcüklerinde görmektir. İslâm’ın muhalif kanadı Hz. Ali yandaşlığıdır. Anadolu Aleviliği dünyanın en büyük dinleri ve inançların evrensel değerleriyle yoğrulmuş bir inanç olmakla birlikte özünde ve merkezinde son din olan İslâmlığın yer aldığı iman ve insanlık yoludur. 

Hacı Bektaş Veli Alevilerin Ser çeşmesidir, Alevilerin beslendiği kaynaktır. İlim, İrfan, barış, sevgi ve direniş pınarıdır. Hünkâr Hacı Bektaş Veli’den alınan güçle yüz yıllarca zulme, asimilasyona karşı bir direniş bayrağı yükseltilmişlerdir. 

Alevilik, İslâmiyet’in Kur’an’a dayalı Hz. Muhammed’in buyruklarına göre, İslâm’ın evrensel boyutlarıyla yorumlayıp yeryüzü insanlığına yeni kapılar açan bir büyük düşünce akımı olan tasavvuf felsefesinde hayat bulan Tanrının insanda tecelli eteğine inanır. 
Tanrı korkusu yerine sevgisini benimseyen, şeriat kapısını aşıp, marifet yoluyla hakikat dünyasına ulaşan, Kur’an-ı Kerim’in şekline değil, özüne inen akıl ve gönül ile ruhsal olgunlaşma yoludur.

Oysa Alevi İslâm anlayışında; insanı sevmek bir ibadettir. Alevi İslâm inancında, insan Tanrı’nın yeryüzündeki tecellisidir. İnsanda Tanrı’nın tecellisi var. Bu sebeplerden dolayı insanların rızasını kazanmayan hiçbir kimse Tanrı’nın rızasını kazanamaz. Alevilikte yetmiş iki millet bir görülmüştür. Tüm insanlar Tanrı’nın bir parçası olarak görülmüştür. Alevilik insancılık, eşitlik, farklılıkları bir zenginlik olarak görmüştür. Alevilikte dört kapı kırk makam vardır. Her makamın on esası vardır. İnsan-i kâmil olma vardır. 
Edep, erkâna uyma vardır. Yedi ulu ozanın inançları vardı. Kırklar meclisi, tevella ve teberra, 12 imamları, miraçları var. Düşkünlük, dar, talip, 12 post, Boz atlı Hızır, Semah ve Ser çeşme Hünkâr Hacı Bektaşları vardır Alevilik, İslâm’ın özü itibarıyla tevhid inancıdır. Yani Tanrının birliği inancıdır. Hz. Muhammed’i peygamber, Kur’an-ı kutsal kitap, Hz Ali’yi vasiyi Resulullah kabul etmektir. Barış, esenlik, kardeşlik, eşitlik, toplumsal dayanışma, hoşgörü, kul hakkını yememe, iyiliği emretme, kötülükten uzak durma, yalan ve riyadan sakınma, zina vb. çirkinliklerden kaçınma, haksız kazanç edinmeme, zulme karşı çıkma gibi, ahlaksal ilkeleri yaşama egemen kılan tüm değerler Alevi İslâm inancında olduğu içindir ki; Alevilik İslâm’ın özüdür. 

Hallac-ı Mansur, Ahmet Yesevi, Hasan Basri, Zunnuni Mısri, Bişri Hafi, Maarufi Kerhi, Bayazid-i Bistami, Nesimiler, Baba İlyaslar, Hünkâr Bektaşi Veliler, Lokman Perendeler, Yunus Emreler, Şeyh Bedreddinler, Pir Sultanlar, Şah Hatai’ler tatlı canlarını onların (Ehl-i Beyt) uğrunda, kutsal kanlarını Şah Hüseyin’in yolunda seve, seve akıttılar! İşte Alevi İslam İnancı; erdemliliği, yüceliği, barışı ve insanlığın özlem duyduğu paylaşımcılığı sağlayacak birinci yoldur. Bu yol gerek inanç bakımından, gerekse ahlak esasları açısından dünyanın en insancıl, en özgün, en ahlâklı, en görkemli inanç ve kültür bütünlüğüdür. 

Osmanlı devleti döneminde Şeyhülislamların Alevilerin aleyhine çıkardığı fermanlarla, Alevileri katleden Şeyhülislam İbni Kemal, Ebus Suud Efendi, Fahreddin Acemi, Müftü Hamza, Zenbilli Ali Efendi, Molla Gürani gibi, Alevilere iftira edenler, “Aleviler Müslüman değildir, katledilmeleri helaldir.” diye fetva verenlerin zihniyetinin devamı olarak düşüncelerini aktarmaya çalışıyorlar. 

II-İSLAM TARİHİNDE EHL-İ BEYT 

A-) Hz. Muhammed Dönemi (571-632)

Kuran ahlakı sosyal dayanışmayı gerektirir ve insanların birbirlerinin ihtiyaçlarını gözetmelerini emreder. Hatta iman edenler -kendi ihtiyaçları olsa dahi- ellerindeki yemeği öncelikle fakirlere ve esirlere ikram edecek kadar fedakâr bir ahlaka sahiptirler.
Müslümanların ilk anayasası olarak kabul edilen ve dönemin koşulları göz önünde bulundurulduğunda çok ileri bir hukuk anlayışının göstergesi olan “Medine Vesikası”, İslam toplumunun bireysel haklar ve adalet anlayışını gösteren önemli bir örnektir. Medine Vesikası ile, bu kentteki farklı inançlara sahip insanların hepsine temel hak ve özgürlükler tanınmış, kişilerin mal ve can varlıkları, aileleri, ibadethaneleri güvence altına alınmıştır. Farklı inanç toplumlarının ortak bir siyasi yapı içinde yaşamasını sağlayan bu anlaşma ile birbirlerine karşı yıllarca kin ve düşmanlık besleyen kabileler de uzlaştırılmıştır. 

Medine Vesikası dışında da müşriklere her zaman için adaletle davranılmış, onların korunma ve himaye talepleri Peygamberimiz (sav) tarafından kabul edilmiştir. Hz. Muhammed (sav) engin şefkat ve merhametiyle insanlar arası ilişkilerin daima dostça ve uygarca olmasını öngörmüştür.

Hz. Muhammed’in Gadir Hum’da, Hz. Ali’yi vasi tayin etmesi, Hz. Muhammed’in Hakka yürümesinden sonra Ebubekir, Ömer, Osman. Daha sonraki dönemdeki Muaviye ile Hz. Ali çekişmesi, Muaviye’nin Hz. Ali’nin halifeliğini tanımaması (656-661), Sıffın Savaşı’nın(657) başlaması ve 70 bin kişinin öldürülmesi Müslümanlar arasında derin şok etkisi yaratır. Yezit dönemlerinde giderek bu ayrılıklar artmıştır.

B-) Emeviler Dönemi (661-750). 
Ehl-i Beyt ve taraftarları büyük zulümlere uğradı. Kerbelâ bunun en şiddetlendiği döneme işaret eder (680) .
Ehl-i Beyt taraftarları Horasan Deyleman tarafına sürgün edilir. Sıffın Savaşından başlayan Yezid’le devam eden Kerbela gibi olaylar Hz Ali yanlılarını ve Hz. Ali soyundan olanlar ağır baskı ve zulümlere maruz kaldılar. 
Hz Hüseyin neden Yezid’e karşı geldiğini şu sözlerle açıklamaktadır;”Yezid! Allah’ın kıtabını (Kur’anı) bozmaktadır. Haramları helal saymakta, helalleri haram saymaktadır. Betülmalı kendi ailesine ve akrabalarına peşkeş çekmektedir. İşaretle içki ile ömür geçiren bu lâin Dedemin Şeriatını babamın tarikatını yok etmektedir. Buna karşı gelmek benim görevimdir. 
Çünkü ben Muhammed’in torunu Ali ve Fatima ‘nın oğluyum. Diyerek Hz. Hüseyin ziletle yaşamadı, O izzetiyle İslam dinini koruyarak Hakka yürümüştür. Hz. Hüseyin erdemliği, yiğitliği ve haksızlığa karşı direnmeyi esas almıştır. Yezit ise, haksızlığı ve zalimliğin temsili olmuştur.

Bu baskılara dayanamayan Hz. Ali taraftarları Kuzey’e doğru yönelerek Horasan, Deyleman, İran, Pakistan, Türkmenistan, Kazakistan, Azerbaycan gibi bölgelere sığındılar.

Muaviye ve Yezid zamanında da Horasan ve Türk bölgelerine bir dizi seferler düzenlendi. Yezit, Gürcan’da 40 bin Türk’ü öldürdü.
Kuteybe bin Müslim, Buhara ve Semerkat gibi Türk şehirlerini ve bölge halklarına ait birçok şehir ele geçirildi. Al Bahil, Haccac bin Yusuf, Yezid bin Muhalleb Ubeydullah b.Ziyad, Osman’ın oğlu Said, Yezit’in vasisi Selim b Ziyad gibi komutanlar yörede Türklere ve Ehl-i Beyt taraftarlarına karşı katliamlar gerçekleştirdi. Emeviler, Deyleman ve Horasan bölgelerini egemenliği altına aldılar.
Emeviler döneminde halifelik saltanat haline dönüştü. Emevi, Arap ırkçılığı öne çıkarıldı. Hz. Ali soyu ve taraftarları sürekli izlenir ve yok edilmeye çalışıldı.

Emeviler ,Ehl-i Beyt yönetimini kendilerine alternatif gördüklerinden dolayı çoğunu çeşitli entrikalarla ortadan kaldırdılar Katliamlardan kurtulan Hz. Ali taraftarları kuzey bölgelerine sığındılar. 

İslam dünyasında 90 yıl egemen olan Emeviler ırkçı politika güttüler. Ehl-i Beyt haklarını gasp edilmeleri üzerine, Horasanlı Ebu Müslim, Emevi zulmüne karşı, Horasan’ın Merv civarındaki Sefideç köyünde başlattığı ayaklanmaya, Türk, Acem, Arap, Kürt ve Deylem gibi bölge halkların katılımından oluşan Ehl-i Beyt taraftarları, Emevi iktidarına son verdiler. (750) 

C) Abbasiler Dönemi (750-1258). 
Emeviler ortadan kaldırılınca Abbasilerin başına geçen Ebul Abbas Abdullah, H.z Muhammed’in soyundan geldiğini, Abbasilerin zira dedesi Abbasi’nin, onun amcası olduğunu açıklayarak, Horasanlı Ebu Müslim’in desteğiyle halife olduğunu ilan etti. Artık yönetim Abbasi soyunun eline geçmişti.Ebul Abbas Abdullah, Ehl-i Beyt’e mensup 21 kişiyi hemen öldürttü. 

