Konuyu Oyla:
  • Toplam: 0 Oy - Ortalama: 0
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
100 Soruda Alevilik
#1
SORU 1: Alevilik Nedir?

CEVAP: Tek tanrılı ve çok tanrılı dinlerde dinin peygamberi vefat ettikten sonra farklı yorumlar oluşur. Bu yorumlara çeşitli isimler verilir.
Musevilik içinde Hz. Musa’nın vefatından sonra farklı yorumlar oluşmuştur. Bu yorumlara mezhep denir. Mezheplerinde tekrar yoruma tabi olması tarikat adı verilen dini oluşumları doğurur. Aynı olay Hristiyanlığın ve İslamiyetin başına da gelmiştir.
İslamiyet’te dinin peygamberi Hz. Muhammed’in Hakk’a yürümesinden (vefatından) sonra çeşitli dini yorumlar oluşmaya başlamıştır. Bu yorumlar 800 yıllarında özellikle Abbasiler döneminde çeşitli din adamları tarafından onların adı ile anılmaya başlayınca böylece; Mezhep ve tarikatlar oluşmuştur.
Alevilik; Allah’ın birliğine Hz. Muhammed’in peygamberliğine ve Hz. Ali’nin veliliğine inanan İslam’ın özgün bir yorumudur. Sünni yorumlardan çok farklıdır.

SORU 2: Alevilik Ne Zaman Ortaya Çıkmıştır?
CEVAP: Aleviliğin tarihi; İslam’ın tarihi ile yaşıttır. Hz. Muhammed döneminde Alevi, Sünni kavramları yoktur. Hz. Muhammed’in Hakk’a yürümesinden sonra (vefatından) Hz. Ali tarafını tutanlara tarihsel süreç içinde “Ali yandaşlığı” anlamında; “Ali şiası” ya da “Alevi” denmiştir.

3: Hakk’a Yürümek Ne Demektir?
CEVAP: Alevilik’te “Ölmek” yani yokolmak inancı yoktur. Don değiştirmek vardır. Yaşamın başka bir canlıda devamı inancı vardır. O nedenle insanın vefatı hayatın sonu olarak kabul edilmez. O kişinin yaradana, Hakk’a döndüğü, gittiği kabul edilir. Bu nedenle ölmek, vefat etmek kavramları kullanılmaz. Onun yerine; Hakka yürümek, Sır olmak, Göçmek kavramları kullanılır.


SORU 4: Aleviler Neden Hz. Ali’yi Tutarlar?
CEVAP: Hz. Muhammed, vefatından sonra kendisinden sonra yerine geçecek kişi olarak Hz. Ali’yi düşünmüştür. Kendisinin yerine O’nu hazırlamıştır. Hz. Ali,Hz. Muhammed’in amcasının oğlu ve kardeşi gibi sevdiği birisidir. İslamiyet’i eşinden sonra ilk kabul eden kişidir. Verdiği değeri göstermek için O’nu biricik kızı Hz. Fatma ile evlendirmiştir.
Hz.Muhammed değişik toplantılarda ve hadislerinde; Hz. Ali’nin önemine vurgu yapmıştır. “Ben ilmin şehriyim, Ali kapısıdır.” “Ben hikmetin şehriyim, Ali kapısıdır.” Ali bendedir, bende ondayım. Ben kimin Velisi isem, Ali’de onun Velisidir. Ali insanların hayırlısıdır.” “Ali müminlerin imamıdır.” “Ali Kur’an iledir ve Kur’an Ali ile, ikisi bana ulaşıncaya kadar ayrılmazlar.” Hz. Muhammed Ali’ye, “Cennete ilk giren dört kişidir. Ben, Sen, Hasan, Hüseyin. Soyumuz arkamızda, şiamız sağımızda, solumuzda…” demiştir.
Aleviler, Hz. Muhammed’in Hakk’a yürümesinden sonraHz. Muhammed’in yolunu sürdürecek kişinin Hz. Ali olması gerektiğine bu nedenle inanırlar. Ve bu yol ayrımında tereddütsüz Ali’nin yanında yer alırlar.
Hz. Ali’nin yanında yer almayı Allah’ın yanında yer almak olarak bilirler. Hz. Ali’nin yanında yer almayı, Kur’an’ın, Hz. Muhammed’in ve İslam’ın gereği olarak inanırlar. Bu nedenle Aleviler Hz. Ali’ye olağanüstü sevgi ve saygı gösterirler.

SORU 5: Aleviler Hz. Muhammed’i Nasıl Değerlendirirler?

CEVAP: Aleviler Hz. Muhammed’i İslam dininin Peygamberi olarak görürler. Aleviler inançlarını ifade ederken; “Allah, Muhammed, Ali” üçlemesini pusula tanım olarak kabul ederler. Bazı kesimlerin dediği gibi; “Hz. Muhammed’i Hz. Ali’den daha az severler” gibi ifadelerden rahatsız olurlar. Hz. Muhammed yolun başıdır. Hz. Muhammed sevgilerini Alevi ozan olupta nefeslerinde ifade etmeyen yoktur. Örneğin Şah Hatayi bir nefesinde: “Daima fikrimde zikrin ya Muhammed ya Ali/Gönlümün evinde şükrün ya Muhammed ya Ali/Tanıyamaz Kendi Özün SeniYakın Bilmeyen/Alemin Ayinesisin YaMuhammed Ya Ali” nefesinde Alevilerin Hz. Muhammed sevgisini çok güzel ifade etmiştir.

SORU 6: Alevilik Mezhep Yada Tarikat mıdır?