Abbasiler de Emeviler gibi Ehl-i Beyt katliamına giriştiler. Ehl-i Beyt taraftarları, Deyleman ve Horasan bölgesine sürgün edildiler. Abbasilerin de Ehl-i Beyt’e karşı tavırları değişmez. Abbasiler de Ehl-i Beyt’e karşı Emevileri aratmayacak şekilde baskı ve zulüm uyguladılar. Abbasiler Ebu Müslim’in etkisinden kurtulmak için de Ebu Müslim’i hile ile ortadan kaldırdılar. (754)

Abbasilerin halifelerinden Ebu Cafer Mansur, Hz.Ali soyunu iktidarı alternatif gördüğünden için, Ehl-i Beyt taraftarlarını baskı altında tutar ve bir kısmı da kuzey bölgelerine sürgün eder. Harun Reşit yetmiş bin Ehl-i Beyt taraftarını öldürttüğü gibi, İmam Musa El Kazımı zehirleterek şehit etti. Hz. Ali taraftarları, Halife Hadi döneminde Hüseyin bin Ali taraftarları ayaklanır, yapılan savaşta öldürülünce taraftarları dağıtılır. Abbasi halifeleri Alevilerin çıkardığı her ayaklanmayı kanlı şekilde bastırırlar. Halife Memnun, halifeliğin Ali soyunun hakkı olduğu düşüncesiyle, bu soydan olan İmam Ali Rıza’yı kendine veliaht atadı(817). 

Emirlerinden biatler alır, ancak 6 ay sonra öldürülür, yerine geçen Abbasi halifelerinden Mütevekkil (847-861) Hz.Hüseyin’in Kerbelâ’daki türbesini yıkıp, yatağından su geçirir ve ziyaret edilmesini de yasaklar. Türbesinin çevresinde yaşayanları da öldürmeye karar verir. Mısır’daki valisine Alevilere karşı tutumun sertleşmesini, mahkemelerde kanıt göstermeksizin hüküm verilmesini, Hz.Hasan ve Hüseyin’i anmak bile cezaya uğratılmasına yetiyordu. 

Bu yüzden Aleviler, İslam’ın sınır illerine Horasan-Gilan ve Türk ilerine göç ettiler. Ancak yerine geçen oğlu Muntasır Alevilere sıcak davranır, Hz. Hüseyin’in türbesini onarır ve ziyaret edilmesine de müsaade eder. Abbasilerin baskısından Horasan, Deyleman, Azerbaycan ve Türk bölgelerine yerleşen Ehl-i Beyt taraftarları bölge halkları tarafından korundular. Horasan, Deyleman bölgeleri Hz.ALİ taraftarlarının barındığı ve korunduğu yurtlar olur.

Bu dönemde Deylemlilerin çoğu Caferi Sadık mezhebini kabul etti (917-920). X. yüzyılın ilk yarısında Deylaman’dan batıya göç eden Deylemliler ve Türkler yüzyılın ikinci yarısından sonra Abbasileri devirip Deylem, Azerbaycan, Anadolu, Hazar Denizi’ne bağlayan yörelerde kimi devletler kurdular. Bu devletler; Deylem’de Hicret’in başlangıcından IV. hicriye kadar Alevi boylarından Albuye(931-1065), Ziyarhandaniler(931-1078), Veshvedan, Almakan, Benkak gibi Alevi soylar Deylemistan’ı yarı bağımsız yönettiler (865-1005).
Hz. Muhammed’in torunlarını ve soyunu sürdüren imamlar egemen Emevi ve Abbasi (750-1258) yönetimlerinin hileleriyle şehit edildiler. Kimilerini zehir ile baş kaldıranlarda savaşarak yok ettiler. İmam Azam Ebu Hanife ve İmam Şafii gibi dini önderler dahi Ehl-i Beyt taraftarlarına yapılan zülüm ve katliamlara karşı çıktıkları için işkence görmüşlerdir. 

Gerek Emeviler, gerekse Abbasiler’in yönetimleri ve iktidar olmanın bütün avantajlarını kendi soylarına ve yakın akrabalarına kazandırırlar. İslamın kurallarına uymayarak İran ve Türk bölgelerinde (Horasan ve Deyleman) karşı katliamlar uyguladılar.
Moğol hükümdarı Cengiz Han İran’ı ele geçirdikten sonra Gilan üzerine sefer düzenledi. Bölge dağlık olduğundan egemenlik kuramadı. Ancak Moğol saldırıları süreklilik gösterince bölge güçleri zayıfladı. Moğol güçlerinin karşısında daha fazla direnemeyeceğini anlayan Deyleman-Gilan halkının bir bölümü önce Kuzey Horasan’a çekildi. Bir kısmı da Anadolu’ya göç etmek zorunda kaldı. 

D-) Büyük Selçuklu Devleti 1040-1308)
Büyük Selçukluların başına geçen Tuğrul ve Çağrı Beyler, bağımsızlıklarını kazandıktan sonra kısa zamanda İran, Azerbaycan, Irak’ı ele geçirdiler.1055 yılında Bağdat’a giren Tuğrul Bey,945 yılında Bağdat’ı ele geçiren Deylem halkından olan Büveyhoğulları Devletini ortadan kaldırdı(1055). 

Melik Şah,(1072) Maviye siyasetini güdüyordu. Vezir Nizamümülk döneminde binlerce Ehli Beyt taraftarı öldürüldü. Bu tarihten sonra, Abbasi halifesi, Selçukluların himayesi altına girdi.1258 yılında Moğol Hükümdarı Hülâgu, Bağdat’ı ele geçirip son halife Mutasım öldürülünce, 508 yıl süren Abbasi yönetimi de sona erdi. 

Moğol baskılarından ve Büyük Selçuklulara bağlı yaşamak istemeyen Türkmen toplulukları Anadolu’ya göç etmek zorunda kalırlar, Anadolu’ya gelen Türkmen ve Deylem toplulukların başında Horasan babaları, dedeleri vardı. Anadolu’ya geldiklerinde yönetimde Anadolu Selçuklu Devleti bulunuyordu. Selçukluların yönetimi altındaki Türkmen topluluklarına Anadolu Selçuklu Devletinin toprakları yetmediği için, Anadolu Selçuklular tarafında temel kitle olan Alevi kitlesini dışladılar.

Anadolu’ya göç eden Deylemliler ve Selçuklara bağlı yaşamak istemeyen Türkmen boyları Azerbaycan’dan Doğu Anadolu’ya ilerlediler ve bu günkü Kars, Erzurum Erzincan, Tunceli, Sivas ve Orta Anadolu’ya yerleştiler. 

E-) Anadolu Selçuklular Dönemi (1077-1308). 
Türkler’in 1071 yılından itibaren Anadolu’ya yerleşmeleri ve Anadolu Selçuklu Devleti’nin kurulmasından sonra, Suluca Kara höyük veya Hacımköy’e Sultan Alâeddin Keykubat tarafından Yunus Mükrimin’e yurt olarak verilir

Selçuklu hükümdarı birinci Alâeddin Keykubât döneminde, Mesudiye Dergâhının başına getirilen Horosanlı Baba İlyas Horosani, Babailik adı altında bir tarikat kurdu. Tamamen tasavvufa dayanan bu tarikat, kısa bir zamanda Türkmenler arasında Tokat, Çorum, Sivas, Şebinkarahisar ve Canik vilayetlerine yayıldı ve pek çok taraftar buldu.

Baba İlyas, irşatlarına devam ederken, Baba İshak, müridi olarak bu tekkeye girdi. Aslen Karamanlı olan Baba İshak, 1230 tarihinde Amasya valisi “Hacı Toğrak Bey” in nüfusundan faydalanarak, Babailiği daha da geniş alanlara yaymağa muvaffak oldu. Baba İshak, müridinin bu durumundan faydalanarak, ülkeyi idaresi altına almağa ve Babailiği, tüm Anadolu’ya yaymağa çalıştı. Bu durumdan faydalanan Baba İshak, yeni bir düzen istiyoruz, toplumsal sloganları ile bir ayaklanma başlattı. Bugüne kadar Horasanlı Baba İlyas adına çalışan Baba İshak, bu defa kendi adına harekete geçti. Artık zemin hazırlanmıştı. Şimşat, Kefersud, Antep ve Suriye’deki Alevilerden oluşan 20.000 kişi, Baba İshak’ın etrafında toplandılar. Bunun dışında Amasya, Tokat, Çorum ve Sivas yöresi Türkmenlerinden 30.000 kişilik bir kuvvetle Baba İshak’ın saflarına katıldılar. 3 Ağustos 1239 tarihinde 50.000 kişiden oluşan Türkmenler, Şimşat bucağında harekete geçtiler. Selçuklu yönetiminin baskısı altında halk perişan bir durumdaydı. Buna dayanmayan Alevi Türkmenler, 1240 yılında Baba İshak önderliğinde ayaklandılar. Bu durumu gören memleketin eşrafı, uleması ve zenginleri Mısır’a kaçtılar. Pek çok kimse de Konya’ya sığındı. Konya’ya sığınanlar, Selçuklu Sultanını uyardılar, vezirin de bu işte parmağı olduğunu sultana anlattılar. Böylece Vezir Sadettin ‘in Baba İshak’ın adamı olduğu ortaya çıktı ve derhal idam edildi.
Ayaklananlar, bir kolda Kırşehir yakınlarındaki Malye Ovası’na, oradan da Kayseri’ye gittiler. Diğer bir kol da Sivas’a doğru ilerledi. Daha sonra da Konya üzerine döneceklerdi. Bu durumu fark eden sultan, Hacı Armağan Şahin Bey’in komutasında bir askeri birliği, ayaklananlar üzerine gönderdi. Ancak, isyan bir türlü bastırılamıyordu. Bu durumu gören Gıyasettin Keyhüsrev, ailesi ve hazinesini alarak “Kubadiye” kalesine sığındı. Bu arada Osman Bey’in babası Ertuğrul Gazide bir kuvvetin başına geçerek, Amasya’nın Çat mevkiinde ayaklananlarla savaştı. Ertuğrul Gazi’nin burada göstermiş olduğu büyük başarı, Anadolu beylerinden, ulemaların ve pek çok zenginin Ertuğrul Bey’in yanında yer almasını ve Osmanlı Devletinin kuruluşuna yardım etmesine neden olmuştur. En son olarak da ayaklananlar üzerine “Mubarezettin Armağan Şah” gönderildi.

Selçuklu Devleti, Hıristiyan, Kürt ve Gürcü askerlerinden oluşturduğu devşirme kuvvetlerin desteğiyle, Baba İshak’ın yakalanıp öldürülmesi üzerine ayaklanma kanlı şekilde bastırıldı(1242).Yenilen Türkmenler Anadolu’nun çeşitli bölgelerine dağıldılar. Daha sonraları,”ışıklı” veya “ışıklı” taifesi adı ile anılan Babailer çoğunlukla Balıkesir, Aydın, İzmir, Sivas, Çorum, Yozgat, Sinop, Konya, Karaman ve Antalya bölgelerinde gizli olarak varlıklarını sürdürmüşlerdir. Ancak, Osmanlı’nın Rumeli’yi fethinden sonra Balkanlara göç ettirilmişlerdir.

Horasan erenlerinden,Hünkâr Hacı Bektaş-i Veli Kırşehir-Suluca Karahöyük’e, Taptuk Emre Eskişehir’e, Abdal Musa; Bursa,Antalya’ya; Karaca Ahmet Sultan Manısa (Akhisar) Afyonkarahısar (İhsaniye)-İstanbul’a(Üsküdar) ,Akçakoca;Akyazıya, Barak Baba Bigadiç’e, Hızır Samut Bozka’ya, Sultan Sucattin Veli;Eskişehir’e, Hacim Sultan Uşak’a, Karadonlu Can baba Dersim- Sıvas’a( Divriğ)’ve Anadolu ‘ya yerleştiler.Anadolu’da Zeynel Abidin’den geldiklerini savunan dede ocakları,Ahmet Yesevi ,evladı olarak kabul edip,Anadolu’da ve Balkanlarda XIII..yüzyıl koşullarında Alevi-Bektaşi düşüncesi giderek kök saldı. Hünkâr Hacı Bektaşi Veli’nin birleştirici yapısı o günün koşulların da Anadolu’da yer buldu. Baba İlyas ve Baba İshak’ın taraftarları olan Alevi İslam inancına sahip olan kitleler ile Moğol kıyımında kurtulan Ahiler,Hünkâr Hacı Bektaş-i Veli’nin etrafında toplandılar.Babai hareketleriyle karşılaşan Alevi Türkmen hareketi Hünkar Bektaş- i Veli hareketiyle Anadolu’da tahrisel temel oluşturdu.Anadolu Selçuklu Devleti hükümdarı III..Gıyasettin Keyhüsrev’den sonra,tahta geçen II..Mesut’un ölümünden sonra Anadolu Selçuklu Devleti yıkıldı(1308).Anadolu Selçuklu Devleti’nin yerine birçok Türk Beylikleri kuruldu. Kurulan bu beyliklerin en önemlilerinden biride Osmanlı Beyliğidir. Böylece Anadolu da Beylikler dönemi başladı. Anadolu’ya gelen ve Anadolu’yu aydınlatan Edebali, Hacı Bektaş-i Veli, Ali Evren, Karaca Ahmet, Hacı Bayram Veli, Yunus Emre gibi Alevi-Bektaşi önderleridir. 

F-) OSMANLI DEVLET DÖNEMİNDE ALEVİLİK 

Osmanlı Devleti (1299-1922) 
Osmanlı devletinin kuruluşunda Edibali büyük rol oynamıştır. İlk dönemin padişahları Aleviliğin örgütlü kolu olan Ahilik inancındaydılar.

I. Osman’ın Grek Kaynaklarından “Athman” Alevi menkıbe namelerinde ise “Otaman” (Oddoman) olarak yazılmıştır. Lois Massıgon ve İrene Melikoff, Osman Bey’in adının bir Bektaşi velisine borçlu olduğunu düşünür. Orhan Bey savaşlarda Abdal Musa, Abdal Murad, Geyikli Baba gibi Alevi dervişlerini yanında duruyordu. Orhan Bey Ahiliğe dahi girmiştir. Osman Bey’in oğlu Alâeddin de Ahi örgütündeydi. XIII. yüzyılda Hacı Bektaş (1209-1337) Anadolu’yu dini ve siyasi anlamda etkilemiştir. Özellikle Balkanlarda Bektaşi ocakları toplumunun düzenleyicisi olarak geniş yığınları kucaklandı ve Balkanlarda Türklüğün yayılmasında büyük rol oynadı. 14. yüzyıldan itibaren Anadolu’da ve Rumeli’de Alevi dervişler yoluyla Alevi İslam inancı 16. yüzyılda Balım Sultan ve öteki Alevi-Bektaşi önderlerince örgütlendi. (1421-1451) 

Mehmet Çelebi Dönemi (1413-1420),Mehmet Çelebi döneminin en önemli olaylarından biride Şeyh Bedreddin olayıdır. 
Çelebi Mehmet’in Anadolu Türk birliğini kurmaya çalıştığı bir sırada, tarihimizde “Simavna Kadısı Oğlu” adıyla bilinen Şeyh Bedreddin Mahmut ve arkadaşları tarafından bir isyan başlatıldı. Şeyh Bedreddin, Konya, Mekke ve Kahire gibi önemli kentlerde tahsil görmüş, devrinin önemli bilginleri arasında yer almış, Edirne’de Musa Çelebi tarafından Kazaskerliğe getirildi. Şeyh Bedreddin, daha sonra dinî içerikli ve Sünni İslami görüşlere ters düşüncelerini yaymaya başladı. Çelebi Mehmet, Musa Çelebi’nin ölümünden sonra, Şeyh Bedreddin’i kazaskerlikten aldı. Ancak, ilmine saygı gösterdiği için bin akçe maaşla İznik’te oturmaya mecbur etti.
Şeyh Bedereddin’İn İznik’te bulunduğu sırada; kendisine halife olarak tayin ettiği “Börklüce Mustafa” ile “Torlak Kemâl”, Ege bölgesinde onun fikirlerini yaymaya çalışıyorlardı. Ancak bu kimseler, işi daha da ileri götürerek bir ayaklanma başlattılar. O sırada Selanik’in fethiyle meşgul bulunan Mehmet Çelebi, Amasya valisi bulunan oğlu Şehzade Murad’ı, bir ordunun başına getirerek, SImavilerin üzerine gönderdi. SImavilerle hükümet kuvvetleri, Tire yakınlarında karşı karşıya geldiler. Bu çatışmada pek çok insan hayatını kaybetti ve Börklüce Mustafa, idam edildi. Daha sonra da Torlak Kemâl’in üzerine gidildi ve Torlak Kemâl, yakalanarak idam edildi.

Kadıaskeri Sımavna Kadısı oğlu Bedreddin Mahmud, bu olanları yakından takip ediyordu. Sıranın kendisine geldiğini anladığı için, bir yolunu bulup, Rumeli’ye geçti. Rumeli’ye geçen Şeyh Bedrettin, Rumeli’nin Silistre bölgesinde faaliyetlerini sürdürmeye devam etti. Çelebi Mehmed’İn, kardeşi Musa Çelebi’yi ortadan kaldırdıktan sonra, yedi yıl devam eden Şeyh Bedreddin ayaklanmasını, Mehmet Çelebi Kapıcıbaşı Elvan Ağa’nın komutasında gönderdiği Osmanlı güçleri Bedreddin’İ Bulgaristan-Deliorman’da yakalatarak, Serez’de idam edildi(1420) 

II. Murat Dönemi(1421-1451)
Anadolu fermanlar çıkarılarak Alevilerin öldürmeleri sağlanmıştır.
Amasya ilçesi Bolunu köyündeki Kızılbaş Şeyh Haydar, Çorum Beyi ve kadısına gönderilen fermanlar gibi.) II. Murat’ın Amasya Valisi Yörgüç Paşa’nın bu beylik üzerine düzenlediği sefer sonucunda beylik ortadan kaldırıldı. Kızıl Ahmetliler Beyliği halkının bir kısmı zindanlara doldurulur ve dumandan boğdurularak öldürülür. Bir kısmı da Anadolu’nun çeşitli yerlerine dağıtılmıştır.

II. Bayezıd Dönemi (1389-1402) 
II. Bayezid’in yaşlandığı ve ülke yönetiminin gevşediği bir sırada, Şah kulu büyük bir ayaklanma başlattı (1511). Şah kulu, Hamitli, Teke yöresini çok büyük tahribat yaptı. Kütahya’yı alıp, Bursa’yı tehdit etti. İsyanı bastırmakla görevlendirilen Sadrazam Ali Paşa ile Şah kulu, Kayseri-Sivas bölgesinde karşılaştılar çıkan çatışmada Şah Kulu öldürüldü II. Bayezıd Anadolu’daki birçok Alevi-Bektaşi inançlı, 7000 kişiyi Rumeli’ye, Mora ve Koron kalelerine sürgün edilir ve taraftarları dağıtılır (1502). 
Yavuz Sultan Selim Dönemi (1512-152.) 