CEVAP: Kur’an-ı Kerim’de mezhep yada tarikat yoktur. Hz.Muhammed’in yada Hz. Ali’nin mezhebinden sözedilmez.
Mezhep yada tarikat yaklaşık olarak Hz. Muhammed’in vefatından 150-200 yıl sonra Abbasiler döneminde çeşitli din adamlarının İslamı yorum tarzıdır. Önceleri yüzlerce yorum oluşmuş. Sonraları bunlara bir sınır getirilerek bazı İslam ülkelerinde 7 bazı İslam ülkelerinde ise 4 mezheple sınırlanmıştır. Bizim ülkemizde adı bilinen 4 mezhep vardır. İmam Hanifi’nin öğrencilerinin İslamı yorum tarzı Hanifiliktir, İmam Şafii’nin yorumuna Şafiilik denir. İmam Hambeli’nin yorum tarzına Hambeli Mezhebi, İmam Maliki’nin yorum tarzına ise Malikilik denir.
Bu imamların hepsinin hocası ise 6. İmam; İmam Caferi Sadık’tır.Şiiler; İmam olarak mezheplerini İmam Caferi Sadık’a bağlarlar. Aleviler, kendilerini anlayış olarak herhangi bir mezhep ya da tarikat mensubu saymazlar.
Onlar; “Biz Hz. Muhammed ya da Hz. Ali’nin mezhebindeniz. Onların da bir mezhebi ya da tarikati olmadığına göre bizimde mezhep ya da tarikatımız yoktur.” derler.
Fakat İslam o denli mezhebi yorumlara uğramışki adeta mezhep yada tarikat mensubu olmamak İslam olmamak gibi algılanmaktadır. Halbuki İslam’ın orjinal halinde mezhep ve tarikat yoktur. Aleviler’de kendi İslami yorumlarını İslam’ın en orjinal yorumu olarak ifade ederler. Kendi inandıkları İslami yolun Ehlibeyt yolu olduğunu kabul ederler. Mezhebi yorumlara itibar etmezler.

SORU 7: Ehlibeyt Nedir?

CEVAP: Ehlibeyt Hz. Muhammed’in hane halkına verilen addır. Kur’an-ı Kerimde Cennet ilemüjdelenen peygamberin aile mensuplarıdır. Bunlar; Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan veHz. Hüseyindir. Bunlara; “Pençe-i Ali Aba”da denir.
Hz. Muhammed bir hadisinde size iki değerli şey bırakıyorum. Birincisi; Kur’an, ikincisi; Ehlibeytim’dir der.
Aleviler; Ehlibeyt’e olağanüstü sevgi ve saygı gösterirler. Ehli-beyt; kelime anlamı itibariyle haneyi, evi oluşturanlar anlamına gelir. Hane halkı anlamına gelir.

SORU 8: Alevilik-Sünnilik Nedir?

CEVAP: İslam tarihinde, Hz. Muhammed’in vefatından sonra yerine kimin geçeceği toplumda önemli bir kırılmaya neden olmuştur. Hz. Muhammed sağlığında; yerine Hz. Ali’yi düşünüyordu. Ama vefatından sonra bu olmadı. Bir oldu bitti ile halifeliğe Ebubekir geldi. Hz. Muhammed’in cenazesi kaldırılmadan halife seçildi. Ardından biata zorlandı.
İşte İslam tarihinde bu kırılmadan sonra;Hz. Ali ve O’nun yandaşlarının izini sürenlere Ali Şiası yada Alevi dendi. Ebubekir’i tutanlara yada Emevilere ise Sünniler dendi. Ülkemizde Hanefi veŞafii mezhebi mensuplarına ve bu doğrultudaki tarikatlere Sünni denir. İslam tarihinde; Hz. Muhammed, Hz. Ali, Ehlibeyt, 12 İmamlar, Ahmet Yesevi, HacıBektaş Veli izini sürdürenlere ise Alevi yadaBektaşi denir.

SORU 9: İslamiyet Ne Zaman Nerede Doğdu?

İslamiyet 7. yüzyılda peygamberi Hz Muhammed aracılığıyla Arap Yarımadası'nda yayılmaya başlanmıştır.

SORU 10: Aleviler Hz. Ali Dışındaki Halifeleri Neden Sevmezler?
CEVAP: Hz. Muhammed sağlığında kendisinden sonra halife olarak Hz. Ali’yi düşünmüştür. Ama vefatından sonra bu gerçekleşmemiştir. Daha cenazesi kalkmadan hilafet meselesi gündeme gelmiş ve Hz. Ali safdışı yapılarak Ebubekir halife olmuştur. Bunu ise, Ömer ve Osman vasiyet yöntemi ile gerçekleştirmiştir. Hz. Muhammed’in vasiyetine uyulup Hz. Ali halife olarak kabul edilmemiş. Ama Ebubekir tarafından vasiyet yöntemi ile Ömer halife seçilmiş. O’da kendisinden sonra Osman’ı halife seçmiştir.
Bu olaylardaHz. Muhammed’in vasiyetine uyulmadığı için, O’nun buyruğuna aykırı bir seçim yapıldığı için, Aleviler Hz. Ali’ye ve dolayısıyla Hz. Muhammed’e haksızlık yapıldığı kanaatine varmışdır. Hz. Ali dışındaki üç halifeye mesafeli durmaları bu olaylar nedeni ile olmuştur.

SORU 11: Aleviler İbadet Yapar mı? Nasıl İbadet Yaparlar?
CEVAP: Aleviler ibadet yaparlar. Aleviler’in ibadetlerinin adına Cem denir. Buna aynı zamanda “Halka Namazı” adı da verilir. YaniAlevilerin ibadeti Cemevinde yapılan Cem yada “halka namazı”dır. Bazı kesimlerde Aleviler’in ibadet yapmadığı kaygısı ön yargıdan kaynaklanıyor. Ya da İslamı çok mezhebi yorumlayanlar kendi mezheplerinin yaptığı şekilde ibadet yapmayanları ibadet kabul etmiyorlar.
Aleviler, İbadet yapıyorlar. Adına “Cem” ya da “Halka Namazı” adı veriliyor veCemevinde yapılıyor. Aleviler’de ibadeti yöneten kişiye yada din adamına da “Dede” adı veriliyor. İlk yıllardaCemevi diye bir özel mekan yoktur.Bu bazen müsait bir ev oluyor. Zamanla; bir ev ibadet için ayrılıyor. Buraya Cemevi deniyor. Tarihte bu mekanlar birçok yerde;Dergah, Külliye, Türbe şekline dönüşmüştür. AhmetYesevi Dergahı, Seyidi Battal GaziDergahı, HacıBektaş Veli Dergahı gibi.