Avusturyalı tarihçi Joseph Hammer, bir Alevi-Bektaşi katliamında söz etmektedir.
Yavuz Sultan Selim öncellikle Rumeli ve Anadolu’da Alevilikle suçlananların bir listesini hazırlatıp, 7 yaşından 70 yaşına kadar olan Alevi-Bektaşileri (Cafer-i Sadık mezheplerine mensup olanları) 40 bin kişinin boynunu vurdurdu ve geri kalanları da hapse mahkûm etti. Öldürülenlerin çoğunlukla Dersimliydi. Ve Hacı Rüstem’in yakın çevresine mensup kimselerdi.
Kanuni Sultan Süleyman döneminde ise (1520-1566)

Osmanlı Devleti’ni sarsan büyük ayaklanmalardan biri de Kalender Çelebi ve Baba Zünnun ayaklanmalarıdır.
Kanuni döneminde Anadolu’da bazı isyanlar meydana geldi. Nitekim bunlardan birisi de Yozgat (Boz ok) sancağının yazımı sırasında tespit edilen vergiye itirazla başlamıştır. Süklün Koca ve Zünnun adlı Türkmen babaları, tespit edilen vergiyi çok bularak itiraz ettiler. İstekleri kabul edilmeyince de isyan ettiler. İsyancılar, Sivas ve Tokat taraflarını ele geçirmek üzereyken, merkezden gelen hükümet kuvvetlerince yakalanarak ortadan kaldırıldılar (1526)Kalender oğlu, Hacı Bektaşi- i Veli’nin soyundan olduğunu iddia ederek, Karaman taraflarında ayaklandı. Bu arada Maraş Beylerbeyi Dulkadiroğlu Ali Bey, Kanuni tarafından öldürüldü ve dirlikleri kesilen taraftarları da Kalender Oğlu’nun taraftarlarıyla birleşmişlerdi. Kalender Oğlu’nun yanında 30.000 kişilik bir kuvvet oluştu. Kalender oğlu üzerlerine gönderilen kuvvetler yenilgiye uğratıldı, Sadrazam İbrahim Paşa tarafından yakalanarak
öldürüldü (1527). Bu arada Adana yöresinde bazı Türkmenler arasında da sık, sık isyanlar görüldü. Fakat Adana Valisi Piri Bey tarafından isyanlar bastırıldı. Pir Sultan, II. Beyazıt, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman dönemlerinde yaşamıştır. Yavuz ve Kanuni, Alevi, Türkmen ve köylü kıyımlarını yaşamış; yine bu dönemdeki Şah kulu, Atmaca, Baba Zünnun, Kalender Çelebi ayaklanmalarından etkilemiş ve bunlarla ilişki içerisine girmiştir.

Kanuni’nin İran seferi sırasında uyguladığı Alevi-Türkmen kırımı sonucunda Pir Sultan Sivas’ta idam edildi. (Doğ. 1470/8-öl: 1547-50) (171, bkz. A.Özkırımlı. 1990) (s:140)

1522 yılında da Kanuni tarafında Dulkadir Beyi Şah Suvardı, Ali Bey ve Türkmenleri öldürüldü. 1527 yılında patlak veren Kalender Çelebi ve Baba Zünnun ayaklanmaları, Kanuni Sultan Süleyman tarafından kanlı şekilde bastırılır. 16. yüzyılda Osmanlı yönetimi özellikle Yavuz Sultan Selim ve Kanuni dönemlerinde Anadolu’nun yoksul halkı olan Alevi Türkmenleri karşısına almıştı. 

Padişah III. Murat Dönemi (1574-1595)
Erzurum, Amasya, Çorum vb. yerlerde dahi çıkarılan fermanlar yüzlerle Alevi-Bektaşi katliamı yaşanmıştı. Alevilerin bir kısmını da Kıbrıs’a sürgün edildi (Mayıs 1577). 

I. Ahmet’in Dönemi (1603-1617). 
I Ahmet, Kuyucu Murat Paşa hakkında: “Koca Murat Paşa! Kızılbaş seferine gitmek istemez diyenleri yanıtlamaktadır. Hükümdar ol, bir gazi ve hacı, ihtiyar ve iş bilir vezirdir Anadolu vilayetinde alakamız kalmamış iken yeniden ele geçirdi. Bu denli Celali askerlerine galip olup kırdı, zor ve tedbir ile bu kadar yıkıcıların, bozguncuların hakkından gelip uğrunda can ve baş ile hizmet ettiği” demektedir. (Bkz. Naim Mustafa Efendi, Naima Tarihi, Zuhuri Danışma Yay; c: 2, İst. 1968, s. 612, Haz. Zuhuri Danışman)
Padişah: I. Ahmet ve I. Mustafa dönemlerinde ise;(1617-1618) görevlendirilen Kuyucu Murat Paşa, Celalilerin ayaklanmalarını bastırmak bahanesiyle 90-120.000 Alevi-Bektaşi diri, diri kuyulara atarak katletmiştir.(1616 V. Murat döneminde ise (1623-1640)Alevi- Bektaşi katliamları devam etmiştir. 

II. Mahmut Dönemi (1808-1839) 
15.Haziran 1826 yılında Yeniçeri Ocağı kaldırıldı. Yeniçeri Ocağı kaldırıldıktan sonra padişah II.Mahmud’un emri ile Abu Suudi Camiinde tarikat şeyhleri, Bektaşi Tekke ve Dergâhlarını kapatma kararı alırlar.

Bu ocağa bağlı Bektaşi Tekkeleri, bağlı kişilerin toplandığı ve tören yaptıkları tekke ve zaviyeler yıktırıldı. Tekkelerin mal varlıklarına el konuldu, Bektaşi babaları Konya, Kayseri, Tire vb. gibi Sünnilerin yoğun olduğu yerlere sürgün edildiler ve bir kısmı da öldürüldü. 1827 yılında çıkarılan bir fermanla Anadolu’daki tüm Bektaşi Tekkelerine ait, (türbeleri hariç) tüm binalarının yıktırılma, eşya ve mal varlıklarına el koyma öngörüldü ve uygulandı. 100 dolayında Alevi-Bektaşi Tekke ve türbesi kapatıldı. Alevi- Bektaşi Babaları bir kısmı da sürgün edildi. Yeniçeri ocağı kaldırılırken Alevi- Bektaşi Tekkeleri yağmalandı, tarihi belgeler yok edildi.
Bektaşilerin piri Hacı Bektaş Veli (1209-1337) dir. Bektaşilik bir tarikat olup, kurucusu Hacı Bektaşi-i Veli dır. Ayinleri kurumlaştıran ise, Balım Sultandır. (…-1516) I.Murat döneminde kurulan Yeniçeri Ocağı, Osmanlı ordusunun temelini oluşturmuştu (1362). Bektaşiler nüfuslarıyla XIII. Yüzyıllardan, XV. yüzyıllara kadar dini ve siyasi etki yapmışlardı.

II. Mahmut Yeniçeri Ocağı, 15 Haziran 1826’da kaldırıldıktan sonra, Bektaşi Babalar, sapık inançlı ve şeriat kurallarına uymamak gibi nedenlerle suçlanıp, Ankara, Sivas, Kayseri, Amasya, Tire, Aydın, Hadım ve Birgi’ye sürgün edilirler. 

II1. Selim Dönemi (1789-1807) 
Ahmet Yesevi evlatları sapıklıkla suçlanıp, Kıbrıs’a sürgün edilirler, binlerce Alevi öldürülür ve hapse mahkûm edilir. Bu dönem de bir kısım Bektaşi tekkeleri yıktırılır, bir kısmı da kapatılır. Yıktırılan tekkelerden Karaağaç (Münir Baba), Rumeli Hisarı Tekkesi, Sütlüce Tekkesi, Yedikule Tekkesi, Eyüp Karyağdı Baba Tekkesi ve Çamlıca Tekkesi. Kapatılan Dergâhlardan Karaca Ahmet Sultan Dergâhı, Şahkulu Sultan Dergâhı gibi. Bu Dergâh ve Tekkeler de bulunan kitaplar da yakılarak yok edildi. Bir süre sonra birçok dergâhın başına da Nakşibendî şeyhleri atandı. (1840) İstanbul Karaağaç Tekkesindeki Bektaşi Dervişleri Amasya’ya sürgün edildiler. 

11. Abdülhamit Dönemi (1876-1909) 
27 Aralık 1893 yılında Şurayı-ı Devlet ile Badi-ı Ali Sadaret dairesinden Eflaf-ı Hümayun Nezareti’ne gönderdiği bir yazıda Kırşehir’de Hacı Bektaşi-ı Veli Dergâhındaki cami ile kırklar meydanının onarımı ve çeşmesinin yeniden inşası ve tamirat karşılığı olarak hazineden biriken pazardan harcanılması talep edilmektedir.

Padişah Abdülaziz döneminde ise (1861-1876) 
Bektaşi tekke ve dergâhlarının yeniden açılmasına izin verildi. Bu dönemde Bektaşilik, Alevlilik şeklinde Anadolu’nun Sivas, Dersim, Malatya, Kars, Erzurum, Erzincan, Tokat, Çorum, Adana, Mersin, İzmir, gibi illere ve Rumeli, Arnavutluk, Makedonya, Bulgaristan, Yunanistan’a yayılmıştır. 

Osmanlı tarihini Türklerin tarihi,Osmanlı savaşlarını da Türklerin savaşı olarak anlamak gerçekleri çarpıtmaktır.Osmanlı Türk Beyliklerinin,Alevi toplumunu düşman olarak görmüştür.Osmanlı Tarihi başta Alevilerin ve diğer Türk beyliklerinin ve diğer Anadolu halklarının KATLİAM TARİHİDİR.,Bunun dışında Türklerin tarihi,Osmanlı tarihinden çok Akkoyunların, Karakoyunların,Safavilerin dolaysıyla, Baba İlyasların,Yunusların,Haci Bektaşilerin tarihi olabilirdi,Ancak Osmanlı yönetici kastı, kapıkulu içine Türk adını almadığı gibi ,buna karşın Sırıp,Rum v.b.halklardan getirilen devşirmelerden oluşturuldu.Osmanlı eğemen aklı olan Yunus Emreler,Ehli Beyt yolunda yürüyenlere ölüm fermanları düzmüş ve cihat ilan etmiştir.

Cumhuriyet Döneminde ise; Koçgiri ve Dersim katliamları gerçekleşti. 

Celal Bayar hükümeti döneminde ise, görevli, Dördüncü Umum Müfettişlik Gizli Raporuna göre; 
Dersimde 13 bin 160 kişi sivilin öldürüldüğü, 11 bin 818 kişinin ise sürgün edildiği belirtilmektedir. 6 Ağustos 1938 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla, 1246 haneden 5000 kişinin, 15 şehrin 50 kazasına bağlı 922 kişi, “bir köye, bir hane” şeklinde dağıtılır. 
Dersim’lilerin, bir hane bir köye verilmek şeklinde Türkiye’nin çeşitli yörelerine serpiştirilerek tarihlerini, dillerini, kültür ve inançlarını kısaca tüm değerlerini unutmalarını ve asimilasyona uğramaları hedeflendi. Devletin temel politikası topyekûn olarak yaşlı, çocuk, hasta, hamile, asker, zengin, fakir ayırmaksızın- sürgün edilir. Sürgünler genellikle “bir hane – bir köye” denk düşecek şekilde zorunlu ikame ettirilir. Aileler birbirinden koparılır. Gurup içi iletişime son verilir. Tarih, dil, kültür ve inanç unutturulmaya çalışılır. 1947 yılında çıkarılan yasa düzenlemesiyle geriye dönüş serbest olduğu halde dönmeyen ailelerde olur. 2510 sayılı yasaya göre 778 aileden 4066 kişi olup, 1947 affı ile 556 aileden ise 3144 kişi geri döner. 222 aileden 922 kişi de batıda kalır. (Ülkü, 2001, 164) 1947 yılında sürgünden Dersim’e dönen ailelere karşı Devlet olumlu yaklaşım göstermez. 3 Haziran 1939 tarihli ve 2/11158 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile nakledilen bu aile, 5098 sayılı kanun ile 1947’de geri döner. 1938’de köyü ve evi yakılan Dersim’lilere dönüşte evlerini onarmaları için dahi devletçe herhangi bir yardım yapılmaz. 

III-ANAYASA VE YASALARDA ALEVİLİĞİN YERİ, ALEVİLERİN SORUNLARI 

1-Anayasa ne diyor, uygulama nasıl?
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında, devletin ve toplumun dinine ilişkin hiçbir belirleme yapılmaz. Bu, Cumhuriyet’in temel ilkelerinden biri olan “laiklik”in gereğidir. Laik devlet, Türkiye toplumundaki herhangi bir dinsel inancın yanında, onun destekleyicisi vb olamaz. Aynı şekilde, herhangi bir dinsel inancı karşısına da almaz, alamaz. Laiklik gereği olarak, almamalıdır. Herhangi bir dinsel inancı diğerlerine göre kayıramadığı gibi, başka bir inancı da, beriki lehine baskılayamaz. 
Aynı şekilde, eğitim ve öğretime ilişkin yasalar (Milli Eğitim Temel Kanunu, vd) başta olmak üzere, Medeni Kanun, Borçlar Kanunu, İş Kanunu, Ceza Kanunu gibi toplumsal yaşamı düzenleyen yasaların hiçbirinde de, yurttaşlar arasında dini inançlara göre bir ayrım, bir ayrıcalık öngörülmez. 

Yasalar ve Türkiye’nin genel hukuk düzeni böyle olmakla birlikte, gelgelelim yaşamın pratiğinde durum hiç de yasalarda yazılı olduğu gibi değildir. Devletin örgütlenmesinden başlayarak, devletin işleyişinde ve yurttaşlarla ilişkilerinde egemen olan uygulama, Sünni İslam mezheplerine göre yürütülmektedir. Bu uygulamaya göre, Türkiye toplumu dini inanç bakımından türdeştir ve Sünni Hanefi mezhebindendir. Devletin, toplumun din işleriyle ilgili kurumu Diyanet İşleri Başkanlığı bu Sünni İslam mezhebini esas alarak çalışır. İster devlet eliyle yapılsın, ister inanç sahipleri ve grupları tarafından yapılsın, ibadethaneler ve onların hizmetleri konusunda sadece camiler için, camilerde ibadet eden toplum kesimleri için tam bir serbesti vardır. Ama Alevilik hem bu hizmetlerden yoksundur, hem de Alevi yurttaşların

Bu tür ihtiyaçlarını giderme, büyük baskı altındadır. 
Alevilerin Cumhuriyet döneminde de, Osmanlı’dan kalma baskılarla, fiili yasaklamalarla karşı karşıya kalmışlardır. Bu baskı ve yasaklamalar, hem devlet-yurttaş ilişkilerinde, hem de toplumun kendi içinde uygulanmıştır. Alevilik inancı, Sünni İslam inanışları ve o inanış temelinde örgütlenmiş Diyanet İşleri, Üniversiteler tarafından, büyük bir dışlanmaya, baskılamaya maruz kalmıştır. Bu baskıların zaman, zaman şiddete dayalı saldırılar biçimini almış olmasından ise, söz bile etmiyorum. 
Cumhuriyet maalesef, ne devlet katında, ne de toplum katında laiklik ilkesini egemen kılabilmiştir. Aleviliğe ilişkin bütün bu baskı, kısıtlama, yasaklama ve şiddetten, nasibini almıştır. Söylediklerimizi kısa örneklerle daha da açık ve somut hale getirelim. 
Örneğin, Anayasa’nın 10. Maddesi’nde, “herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetmeksizin kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye aileye ve zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar” yazar. 24. Maddesi’nde ise “Herkes, vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir” hükmü yer alır. 24. Madde’ye göre de, Anayasanın 14. Madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dini ayin ve törenler serbesttir. Kimse ibadete, dini ayin ve törenlere katılmaya, dini inanç ve kanaatlerini açıklanmaya zorlanamaz; dini inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz. 
Din ve ahlak eğitim öğretimi devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Din kültürü ve ahlak öğretimi ilk ve orta öğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bunun dışındaki din eğitim ve öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanuni temsilcisinin talebine bağlıdır. 

Kimse, devletin sosyal, ekonomik, siyasi ve hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandıramaz ya da siyasi, kişiler çıkar, nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, din ya da din duygularını ya da dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz. İnsan Hakları Bildirgesi’nin 18. maddesi; “Herkesin düşünce, vicdan ve din özgürlüğü hakkı vardır. Bu hak, din veya topluca, açık olarak ya da özel biçimde öğrenim, uygulama, ibadet ve dinsel törenleri açığa vurma özgürlüğünü içerir”, der. Anayasamıza göre, Türkiye laik ve demokratik bir ülkedir, yukarıda aldığımız maddelerden de anlaşılacağı gibi, “din ve ibadet özgürlüğü” yasal güvence altında alınmıştır. Ne yazık ki “yurttaşlar arasında ayırım yapmamak, yasaları yurttaşlara farklı uygulamamak” hükümlerine karşı Alevilik hâlâ resmi düzeyde yok sayılmaktadır. 

2-Diyanet’in Dünü ve Bugünü 
3 Mart 1924’te kaldırılan halifelikten sonra şeyhülislamlığın yeni bir biçimi ve devamı niteliğinde olan “Şeriye Vekâleti” de kaldırılmış, yerine İslam dininin inanç ve ibadetlerine ilişkin hükümleri içeren işlerini yürütmek amacıyla “Diyanet İşleri Reisliği” kurulmuştur. 22 Haziran 1965’te kabul edilen yasa ile Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kuruluş ve görevleri yeniden düzenlenmiştir. Bu kuruluş yasası 26 Nisan 1979 tarih ve 1982 sayılı yasayla önemli ölçüde değişikliğe uğradı. 18 Temmuz 1984’te çıkarılan kadro kararnamesine göre, Diyanet İşleri Başkanlığı merkez ve taşra teşkilatı son şeklini aldı. Bu yasada Diyanet İşleri Başkanlığı’nın görevi “T.C. vatandaşlarına din hizmeti (!) götürmek” olarak tanımlanmaktadır.

Diyanet İşleri Başkanlığı kuruluşundan günümüze Hanefi mezhebinin bir kurumu işlevini görmektedir. Kurumda 94,579 kişilik personel görev yapmaktadır. Tahminen yüz bini aşmış durumdadır. Yılda yapılan cami sayısı ortalama 1.500’dür. 2012 yılı sonunda camii sayısının120,000’e çıkacağı sanılmaktadır. 

1992 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesi 3 trilyon lira, 1993’te 3,7 trilyon, 1994’te 8,5trilyon, 1995’te 12 trilyon, 1996’da 43 trilyon, 1997’de 47 trilyon, 1998’de 93 trilyon, 1999’da 253 trilyon, 2000’de 350 trilyon, 2001’de 372 trilyon, 2002’de 475 trilyon, 2003’te 713 trilyona çıkmıştır. 2004’te 997 trilyon 437 milyara çıkmıştır. 9 bakanlığın bütçesinden daha fazla ödenek ayrılmıştı.2005’te bir katrilyon 122 milyar, 2006’da 1 katrilyon 308 trilyon, 2007’de, 2 katrilyon; 2008 yılında ise, 1.211.608 katrilyon 2009 yılında 3 katrilyona varan bütçe ile dokuz bakanlığın bütçesinden daha fazla bir bütçe ile inanç hizmeti yürütmektedir. 2010 yılında 5 milyar, 2012 yılında ise,3 milyon 983 milyon tl bütçeden pay ayrıldı. 
Diyanet sadece belli bir mezhebe hizmeti götürmektedir. Hz. Muhammed’in herkese uyguladığı adalet, güven ve ahlakilik ilkelerini acaba bu diyanet uyguluyor mu? 

2004 yılı itibariyle imam hatip lisesi mezunlarının sadece%7,4’ü camilerde din adamı olarak görev yapmaktadır. Bu gerçek, imam hatip liselerinde eğitim gören öğrencilerin ancak % 12’sinin “imam hatip” olmak istediğini doğrulamaktadır.
1945 yılında köylerdeki cami ve mescit oranı 6,7 iken, 1960’ta yüzde 75,3’e çıkmıştır. Bu dönemde din birden keşfedilmiş, yaklaşık 11 kat artmıştır. Cami ve mescit sayısı, “Köy Enstitüleri”nin kapatılıp bunların yerine cami ve mescit yapılmasıyla hızla yükselmiştir. Oysa Avrupa’da hiçbir devlet dinle ilgili çalışmalarda maaş ödememekte, ibadet yerlerinin elektrik, su ve doğalgaz ihtiyaçları için ödenek ayırmamaktadır. 