SORU 12: Aleviler Camiye Gitmez mi? Camide Yapılan İbadeti Yapmaz mı?
CEVAP: Aleviler camide yapılan ve 5 vakit namazdan ibaret olan ibadetin İslam’ın ilk yıllarında ve Kur’an-ıKerim’de olmadığına inanırlar.Bu nedenle camiye gitmezler. Beş vakit namaz kılmazlar.
İslam’ın ilk yıllarındaHz. Muhammed’in sağlığında cami yoktur. Kuran-ı Kerim’de de cami yoktur.Kuran-ı Kerim’de ibadetin şekli ve sayısı da bugün bazı kesimlerin uygulamaları gibi değildir. Hz.Muhammed ve çevresindeki müslümanların ibadet mekanları camiden çok cemevi şeklindedir. Mimbersiz, minaresiz mütevazi mekanlar vardır.
Aleviler; Kur’an-ı Kerimde 5 vakit namazın olmadığını bunun camide kılınmasınında zorunlu olmadığına inanırlar. Aleviler; Cami geleneğinin ve 5 vakit namaz geleneğiin Hz. Muhammed’in vefatından sonra esas olarakta Emeviler zamanında uygulanmaya başladığına ve kurallaştığına inanırlar.
Aleviler; Kuran-ı Kerim’de şart olan ibadetin perşembe akşamları yapılan ibadet olduğuna inanırlar. Bunu Sünni müslümanların Cuma namazı olarak eda edildiğini kendilerininde Perşembeyi, Cuma’ya bağlayan gece yapılan “Cem İbadeti” yada “HalkaNamazı” olduğuna inanırlar. Ve bu ibadeti eda ederler. Bu ibadetinde Hz. Muhammed’in Miraç’tan dönüşte yapılan “Kırklar Cemi” olduğuna inanırlar.

SORU 13: Miraç Nedir?
CEVAP: Aleviler bugün yaptıkları ibadet olan Cem ibadetinin kökeninin İslam’ın ilk dönemlerinde Hz. Muhamemet’in Miraç’a çıkmasından bu yana yapıldığına inanırlar.
Hz. Muhammed, Miraç dönüşü uğradığı dergahta kendisini Kırklar’ın beklediğini Kırklar Meclisi’nde bulunan erenlerin; 22’inin erkek 17’sinin de bacı canlardan oluştuğunu görür. Hz. Muhammed’in Miraç’tan dönüşü Kırklar Cemi’nde yapılan Cem ile yaşanır. Tüm canlar birlikte Cem olur, dem alınır veKırklar Semahı dönülür.
Aleviler; çeşitli nefeslerinde de ifade ettikleri “Miraç’takiMuhammed”ten bu yana Kırklar Cemini veKırklar Semahı’nı yaşatırlar.
İslam tarihine çok mezhebi bir bakış açısı ile bakılıp İslam’ın orjinal bilgi kaynakları yok edildiğinden Miraç, Kırklar Cemi, KırklarMeydanı vs. dendiğinde bu kavramlara çok yabancı gözlerle bakılmaktadır. HalbukiMiraç olgusu İslam tarihinde ne denli gerçek kabul ediliyorsa, Kırklar Cemi ve Aleviler’in ibadeti olan cemin miraç kaynaklı olduğunda bu denli gerçek kabul edilmek zorundadır.

SORU 14: Aleviler Oruç Tutar mı?
CEVAP: Aleviler bir ibadet biçimi olarak oruç tutarlar. Ama bu soru ile sorulmak istenen Ramazan orucu ise; Aleviler, Ramazan orucu tutmazlar. Ramazan Orucu’nun Kur’an Kaynaklı farz bir ibadet olduğunu kabul etmezler. Ramazan Orucu’nun da 5 vakit namaz gibi Emeviler döneminde İslamiyet içine sokulduğuna inanıyorlar.
Aleviler, tüm peygamberlerin veHz. Muhammed’in de tuttuğuMuharrem Orucu’nu tutarlar. Bu oruca Kerbela Olayı nedeniyle iki gün daha ilave ederek 12 gün olarak tutarlar. Buna matem, yas orucu da denir. Ayrıca bazıları bu orucu 3 günde Masumu Pakları (Masumlar) yani savaşlarda öldürülen çocuk yaştaki suçsuz, masum temiz çocuk şehitler için tutulan orucuda ilave ederek tutarlar. Bu tutulan 3 günlük ek oruca; “Masum-uPaklar Orucu” denir. Böylece 10 Muharrem orucu 15 gün olabilir.
Oruç sonunda ise; 12 çeşit kuru meyve ve tahıl çeşidinden oluşan Aşure yemeği pişirilir ve herkese lokma olarak dağıtılır. Bu orucu 12 yıl tutanlar 12 kazan aşure pişirerek törenle Aşureleri dağıtırlar.