3-Sorunları Aşmada Alevi Çalıştayları
3/4 Haziran 2009 Ankara, 8 Temmuz 2009 tarihinde İstanbul, 19 Ağustos 2009 yine Ankara’da, 30 Eylül 2009 tarihinde Ankara, 11 Kasım 2009 tarihinde İstanbul’da altıncısı da 17 Aralık 2009 tarihinde Ankara da gerçekleşti. Alevi çalıştayı olarak bilinen çalıştayların dizisi 27-3 Ocak 2010 tarihinde Ankara Kızılcahamam da gerçekleştirilen yedinci ve son çalış taylara sözde tamamlandı. Bu çalıştaylara yaklaşık 400 kişi katılmasına rağmen umulan sonuçlar bu güne kadar alınamadı. Aleviliğin İslam üst başlığı altında “Hak, Muhammed- Ali” kavramlar etrafında oluşan bir inanç ve erkân yolu olduğu konusunun dışında ciddi bir gelişme görülmedi. 

4-Alevilerin Talepleri
1. Diyanet İşleri Başkanlığı toplumdaki bütün dinsel ve mezhepsel katmanların dinsel inançlarını karşılayacak şekilde yeniden düzenlenmeli, Din İşleri Yüksek Kurulu oluşturularak doğrudan Cumhurbaşkanlığına bağlı özerk konuma kavuşturmalı ve nüfus oranında genel bütçeden pay verilmesi.
2. Aleviler ibadet yerinin Cem evi olarak kabul edilmesi.
3. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerinde Aleviliği yer almadığı bir İslam içindeki yerinin belirlenmediği görülmüştür. Okullarda tamamen Sünni teoloji anlatılmaktadır. İnanç farklılıkları göz ardı edilmektedir. İslam’ın Arap-Emevi yorumu öne çıkarılmıştır. Bu nedenle Alevilik İslam inancı anlatılmamaktadır. Din kültürü ve Ahlak Bilgisi kitaplarında Kuran ve Ehlibeyt, Alevilik Ahlak Yasası ve anlayışları, Alevilikte Cem, 12 hizmet, sema, musahiplik, kirvelik, Hızır ve muharrem oruçları, dört kapı, kırk makam, üç sünnet, yedi farz, on iki farz, Alevilik Edebiyatı, Alevilik Erkanları ve ibadetleri mutlaka yer almalıdır. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersleri mezhepler üstü model şeklinde yeniden hazırlanmalıdır.
4. Emeviler ve Abbasiler döneminden beri süre gelen Din kitaplar ve ansiklopedilerde Aleviler – Ehlibeyt hakkında uydurulan hadislerden ve devlet arşivindeki kitap ve belgelerdeki aşağılayıcı, kötüleyici, sözcük ve kavramlardan arındırmalıdır. Alevi Edebiyatını tanıtıcı okuma parçalarının kitaplarda yer almalıdır. Bu nedenle Alevi inancına saygı gösterilmesi ve yanlıştan vazgeçilmesi anlatılmaktadır.
5. İmar Kanunu ve Köy Kanununda değişiklik yapılarak tıpkı Cami, Kilise, Sinagog, Havra gibi Alevilerin ibadet yeri olan Cem evlerine yer ayrılmalıdır. Elektrik, su, doğalgaz ve diğer giderleri karşılanmalıdır. Sünni cemaatin ibadethanelerine verilen devlet desteğinin aynısı Alevi ibadet yerleri olan Cem evlerine ödenerek verilmelidir.
6. Alevi inanç önderlerini çağın gereklerine göre yetiştirebilecek orta ve yüksek öğrenim kurumları oluşturulmalıdır.
7. Alevi toplumunun kendilerini ifade edebilecek inançları icra edebilecek inanç ve ibadet usullerini kabullenmesi ve özel bir yasayla mutlaka yasallaştırılmalıdır.
8. Devlet Alevilerin potansiyel suçlu görmekten vazgeçilmeli, Alevilere karşı eşit, adil, inançlara saygı temelinde hareket etmelidir. Anayasanın 10. ve 24. maddeleri işler hale getirilmelidir.
9. Devlet Alevilik inancını tarihi ve kültürel yönüyle de insana tanıtacak TV programlarına yer vermelidir.
10. Bağlama okullarda çalgı aleti aracı olarak kabul edilmelidir.
11. Muharrem orucu ve Hz. Ali’nin doğum günü olarak kabul edilen Nevruz bayramının dini gün olarak kutlanması. Gadr-i Hum gününün kurtuluş günü olarak kutlanması. 

IV-SONUÇ VE ÖNERİLER 
Ülkemizde inanç hakları ile ilgili olarak:
1- İnsan haklarına, özellikle din ve inanç özgürlüğüne saygı gösterilmeli, bu konuda hoşgörülü bir ortamın oluşması sağlanmalı.
2- Dine veya inanca dayalı ayrımcılık ve hoşgörü eksikliği ve dine veya inanca dayalı önyargılar ve tek tipleştirme eğilimleri ile mücadele edilmeli.
3- Din eğitimi isteğe bağlı olmalıdır Zorunlu veya seçmeli ders olarak okullarımızda okutulmamalıdır. İsteğe bağlı din eğitimi, örgün eğitim çerçevesi içinde planlanmalıdır.
4- İsteğe bağlı din eğitiminin içeriği Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin içerik ve felsefe boyutuyla çelişmeyecek şekilde tasarlanmalı ve uygulanmalıdır. İsteğe bağlı din eğitimi üniversite mezunu, pedagojik formasyon almış ve din eğitimini yukarıda yazılı ilkeler doğrultusunda uygulayabilecek din bilgisi öğretmenleri tarafından verilmelidir.
5- İsteğe bağlı din dersi veren öğretmenlerin maaş ve ücreti için devlet bütçesinden herhangi bir pay ayrılmamalıdır.
6- Bu alternatiflerin ülkemizdeki inanç çeşitliliğini yansıtan katılımcı bir süreç içerisinde uzmanlar tarafından tartışılması ve kabul edilebilir, uygulanabilir ve sürdürülebilir bir öneri geliştirmelidir.
7-Din Kültürü ve Ahlak Eğitimi mezhepler üstü bir yaklaşım içerisinde din eğitimi bir hak olarak görülmeli. Anayasal tercih din eğitiminin bir özgürlük konusu olarak ele alınıp sosyal bir hak olarak da yenilen düzenlemelidir. Türkiye’de din eğitimi kendi tarihsel toplumsal, siyasal yapısı içinde yeniden XXI. yüzyıl Türkiye’sine yakışır bir şekilde yeniden ele alınmalıdır.
8-Başta Aleviler olmak üzere Şiileri, Şafileri, Bahaîleri, Katolikleri, Ortodoksları, Protestanları, Gregoryenleri, Musevileri, Süryani ve Ezidileri, Nusayrileri, Agnostikleri, Deistleri, Ateistleri ve tüm inanç gruplarını eşit adil, ahlakilik ve güven temeli üzerinde inançlarına özgürlük sağlanmalıdır.
9- Diyanet İşleri Başkanlığı tüm inanç kurumlarının ihtiyaçlarını karşılayacak özerk bir kurum haline getiril

Bu konuyu yazdır

  Bayram Cem'i üzerine açıklama ve bilgilendirme
Yazar: Pervane - 08-16-2018, 11:43 PM - Forum: İnanç ve İbadetlerimiz - Yorum Yok

Bayram Cemi Üzerine Açıklama ve Bilgilendirme;

Alevi İslam inancı merkeze daima insanı koymuş ve kıblegâh gerekiyorsa duvara değil Âdeme diyerek Vahdet-i Vücut anlayışını itikâdi yaşamına aksettirmiş bir inanç sistemi olarak görmekteyiz. Yani, inananıyla inanmayanıyla, Kürdüyle Türküyle, Lazıyla Çerkeziyle, Alevisiyle Sünnisiyle ayrım yapmaksızın her insana yaratılışı gereği sevmiş ve kim olursa olsun Tanrının bir zerresi olarak değer vermiştir. Her toplumun kendine ait bazı adet ve gelenekleri vardır. Bu gelenekler bazen din temalı bazen de kadimsel geleneklere dayalı olarak günümüze kadar geldiğini görmekteyiz.
Bir kimse bir şeye inanıyorsa diğer tüm insanlarda buna saygı duymak zorundadır.
İslam Dünyasında Sünni ve Şii grupların tuttuğu en büyük oruçlardan biri Ramazan Orucudur. Bu orucun sonrasında ise geleneksel olarak bir bayram yapılır. Bu bayrama “Ramazan Bayramı” bir başka söylem ile “Şeker Bayramı” denilmektedir. Ramazan bayramı deyimini ekseriyetle ümmetçi cenah tercih etmektedir.

Bu Bayramın Kökeni Nedir?

Malum İslam dini takvim olarak güneş takvimini değil, dünyadaki tüm ulusların binlerce yıl evvel terk ettikleri iptidai ay takvimini kullanıyor.

Çünkü Ortadoğu için makbul olan ay, doğu-orta asya için ise makbul olan güneştir. İşte bu yüzden Araplar bu eski geleneği bırakmıyor. Bir de bunun en önemli nedeni Arapların İslamiyet’ten evvel taptıkları “Al ilah” ismi verilen Ay Tanrısıdır.  Gökteki tanrılara yakın olma umdesi ile Sümerler Ziggurat ismi verilen yapılar inşa etmiş, bu yapılar sayesinde astronomi bilimi ile uğraşmış, gök cisimlerini gözetlemiş ve takvim sistemi geliştirmişlerdir.

Geliştirdikleri ilk takvim ise ay takvimidir. Bu sayede Sümerler doğumdan ticarete, tarımdan hayvancılığa kadar hayatlarını düzene sokmaya çalışmışlar bunda da kısmen başarılı olmuşlardır.

Lakin Sümerlerin kullandığı bu ay takvimi senelik döngüde eksik kalmasından dolayı çeşitli aksaklıklara sebep olmuş, bu aksaklıklar ve astronomi alanındaki gelişmeler Sümerleri özlerine, yani doğuya, yani güneşe biat etmeye zorlamıştır.

Sümerler, bu geçiş süreci zarfında ay takvimini sadece dinsel motiflerinde kullanmaya başlamış, diğer günlük hayatta güneş takvimi kullanmışlardır.

İşte Sümerlerin ay takvimi kullandıkları tarihlerde bir senenin sonu olarak kutladıkları bayram, günümüz İslam dünyasının Ramazan ayına denk gelmekte olup, Sümerlerde çeşitli etkinlikler ve törenler ile kutlanmaktaydı…

Sümer mitlerinde yeri olan, Sümer ay takviminin bitiş günü olan Ramazan ayının son günü bayramının dünyaya yayılış kökeni budur.