SORU 15: Kerbela Olayı Nedir?
CEVAP: İmam Hüseyin, Hicret’in üçüncü, bir rivayete göre ise dördüncü yılı Şaban ayının 3. günü Medine’de doğdu. Gene rivayete göre altı aylık doğmasına rağmen yaşamıştır. İslam inancına göre Hz. Hüseyin’in dışında altı aylık doğupta yaşayan tek insan Meryem oğlu İsa peygamberdir.
İmam Hüseyin’in altı erkek, iki kız çocuğu olmuş ve soyu Zeynel Abidin Ali’den yürümüştür.
İmam Hüseyin, kardeşi İmam Hasan’ın Muaviye’ye biatına ve onunla uzlaşmasına baştan beri karşı çıktı. Kardeşi Hasan’a bu davranışının nedenini sorduğunda ise; O’ndan, “Babamız Ali’nin uzlaşmasına sebep olan şeyler bana da sebep oldu” cevabını almıştır. Bir başka deyişle Hasan, kendi yüzünden kan dökülmesini istemediği için böyle davrandığını söylemiştir.
İmam Hasan’ın öldürülmesinden sonra Irak’lılar Hüseyin’e biat etmek istediyse de Hüseyin, Hasan’la Muaviye arasındaki uzlaşmanın ancak Muaviye’nin ölümü ile biteceğini söyleyerek bunu kabul etmedi.
Muaviye, Hicret’in altmışıncı yılı Recep ayının 15. günü öldü. Yerine ölmeden önce oğlu Yezid’i halife olarak bıraktı. Böylece İslamiyet’te, saray-saltanat ilişkisi kurulmuş oldu.
Muaviye, zevk ve eğlenceye aşırı düşkün, içkici ve kumarcı bir insandı. Halk üzerinde o kadar ağır bir baskı kurmuştu ki, cuma günleri kılınan cuma namazını çarşamba gününe aldırdığı halde halktan kimsenin sesi çıkmadı. Bu tür davranışlar onun için bir güç gösterme aracıydı.
İslamiyet artık sarayı, saltanatı, debdebesiyle; vezirleri, hadımları, ordusu, kumandanları, zindanları ve cellatlarıyla; zulmü, kahrı ve keyfi idaresiyle tarih sahnesindeydi. Sahnenin arka planında ise, bir yandan har vurup harman savrulan bir hazine, bir yandan da yoksulluk içindeki halk yığınları vardı.
Gölpınarlı bu durumu Roma İmparatorluğu’na benzeterek şöyle yazıyor:
Roma İmparatorluğu ayrı bir dil ile, hükümlerine baş eğilmeyen bir din ile, fakat İslam kisvesine bürünerek tarih sahnesine çıkmıştı artık.”
Ünlü tarihçi, Muaviye’nin yerine geçen oğlu Yezid’i de bize şöyle tanıtıyor:
“Kendisine böyle bir saltanat devreden babası ölürken bile başucunda bulunmak lüzumunu duymayan, avlanmakla gönül eğleyen Yezid, gününü-gecesini, çalgı-çağanak dinlemekle, köçek-çengi oynatmakla, içip kendinden geçmekle sürdürmeyi adet edinmiş bir kişiydi.”
Zevk ve eğlenceye düşkün olan Yezid, İslamiyette içki, şarap vs.nin yasak olmasına karşın, şairliğini şu ifadelerle gösteriyordu:“Bu şarap Muhammed’in dininde haram ise, sen de onu Meryem oğlu İsa’nın dinince al, iç.”
İbn Yezid, testiden kadehe dökülen şarabın çıkardığı sesi ise, Hatim’le Zemzem arasında koşuşan hacıların ayak seslerine benzetiyordu.
Yezid, babası Muaviye’nin ölümünden sonra kendisini halife ilan etti. Medine Valisi Utbe oğlu Velid’i de İmam Hüseyin’e göndererek kendisine biat etmesini istedi. Yezid, hiç bir gecikmeye meydan verilmemesini ve gerekirse Hüseyin’in hapsedilmesini istemeyi de unutmamıştı.
Medine Valisi Velid de Hüseyin’i makamına çağırarak, Muaviye’nin öldüğünü, yerine oğlu Yezid’in geçtiğini ve kendisine Hüseyin’in biatını almakla görevlendirdiğini söyledi.
Hüseyin bu isteğe şiddetle karşı çıktı. Kendisinin babasına (Muaviye) bile biat etmediğini, Hasan ile Muaviye’nin aralarında bir anlaşma yaptığını hatırlattıktan sonra hilafet’in saltanat gibi babadan oğula geçmemesi gerektiğini anlattı. Hüseyin, şöyle devam etti:
“Şu dünyanın gidişatına bak ya Velid, haksızlık da ağaçlar gibi büyüyüp dal budak salar oldu. Muaviye zaten halifeliği binbir hile ile ele geçirmişti. Bu da yetmezmiş gibi şimdi de oğlu halifeyim diye ortaya çıkıp hak iddia ediyor.”
Hüseyin, bu sözlerinden sonra, kendisinin zalim soyuna biat edenlerden olmayacağını haykırdı. Babasının hilafet adına hançerlendiğini, ağabeyinin hilafet adına zehirletildiğini hatırlattıktan sonra da vali konağını terk edip gitti.
İmam Hüseyin bu meydan okumadan sonra Mekke’den Medine’ye göçü düşünürken Kûfe’ye gitmeye karar verdi. Hatta Kûfe’lilerin biatını almak için önceden amcası oğlu Müslim’i gönderdi. Müslim burada 30.000 biat aldı. Bunu duyan ve çılgına dönen Yezid ilk tedbir olarak İbni Ziyad’ı Basra valiliğinden Kûfe valiliğine atadı. Çünkü Kûfe valisi Numan da Hüseyin’e biat edenler arasındaydı.
Hz. Hüseyin Mekke’den, İbni Ziyad Basra’dan Kûfe’ye doğru yola çıktılar. Kûfe’ye daha önce gelen İbni Ziyad, vali konağına gittikten sonra şehirde korkunç bir terör estirmeye başladı. Yüzlerce kesilmiş insan başı sokakları doldurdu. Bu ilk saldırıdan sonra, biatlarını geriye almazlarsa tümünü kılıçtan geçireceği tehdidini savurarak, halkı sindirdi.
Müslim, Kûfe’deki yeni gelişmeleri İmam Hüseyin’e bildiremeden öldürüldü. Ölüsü Kûfe sokaklarında dolaştırıldıktan başka, İbni Ziyad koparılan başı Yezid’e gönderdi.
Hz. Hüseyin’i Kûfe dışında halk yerine İbni Ziyad’ın ordusu ve komutanı Hür İbni Riyad karşıladı. Son acı durumu Hüseyin Hür’den öğrendi. Daha acısının ilk şokunu üzerinden atamamıştı ki, kumandan Hür, kendisinden de Yezid’e biat istedi.
Kumandan Hür, “Emir böyle” deyince, Hüseyin buna cevap olarak, “Yezid soyunun kardeşimi öldürdüğünü yedi cihan bilir. Sen binlerce mazlumun kanını üstüne sıçratmış bir katilin söylediklerini emir sayıyorsun, öyle mi?” diye sordu.
Bir yandan Hüseyin’e zarar vermek istemeyen, bir yandan da İbni Ziyad’ın emirlerine karşı çıkamayan kumandan Hür, İbni Ziyad’dan gelen son emri Hüseyin’e şöyle bildirdi: “Ya teslim olup Kûfe’ye götürüleceksin, ya da hepiniz susuz bir yerde konaklayacaksınız.”
Hz. Hüseyin bu son emirle çok zor bir durumda kalmıştı. Çünkü karşısında güçlü bir ordu, yanında ise kendisiyle yola çıkıp buraya kadar gelmiş yaşlı, kadın, erkek, çoluklu çocuklu 70-80 kişi vardı.
Sonunda onlara döndü ve şöyle dedi: “Beraberliğimiz buraya kadar olacak. Ben Yezid’e biat etmem. Ama benim yüzümden size zarar gelmesini de istemiyorum. Ben arkamı size döndüğümde siz dağılın. Yalnız kalmaktan başka sizden bir isteğim yoktur. Ama Yezid’in başımı kopardığını duyarsanız biliniz ki o baş biatsızdır.”
Bu konuşmaya rağmen yanındakilerin Hz. Hüseyin’den ayrılmamaları üzerine Yezid’in komutanı Hür, onları susuz bir yere yürüttü. Burası, tarihe Kerbela adıyla geçecek yerdi.
Susuzluğun ne demek olduğunu ve susuzlukla yapılan işkencenin korkunçluğunu bu bir avuç insandan daha iyi bilenin olamayacağını bütün tarih kitapları kalın harflerle yazdı.
Kerbela’da çöl ortasında aç ve susuz kalmış bir avuç insanın üstüne Yezid tarafınan ordu üstüne ordu gönderildi. Takviye edilen yeni ordunun komutanı ise, Hüseyin’i Kûfe’ye çağıranlardan Ömer İbni Saad idi. O da Hüseyin’i “Ya biat, ya savaş” tercihiyle karşı karşıya bırakmıştı.
Savaş başlamadan önce, bir yanda sayıları binlerle ifade edilen Yezid’in ordusu, bir yanda da susuz, yorgun, uğradıkları haksızlıkların acısı içinde bekleşen 70-80 kişi vardı:Hz. Ali’nin oğulları, İmam Hasan’ın oğulları ve diğerleri... Yani Hz. Muhammed’in soyu, ehlibeyti.
Hz. Hüseyin, Yezid’in ordularının karşısına; başında Hz. Muhammed’in sarığı, boynunda kılıcı, elinde ise babası Hz. Ali’den devraldığı sancakla çıktı.
Hz. Hüseyin, Yezid’in ordusuna, bir insanın iktidarı ne kadar güçlü olursa olsun, inanmış insanların bu gücü kırabileceğini göstermek istiyordu.
İmam Hüseyin, tek tek bütün komutanları yenince bütün ordu üstüne saldırdı. Yüzlerce asker saldırıya geçti. Kumandan Ömer uzaktan bağırıyordu:
“Başını kesin... Başını kesin.”
Simr adlı bir asker kanlar içinde kıvranmakta olan Hüseyin’in başını gövdesinden ayırdı ve koşarak komutan Ömer’e götürdü. Ömer bu kesik başı eline alıp, “İşte Yezid’in önünde eğilmeyen Hüseyin’in başı. Allaha şükürler olsun ki görevimizi yerine getirdik. Allah bunu bizlere nasip etmiştir” dedikten sonra, Hüseyin’in kesik başı ile birlikte Yezid’in sarayına doğru yola çıktı.
Hz. Hüseyin, Hicret’in 61. yılı Muharrem ayının onuncu günü, ikindi vakti Kerbela’da işte böyle katledildi. Katledildiğinde 56 yaşındaydı.
Kerbela olayından iki yıl sonra Yezid de öldü ve yerine oğlu İkinci Muaviye halife ilan edildi. İkinci Muaviye çok farklı bir kişilik sergiledi; hilafetinin 40. günü Ümeyye Camisi’nde verdiği hutbede, minbere çıkıp Allah’a hamd-ü sena ettikten, Peygamber’e salavat getirdikten sonra Aliyel-Mürteza’nın faziletlerini, üstünlüğünü ve Kerbela şehitlerine yapılan zulmü birer birer anlattı ve zalimlere lanet oku***** şöyle devam etti:
“Ey nas! Biliniz ki ben, bu zulmün devamına tahammül edemem. Hilafet makamı Ali’ye ve evladına ait bir makamdır. Ben, bu hakkı gasbetmekten Allah’a sığınırım ve kendimi bu makamdan geri alıyorum.”
İkinci Muaviye’nin annesi ile birleşen Mervan o gece ikinci Muaviye’yi zehirleyerek öldürttü. Yerine de kendisi halife oldu.