Sümerleri takiben bu bayram diğer Turani-Altayik kavimler tarafından da kutlanmış, Sümerlerden sonra İskit Türkleri, Hititler, daha sonra sırasıyla Hazar ve Avar Türkleri ve Turani Kavimler bu “Ay Bayramı”nı kutlamaya başlamışlardır.

Kız alıp kız verme törenleri, düğünler bu tarihlere denk getirilir, taraflar karşılıklı olarak birbirlerine bal-şeker-tatlı armağan ederlerdi…

Ortada ne Ramazan, ne de Hz. Muhammed yok iken, Türk Toplulukları, Arapların Ramazan ayının sonunda kutladıkları “şeker bayramı” kutlamalarını zaten yapmaktaydılar. Bu bayramlarda en güzel kıyafetler giyilir, çeşitli şenlik ve toylar düzenlerlerdi… Türklerin bir kısmı da Müslüman olduktan sonra bu bayramı Ramazanın sonu ile birleştirerek tek bir bayram haline getirmişler ve yine şeker bayramı olarak kutlamaya devam etmişlerdir.

Lakin Arap hayranlığı duyanlar bu bayramı “Ramazan Bayramı” olarak adlandırmışlardır.

Oysaki Arapların Ay Tanrısı olan “Al ilah” zamanından beri, Araplar da Türklerin kutladığı bu şeker bayramını kutlarlardı.

İslamiyet ortaya çıkıp Ramazan ayında oruç ibadetinin oluşmasıyla Araplar, Ramazan ayının sonuna denk gelen bu şaman inancını, ay tanrısı dininin geleneklerini devam ettirmişler ve Türk Budununun şeker bayramını İslam Dini ile ilintilendirerek kutlamaya devam etmişlerdir…

Hülasa şeker bayramı da binlerce yıllık bir Turan Bayramıdır.

Bayram Ne Demektir?

Bayram kelimesinin kökeni tartışmalı. Bazılarına göre Farsça “bezram” kelimesinden geliyor. Bunun da “bezm-irâm” (neşe günü) sözünden bozma olduğu söyleniyor. Bazılarına göre ise eski Türkçe’de de mevcut olan bir kelime bu. Kaşgarlı Mahmud, Türkçenin ilk sözlüğü olan “Divan-ı Lügatü’t-Türk”deki bayram (bazram) maddesinde;  “bu kelimenin aslını bilmiyorum; Çünkü bu kelimeyi Farslar’dan dahi işittim”   diyor ki İranlıların da kullanıyor olması Farsça kökenli olduğu tezini kuvvetlendiriyor.

Ramazan Bayramı denilen günün Arapçadaki aslı “Iyd el-Fıtr”dır. Fıtr ise yardımlaşma demektir. Bu yardımlaşma ile Tanrı’nın insanlara bereket vereceği düşüncesi egemen olur.

Sonuç olarak;

Tüm bu yazılanlar ile anlatmaya çalıştığımız şudur. Efendim “Hz. Ali Ramazan ayının 19. Günü hançerlendi 21. Günü şehit oldu. Develerle yolculuk eden kişiler Şam’a bu haberi getirdi ve Şam Valisi Muaviye çocuklara şeker dağıttı” düşüncesi kadar bilimden tarihten uzak bir düşünce olamaz. Yukarıda belirttiğimiz tarihi ve bilimsel açıklama, kulaktan dolma, halkı kin ve nefrete sürükleyecek aslı astarı olmayan açıklamalara karşı yapılmış zaruri bir açıklamadır.

Demek ki!

Kabul etsek de etmesek de böyle bir bayram var ve biz Aleviler bu bayramın yoğun olarak kutlanıldığı Türkiye Cumhuriyetinde yaşıyoruz. Kapı komşumuz, işverenimiz, çalışanımız bayram olarak kabul ettiği bu güne saygı duymak mecburiyetindeyiz. Ramazan ayının sonunda kutlanılan bu bayram devlet tarafından da yasal olarak resmi tatil olarak ilan edilmiş, kamu çalışanlarına ikramiyeler verilmiş, ücrete tabi olan köprüler ücretsiz hale getirilmiş ve halkın kabullendiği bu bayram, devlet tarafından da desteklenmiştir. Bu yapılanlardan Alevi-Sünni herkes faydalanmaktadır. Bu bayram bizim bayramımız değildir diyen kurumlara sormak istiyoruz, size verilen bayram ikramiyelerini iade ediyor musunuz? Ücretsiz köprülere bu benim bayramım değil demek suretiyle ücretini veriyor musunuz, bu tatil benim tatilim değil diyerek bayram tatilinde çalışmaya devam ediyor musunuz? Hayır. O halde bu toplum içerisinde yaşıyorsak bazı ortak değerlerde de buluşmamız gerektiğini de bilmemiz gerekiyor.

CEM EVLERİMİZİN KAPISI DAİMA AÇIKTIR

Biz Aleviler, tarih boyunca demokrasi ve insan haklarının yılmaz savunucuları olmuşuz. İnsanı ikiye ayırmışız, iyiler ve kötüler olarak. İyilerin birlik beraberliğine ortak yaşamına ve saygı sevgi çerçevesinde inançlarına saygı duymasına daim katkı sağlamış ve bu ilkeler ile yaşamını ikame etmiş bir toplum olarak kendimizi göstermişiz.

Alevi Kurumları olduğunu idea eden kimselerce, bayram sabahı cem evlerini açmama kararı ile birlikte, açan kurumları da asimilasyoncu olarak lanse etmişlerdir. Cem Vakfı Alevi İslam İnanç Hizmetleri Başkanlığı olarak, bunun tam aksini düşünmekteyiz. Halkımızın yoğun talep gösterdiği bu günde halkımızı camilere muhtaç bırakmayacağız ve Cemevlerimizi açık tutacağız. Hak-Muhammed-Ali aşkına gülbenkler okuyup semahlarımızı döneceğiz. Halkımızı camilere muhtaç bırakan asimilasyoncu kurumların yapmış olduğu yanlışı yapmayacağız. Kapımız gelmek isteyen herkese açıktır. Bizi hedef gösterip, sözde alınan kararları tanımamakla birlikte, tüm halkımızın birliği ve beraberliği için bugüne kadar verdiğimiz mücadeleyi bugünden sonrada devam ettireceğimizi bilmenizi isteriz.

 

Alevi İslam İnanç Hizmetleri Başkanlığı

 

Kaynakça:

David leeming'in mythology of the middle east

Gustav Edmund Von Grunebaum classical Islam

Southern Arabia, Carleton S. Coon, Washington, D.C. Smithsonian, 1944, p.399

İslam Muhammed and His Religion, Arthur Jeffery, 1958, p 85, Muhammad at Mecca, W. Montgomery Watt, 1953, p 23-29)

Gazi Üniversitesi Türk Sanatı Topluluğu, Dr. Muazzez İlmiye Çığ

İslam Tarihi Ansiklopedisi 9. Cild Takvim

Bu konuyu yazdır

  Leb-i Aruz
Yazar: Pervane - 08-16-2018, 11:40 PM - Forum: Alevi Yazılar - Yorum Yok