SORU 16: İslam Tarihinde İmamlar Dönemi Hangi Dönemdir?
CEVAP: İslamda “İmamlar Dönemi” olarak nitelenen dönem İmam Ali, yani Hz. Ali ile başlayıp İmam Muhammed Mehdi ile son bulan, ama bir anlamda da bitmemiş bir dönemdir. Çünkü Mehdi’nin öldüğüne inanılmaz, onun “gayb alemine” gittiğine, bir gün yeryüzüne çıkacağına ve tüm kötülüklere son vereceğine inanılır.
Bu kısımda; Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’den sonra gelen İmamlar Dönemi’ne kısaca değineceğiz.
İmamlar Dönemi, Hz. Ali ile birlikte 12 İmamdan oluşur. Arka sayfadaki tablodan imamların doğum ve ölüm tarihlerini sırasıyla izleyebiliriz. “12 İMAMLAR”.
Kerbela katliamında sadece Hz. Hüseyin’in oğlu Zeynel Abidin, o da hasta yatağında olduğu için sağ kaldı. İmam soyu da onunla devam etti.
On İki İmam
hz. ali
hz. hasan
hz. hüseyin
hz. zeynel abidin
hz. musa-i bakir
hz. musa kazim
hz. cafer sadik
hz. riza
hz. muhammed taki
hz. naki
hz. hasan el - askeri
hz. mehdi
SORU 17: İslam Tarihi’nde Abbasiler Dönemi Hangi Dönemdir?
CEVAP: Hz. Muhammed, ölümünden önce şöyle demişti: “Ey insanlar, sizin aranızda iki paha biçilmez şey bırakıyorum. Biri Allah’ın kitabı, diğeri Ehlibeytimdir.” Hz. Muhammed, Ehlibeyt’in kimlerden ibaret olduğu sorusuna da, “Ali’nin, Akiyl’in, Cafer’in ve Abbas’ın soyları” cevabını vermişti.
İşte İslam tarihine Abbasiler, Abbasoğulları diye geçenler bu Abbas’ın soyundan gelenlerdi. Yani Abbasiler Ehlibeyt soyundandı.
Ümeyyeoğullarının yani Emeviler’in Ali’ye ve taraflarına uygun gördükleri zulüm ve ihanete karşılık, Abbasoğulları, Ehlibeyt’in desteğiyle hilafet makamına geçti.
Emeviler’in zulmü sürüp giderken onlara karşı direnme ve özellikle Kerbela katliamının öcünü alma isteği de güçleniyordu. Horasan ülkesindeki başkaldırıya önderlik eden Eba-Müslim Horasani halktan Ehlibeyt adına biat almaya bile başlamıştı.
Emevilerin zulmüne 90 yıla yakın bir süredir dayanan halk akın akın Eba-Müslim’in açtığı Ehlibeyt sancağının arkasında toplanıyordu. İşte bu güç, Emevi hilafetini alt üst etti:Ehlibeyt, hakkı olan hilafeti nihayet elde etmişti.
Fakat, durum böyle devam edemedi. Hz. Muhammed’le amca çocuğu olan Abbas’ın soyundan gelen Abbasoğulları iktidara geçince, hilafeti Ehlibeyt adına almalarına rağmen kendilerine en büyük rakip olarak Ali evladını gördüler ve onlara zulme başladılar. Hatta bu zulüm, o kadar büyüdü ki, zaman zaman Emeviler’inkini bile gölgede bıraktı.
Başta Şia ve Meval-i Müslüman (köle Müslüman) denen Arap olmayan Müslüman çoğunluğun desteğiyle başarıya ulaşan Eba-Müslim, seffah ya da kan dökücü lakabıyla anılan ikinci Abbasi halifesi Ebu Cafer Mansur tarafından 457 (137) tarihinde katledildi.
Ehlibeyt adına, Ehlibeyt düşmanlarına karşı mücadele ederek hilafet makamını elde eden Abbasoğulları 2. Abbasi halifesi Mansur ile Ehlibeyt’e düşmanlık etmeye başladı. Bu zulümden Ehlibeyt dışındaki İslam bilginleri de nasibini aldı.
Abbasiler Ehlibeyt yanlılarına karşı kitle katliamlarına da giriştiler. Bir kısım Ehlibeyt diri diri toprağa gömülür, ateşe atılırken bir kısmı da yapılan binaların duvarlarında taş niyetine kullanılarak öldürüldü.
Abbasilerin bu dizginsiz zulmü, ancak, Moğol akınlarıyla yıkıldıklarında 1258 (656) sona erdi.
Şimdi de bu dönem boyunca hüküm süren Abbasi sultanlarına kısaca bir göz atalım.
Abbasi Halifesi Harun Reşid, 23 yıl hükümdar olarak kaldıktan sonra, 809 (hicri 193) yılında kırk dört yaşında öldü.
Harun Reşid devri, İslam Tarihi’nin, fen bilimleri, sanat ve edebiyat açısından en ileri devri olmasına rağmen, insan hakları bakımından da en karanlık devriydi.
Harun Reşid, tahtına oğlu Emin’i veliaht yapmış, sonra da öteki oğlu Memun’un hükümdar olmasını kararlaştırmıştı. Ülkeyi iki oğlu arasında bölmüş, doğu kısmını; merkezi Merv şehri olmak üzere Memun’a, batıyı merkezi Bağdat olmak üzere Emin’e vermişti.
Savaşı kazandığı takdirde hilafeti Ebu Talip soyuna (yani Ali soyuna) vereceğini ilan eden Memun, o sırada Ali soyundan Sekizinci İmam olan İmam Rıza’yı Merv şehrine çağırdı.
İmam Rıza bu teklifi kabul etmediyse de, Memun hiçbir gerekçeyi kabul etmeyerek ısrar etti. Bunun üzerine İmam Rıza, idari işlere karışmamak koşuluyla görevi kabul etti.
Memun, İmam Rıza’dan bayram namazını kıldırmasını istedi. Fakat bu davranışı kısa sürede ciddi bir soruna yol açtı.
Emeviler ve sonra da Abbasiler döneminde halifelerin toplu ibadete gidişleri çok şatafatlı olurdu. Birer güç gösterisi olan toplu ibadetler öncelerinde halife, altınlarla mücevherlerle süslü bineğine biner, en ihtişamlı giysilerini giyer, en pahalı ziynet eşyalarını takardı.
Memun’un, özel bineğini bu kez İmam Rıza’nın kapısına kölelerle gönderdi. Fakat, İmam bineğe binmedi. Çıplak ayakla elinde asasıyla “Allah, Allah” diye tekbir getirerek yürüdü. İmamı bu halde gören Memun’un adamları da bineklerinden indi. Ayakkabılarını çıkartarak İmam ve çevresindekiler gibi çıplak ayakla yürümeye başladılar.
İmam’ın bu şekilde mescide yürüyüşü kitleyi çok etkiledi. Öte yandan, tekbir getirerek yürüyen şehir halkı da Memun’un adamlarını korkutmuştu. Ne olacağını bilemedikleri için hükümdarlarına haber verdiler. Bunun üzerine Memun İmam’a derhal; “Size zahmet verdik, makamınıza dönünüz, bayram namazını da her vakit kıldıran kişi kıldırsın” diye haber yolladı. İmam bunun üzerine makamına döndü, halk da dağıldı.
Memun, İmam Rıza’yı kendine veliaht tayin ettikten sonra, kızı Ümmü Habibe’yi İmam’a, öbür kızı Ümmü Fazl’ı da oğlu Muhammed Taki’ye verdi.
Kardeşini öldürüp tahta tek başına geçen Memun İmam Rıza’yı önce veliaht yaptı, ardından da zehirletti.
Abbasiler, Haşimiler’dendi. Fakat en büyük rakipleri de gene Hamişiler’den Ali soyu idi. Emeviler’in yıkımı ile Ali soyunun kıyımı bitmemişti. Arap olmayan Müslümanlar, yani Şia’nın ezici çoğunluğu onlara bağlı idi.
Abbasiler’in herhangi bir mezhepten olduğu söylenemez. Bazen Ali ve Ehlibeyt’e yakın görünüyorlar, bazen de onların ileri gelenlerine her türlü kötülüğü yapıyorlardı. Hatta Şia’nın aleyhine bazı mezhepleri tutma yoluna bile gidiyorlardı. Cafer-i Sadık’a karşı Mansur, İmam Musa-i Kazım’a karşı Harun Reşid böyle davranmıştı. Memun ise yukarıda gördüğümüz gibi hepsinden farklı bir yol denemişti.
Abbasi halifesi Mu’temid on birinci İmam Hasan-ül Askeri’yi zehirleterek öldürdükten sonra Ali soyunu yok etmek için ailede hiçbir erkek çocuk bırakmamaya karar verdi ve bütün erkekleri öldürttü. Bu katliamdan hamile kadınlar bile kurtulamadı. Bu durumu Gölpınarlı’dan dinleyelim:
“Halifenin emriyle evdeki eşya toplanıp mühürlendi; odalar arandı; gönderilen ebeler, kadınları muayene ettiler; gebe sanılar bir cariye, hanımlarıyla beraber bir müddet hapsedildi; sonunda cariye’nin gebe olmadığı anlaşıldı ve oğulları Sahip’ül Emr bulunamadı.”
Bu aranan İmam, İslam tarihinde son imam olarak adı geçen, İmam Mehdi’ydi. Hatta İmam Mehdi’nin düşmanlarınca bulunmaması için ismi ile anılması bile yasaklanmıştır.
Kısaca özetlersek; Emevilerin hilafette kaldığı 87 yıl boyunca 14 halife yönetimde bulundu. Abbasiler ise, 750’den 1258 tarihine kadar hilafette kaldılar. Hz. Muhammed’in ölümünden yaklaşık 132 yıl sonra hilafet Abbasoğullarına geçmişti. Onlardan da toplam 37 halife hilafet makamına çıktı.
Son Abbasi halifesi Elmustasim Billah zamanında Moğol Hanı Cengiz’in torunu Hülagu Han Bağdat’ı zaptetti. Halifeyi bir çuvala koydu ve süvarilerinin ayakları altında ezdirerek öldürttü. Böylece Abbasi devri sona erdi.
Abbasi Halifeleri; Irak-Bağdat ile Kahire olmak üzere iki dönemde incelenir. Bağdat’taki, hilafete Moğollar Mısır’daki hilafete ise Osmanlılar son verir.

SORU 18: Aleviler’in Tuttuğu Orucun Özelliği Nedir?
CEVAP: Aleviler’in tuttuğu orucun özelliklerinden biri; akşamdan niyet tutulup ertesi gün oruç tutulur. Oruç günbatımında açılır. Sahurda yemek yemek yoktur. İftarda ise özel bir hazırlık adeta yemek şöleni yoktur. İftar sofrası her günkü akşam yemeğinin özelliklerini taşır.
12 günlük oruç boyunca; eğlence yoktur. Kavga, gönül kırmak, yalan söylemek, insanları üzmek vs. yoktur.Hatta zevk ve sefa kapsamına girdiği için sakal kesilmez. Kerbela olayı anısına su içilmez et yenmez. Kesici aletler ele alınmaz. Herhangi bir müzik aleti çalınmaz. Nefes söylemek için bile bağlama ele alınmaz. Aletsiz nefesler, mersiyeler okunur. İbadet, dualar bağlamasız yapılır.

SORU 20: Aleviler’de Dede Kimdir?
CEVAP: Alevilerde Cem ibadetini dede yönetir. Yani din adamına dede denir. Dedelerin soyunun Hz. Muhammed’e dayandığına inanılır. Soyu peygambere ulaşmayan kişi Alevilere dedelik yapamaz. Dedelik babadan oğula geçer. Bir babanın birden çok erkek çocuğu varsa onlar içinde babanın uygun bulduğu ve elverdiği oğlu dede olur. Tüm çocuklar dede olmaz.
Hz. Muhammed’in soyu kızı Fatıma ile Hz. Ali’nin evliliğinden olan Hasan veHüseyin’den devam etmiştir. Hz. Hasan’ın soyuna Şerif, Hz. Hüseyin’in soyuna Seyit denir.
Alevi dedelerine; “Seyidi Saaddet evlad-ı resul” denilir. Hilafetin başından beri Hz. Muhammed’in soyunun nüfus kütüğünü “Nakibul eşraflık” adlı kurum tutmaktadır. Bu nakibal eşraflık kurumu hilafetin Osmanlı’ya geçmesi ile Osmanlıya geçmiştir. Bugün bizdeki dedelerin elindeki secerdelerin çoğu bu nakibul eşraflık kurumu tarafından düzenlenmiş orjinal belgelerdir.
Dede soyluluk, Kerbela Olayı’ndan sonraTürk illerine geçmiştir. Bugün birçok Türkmen dedesinin peygamber soyundan olması bu kanaldan gelmektedir. Bu nedenleTürkmen Alevi dedelerin soylarının evlilikler yolu ile peygamber soyuna ulaşması olasıdır.