Dünyaya ilk geldiği gün herkesi güldüren ama kendisi ağlayan ve ben giderken herkes ağlayacak ben güleceğim diyen o büyük veli ana rahmine düştüğü gün o beden döner oldu aşk ateşiyle yanar oldu yaradan sevdasıyla… Doğumuyla aydınlanan gökyüzü asırlar sonra tekrar aşkla yanmaya, gönüllere ışık saçmaya devam ediyor. Mevlası’na aşkını dönerek  eda eyleyen o güzel zat, Şems’le buluşunca büyüdü büyüdü ve içi içine sığmaz oldu. Allah aşkıyla döne durdu o günden bu güne… Mevlam’ı  Mevlana ile, Mevlam’ı Şems ile, Mevlam’ı Hacı Bektaş ile, Mevlam’ı güzel Pir ile, Mevlam’ı güzel Pir’in Aslanı ile görür hisseder oldu bu yürek ve tüm güzel inanan insanlar. Bir Mevlana gerçeği var ki etrafında dolanılır her zaman içine girilmez. Herkes bir şeyler söyler ancak hakikati yani Mevlana’yı Mevlana yapan konu hep atlanır veya oraya gelmek mümkün olmaz.  O nedenle başlığımız düğün gecesi(Şeb-i aruz) değil, sadece dilde konuşulan dudaktan kalbe indirilmemiş dudak düğünü yaşanacak yine. Yine Mevlana’nın deyimiyle herkes bildiğini hakikat zannedip konuşacak. Üç gözü görmeyeni bir odanın içinde fil olduğunu söyleyip göndermişler. Odaya giren gözleri görmeyen kişiler biri kulağını, biri gövdesini sonuncusu da bacağını tutmuş. Çıktıklarında sormuşla fil nedir diye biri “kağıt gibi bir şey”, diğeri “çorak toprak gibi bir şey”, sonuncusu kızmış “olur mu fil, sütun gibi bir şey” demiş. Biz de her sene olduğu gibi bu sene de düğün gecesi (Şeb-i aruz) yerine dudak gecesini (leb-i aruz) yaşayacağız…
Peki, Mevla ne demektir, Gadirhum’da Peygamberimizin “ben kimin mevlası isem, Ali de onun mevlasıdır”  cümlesi bir çekiç gibi iniyor insanlığın başına. Müslüman’ım diyen birçok zümrenin nedense kabul etmekte zorlandığı bir cümle…               Mevla idareci, yönetici anlamına gelir ki Mevlana’da o dönemde Konya bölgesini şeriatla yöneten bir yönetici, ilim adamıdır. O dönemde birçok kitap yazmıştır ki bu yazılan 6 cilt olan Mesnevi için Yunus Emre “bu kadar yazacağına ben olsam ete kemiğe büründüm Yunus diye göründüm yazardım” demiştir.  Evet, Mevlana ilim sahibi ve birçok öğrencisi olan eğitimle uğraşan namaz kıldıran, herkesin kılmasını sağlayan, içki içenin başını vurduran ve şeriata uymayanı o bölgeden süren büyük bir yöneticidir. Herkes ondan çekinir, korkar. Her şey tam anlamıyla kitabına uygundur. Tabi bu noktaya gelinceye kadar çok büyük ilim sahiplerinden bilgi almış ve gezgin bir şekilde hakikatin peşinde gezmiştir. Bu dönemine kendisi hamlık dönemi der. İlim sahibi olduğu ve yöneticilik yaptığı dönemi ise pişmek diye nitelendirmiştir.
                Ancak Mevlana her şeyi kitaba uygun yaptığını düşünse de bir şeylerin eksik olduğunu hissetmektedir. Peki, bu neydi ve nasıl bulmalıydı bunu. Ne olduğunu bilmeden nasıl bulabilirdi ki… Allah’tan kendisine bir mürşit, aradığını bulmasını sağlayacak bir şeyh istedi.  Bu duası Hacı Bektaşi Veli’ye ayan oldu(tarafından bilinir oldu). Hünkar tüm müritlerini toplayıp konuyu açmış ve “bizden derviş istese ben gitmek zorunda kalacaktım” der ve gitmeyi isteyen olup olmadığını sorar.  Müritler düşünmeye fırsat bulamadan en arkadan tez canlı yerinde duramayan biri “ben giderim” der ortaya atılır Şemsettin Tebrizi (Şems).  Onca ilim irfan sahibi kendinde çok ileride olan ilim sahiplerine fırsat vermeden atlayıp öne atılınca Hünkar “tamam sen git ancak başlı gidip başsız gel” der.
                Şems Konya’ya doğru yola koyulur.  Gider ve bulur Mevlana’nın evini. Mevlana’nın evinin kapısı açıktır gönlü gibi. Evde bir çocuk yatmaktadır. Bu babasının adını verdiği Bahaeddin Veled’dir. Mevlana’nın iki oğlundan biridir ve kendisine hasta olduğundan yattığını söyler. Babasını sorar, babasının medresede ders verdiğini söyler. Şems hasta olan çocuğu biraz cesaretlendirip yataktan kaldırır ve git babanı çağır der. Mevlana hasta yatan çocuğu görünce şaşırır. Nasıl geldiğini sorunca çocuk “bize bir derviş geldi beni o gönderdi” der. Bu arada abisinin adını verdiği ikinci oğlu Alaeddin ise iyiden iyiye kardeşini de iyileştirdiği için Şems’e kinlenmeye başlamıştır. Çünkü Bahaeddin’i çok kıskanmakta ve Şems’in ona olan sevgisi dolayısıyla da düşman kesilmişti. Mevlana işin içinde iş olduğunu anlar ve dersi bırakıp dervişin yanına gider. Ve kendi deyimiyle yanma faslı başlar. Uzun uzun sohbet ederler. Sohbet sohbeti doğurur. Mevlana artık medreseye gitmez olur. Her şeyden herkesten uzaklaşır artık sadece Şems vardır sadece aşk vardır.  Günler günleri kovalar tüm halk tüm öğrencileri ve hatta ailesi bile bu duruma karşı tepki vermeye başlarlar. Oğlu Alaeddin, Bahaeddin’den sonra babasını da kendisinden uzaklaştıran bu zatı kendi elleriyle öldürebilecek kadar kinlenmişti artık. Tüm o bölgede Alaeddin ve bazı öğrencilerinin körüklemesiyle Şems’e karşı çok büyük düşmanlıklar olmuştu. Artık kimse Mevlana’yı görmüyor sohbetlerinden yoksun kalıyor, bölgeyi yönetmek ve idare etmekte güçlük çekiyor ve bunların tümünün sebebini Şems olarak görüyorlardı.
                Artık Mevlana’nın yanıp köz olma zamanı gelmiştir. Bir gün o kadar çok sohbet edilir ki Mevlana bir sofra kuralım da yemek yiyelim der. Sofra kurulur. Ancak Şems yemeğe yanaşmaz. Neden yemediğini sorunca da Şems “ben şarapsız yemek yiyemem” der. Artık aşk zamanıdır, sarhoş olmak aşk tadında yanmak zamanıdır. Mevlana “ben içki içenin boynunu vurduruyorum nasıl böyle bir şey istersin benden” der ancak gönül gözünü açan sohbetinden mutluluğun doruklarına ulaşan bu dervişi de kırmak da istemez. Bir de Şems “şarap yoksa yemeği de kaldır ben yemiyorum” deyince aklı iyice karışmıştır Mevlana’nın. Bir Rum arkadaşım var eskiden şarap yapar satardı acaba onda var mıdır diye gider sorar.  Mevlana’nın şarap isteğine karşı çok şaşırır ve “siz yasaklayınca biz artık hiç yapmadık. Küpler tamamen boş” der. Mevlana eli boş geri döner “bir sırdaşım vardı gittim sordum ama yokmuş” deyince Şems “o arkadaşına söyle küplere iyice baksın birinde şarap bulacaktır” deyince Mevlana tekrar yola çıkar ve “küplerine bir bak bakalım var mı” der. Komşusu bakınca görür ki bir küpte şarap vardır. İki şişe alır koltuk altına kor ve pelerini ile üstünü örter. Tanınmamak için başını da örter.  Eve doğru giderken kalabalığın olduğu bir yerde biri koluna takılır ve şişelerin ikisi de düşer kırılır. Tüm kalabalık bakar ki Mevlana’dır bu ve iki şişe şarap taşımaktadır. “kendisi içki içenin boynunu vurduruyor ama kendisi içiyor” diye tutarlar Mevlana’yı infaz etmeye götürürler. Artık yanma zamanıdır bu yoldan dönüş olmaz.  Şems yine oğlu Bahaettin’i gönderir “git bak bakalım baban neden gelmedi” der. Bahaettin’in gitmesiyle gelmesi bir olur. “Babamın boynunu kesmek için götürüyorlar” der. Şems kalkar ve gider bakar ki tüm kalabalık Mevlana’yı tutmuş infaz edecekler. Şems “suçu nedir” diye sorar. Halk “kendisi içki içenin boynunu vurduruyor, ama kendisi içiyormuş, iki şarap şişesi düşüpkırılınca bunu anladık” derler.  Şems “iyice baktınız mı şarap mıdır o pekmez midir” diyince herkes birbirine bakmaya başlar. Ya pekmezse ne olacak o zaman şaşkınlık içindedirler. Şems derki “ben Mevlana’ya kefilim, onun yerine beni tutun ve gidin bakın eğer pekmezse infazdan vazgeçilir, şarapsa o zaman cezasını verirsiniz.” Mevlana’nın yerine Şems geçer. Mevlana ile üç kişi de şişelerin kırıldığı yere giderler. Kaçmaması için Mevlana da Şems de zincirlenmiştir. Mevlana zincirli olunca gidiş gelişi çok zorlaşmış ve gidip gelmekte gecikmişlerdir. Mevlana’nın oğlu Alaaddin ve Mevlana’yı kendilerinden kopardığına inanan diğer insanlar “sen yerine geçtin ki Mevlana kaçsın yoksa şimdiye kadar gelmeleri lazımdı, kaçırdın onu” diyerek Şems’in üzerine yürürler. Zaten geldiğinden beri kimse sevmemiştir Şems’i. Tüm kalabalık galeyana gelir ve Şems’in başı vurulur. Şems’i gönderen Hünkar “başlı gidip başsız gelesin” demişti ya bu da ona yorumlanır artık.
                Bu arada Mevlana ve beraberindekiler şişelerin kırıldığı yere gidip de tadınca şarap değil pekmez olduğunu anlarlar. Geri döndüklerinde ise kesilmiş Şems’in başı ile karşılaşırlar. Mevlana artık yanmıyordur adeta kendisi bir kor haline gelmiştir ve kalbi temiz insanları yıllar asırlar sonra yakacaktır aşk diye diye... Tüm bedeni yanmaktadır Şems’in ateşiyle. Bırakın ders vermeyi, ilim öğretmeyi, yöneticilik yapmayı artık hiç konuşmaz kimseyle ve sokaklarda sadece Şems diyerek dolaşır ve onu arar. Ancak onu bulması artık imkansızdır. Bir gün yine divane dolaşırken bakırcılar çarsısındaki bakır döven bakırcıların vurma sesiyle raks etmeye (dönmeye) başlar. Bir zamanlar kasım kasım kavurduğu, idareciliğini yaptığı, şeraite uyduğunu düşünüp nice insanlara zarar verdiği yerde artık çekiç sesleriyle kendi kendine dönen biri haline gelir ve herkes aklını yitirdiğine inanır. Kimse bilmez delilikte veliliğin tam ortasında durduğunu. Artık bir velidir O. O, O’dur artık. Yine kendi deyimiyle Evliyalar Şahı, Şahı Merdan, Haydarı Kerrar, Kelamullahı Veche… için “O O’na yapışmış ve O olmuştur” demiştir. Sema döner tüm evren gibi, soldan döner kalp solda diye. Aşkı anlatır döne döne.
                Kimse Mevlana’yı anlatmak için dudaklarını kullanmasın, kalbiyle konuşsun. Tüm evren gibi dönsün de (sema-h) öyle konuşun. Yansın da öyle konuşsun. O zaman Şeb-i Aruz yaşansın kor gibi aşk tadında…
SU DAMLASI
bir su damlasıyım kirpiklerinin ucunda
düşeceğim bende sessiz toprağa,
kaybolacağım kara toprakta sensiz
ben bir damla iken gözlerinde
önce toprağa sonra şu küçük sızıntıya
belki ilerdeki büyük dereye
en sonunda engin denizlere ulaşacağım
sebebim sensin, belki de kalbindeki o hüzün
sen hüznünü benimle akıttın toprağın ellerine
ulaştırabilmeliyim bende seni engin denizlere
denizler sarar yaşlarını kucaklar o kara gözlerini
akıtmazsın bir daha yaş senden uzaklara
selam olsun gökteki yıldızlara
bulutlar ağlasın senin yerine
sonra gün ışığı sarsın dört bir yanını
bulutun gözyaşı gün ışığıyla raks etsin
sende ulaş tüm renklere
parlar gözlerin kirpiklerin kuru
gözlerin denizden kalbin sevgiden yana aşktan yana...


Dr. Ahmet Yesevi Gültekin

Bu konuyu yazdır


Online Shopping App
Online Shopping - E-Commerce Platform
Online Shopping - E-Commerce Platform
Feinunze Schmuck Jewelery Online Shopping