SORU 21: Aleviler’in İbadeti Olan Cem’in Özellikleri Nedir?
CEVAP: Cemi dede yönetir. Dedeler peygamber soyundandır. Bunun isbatı secereler ile, birde bu hizmet yüzyıllardır süren bir hizmettir. Her toplum kendi dedesini tanır. Dedesoylu olmayan birinin dedelik yapması oldukça zordur. Aleviler kapalı bir toplumdur. Dışardan içlerine girip dede olmadığı halde kendini dede kabul ettirmesi biraz zordur. Her insan ağzı ile kuş tutsa Alevi Cem’ini yürütemez. Dedenin peygamber soyundan olması şarttır.
Cem’e kavgalı, küslü, suçlu kimse alınmaz. Varsa ibadetten önce onlar barıştırılır. Alevilik yola bazı uğraşlarda bulunanlar alınmaz. Bunlar; Avcılar, kasaplar, görevi işkence yapmak veya adam öldürmek olanlar yola alınmaz. Cem’e katılıp birbirinden davacı olanlar için katılan tüm Cemaatin jüri olduğu bir yargılama olur. Bundan aklanınca Cem devam eder.
Alevilikte ilk etik kural; eline, diline, beline sahip olmaktır. Alevilikte vahim hatalar işleyen kişiler yoldan atılır. Düşkün edilir. O kişi toplum dışına itilir. Toplumdan izole edilir.
Cem’e gelen lokmalar eşit dağıtılır. Az bulana tekrar verilir. Bu dağılımda eşitlik sağlanır. Cemde cinsellik yoktur. Tüm katılımcı canlar insandır. Erkek yada kadın değildir. Cinsellik ibadet sırasında yoktur. Böyle bir duygu unutulur. Tüm canlar başka bir dünyaya yolculuk eder. Transa geçer. Kadın, erkek yoktur. Can, canlar, eren, erenler vardır. Cem Töreninde cinsellik yoktur.

SORU 22: Kaç Çeşit Cem Vardır?
CEVAP: Alevi ibadetine Cem denir. Çocukların ve yetişkinlerin birlikte katıldığı birazda eğitim amaçlı olan cemlere Birlik Cemi denir. Buna bazı yörelerde; Abdal Musa Cemi yada Kısır Cem’de denir.
Bunun dışında sadece müsahip ve evli çiftlerin katıldığı ve her çift için yılda bir yapılan ceme görgü cemi denir. Bu cemde görgüsü yapılan Canlar özünü dara çeker. Kendilerini gönüllü olarak dârâ çekerler, yargılamaya tutarlar. Şikayeti olan canlarda şikayetlerini dede önderliğindeki canların huzurunda ifade ederler. Görgüsü yapılan canların bir yıllık yaşamları mercek altına alınır. Adeta rehabilitasyon yapılır. Ruhsal bir temizlik yapılır. Bir yıllık yaşam gözden geçirilir. Kişilik rehabilite edilir ve yola devam edilir.
Bu cem daha disiplinli yapılır. 12 hizmetin tüm kuralları uygulanır. Bu cemin süresi yoktur. Yaklaşık akşam 5 de başlar. Sabaha kadar sürdüğü gibi bir günden fazla sürdüğüde olur. Katılan canların ruhsal birlikteliği adeta yenilenir. Ruhsal bir yenilenme sağlanır.

SORU 23: Alevilik’te Müsahiplik (Yol Kardeşliği) Nedir?
CEVAP: Alevilik’te müsahiplik yol kardeşliğidir. Kan kardeşliği dışında oluşan sosyal akrabalıktır. İki evli çiftin dünya-ahiret yol kardeşliğidir.
Müsahip olacak kişiler önceden müsahip adayını belirlerler. Dedelerine danışırlar. Bir yıl kadar müsahip kuralları ile yaşayıp yaşayamayacaklarını denerler. Ondan sonra müsahip olmaya karar verirler. Müsahiplik, müsahip cemi yapılarak başlar.
Müsahiplerin yeri Alevilikte kardeşlikten daha önemlidir. Kişinin yolu evlilikten sonra kardeşi ile ayrılabilir. Cüzdanı evi ayrılır. Müsahiplikte cüzdan ayrılmaz adeta ev ayrılmaz. Müsahibinizin eşi sizin kardeşiniz çocukları sizin çocuğunuz sayılır. Ayrı-gayrı yoktur. Sorumluluk ortaktır. Müsahiplik bir kere yapılır. Ölünceye kadar devam eder. Müsahiplikte ayrılmak yoktur.Müsahiplik eşitlik, sevgi, saygı, dostluk, dayanışma v.s. temeline dayalı toplumsal kardeşliktir. Bir köyün tümünün müsahip olduğunu düşünün ortaklaşmacı, eşitlikçi bir yaşam demektir. Müsahipler birbirinin iyi hareketinden olduğu kötü hareketinden de sorumlu bulunuyor. Bu durum da sıkı bir otokontrolü zorunlu kılıyor. Yapılacak hataları minimuma indiriyor. Az suçun yada hiçbir suçun işlenmediği bir toplumu oluşturmanın alt yapısını oluşturuyor.

SORU 24: Yedi Ulu Ozan Kimdir? Alevilik’teki Yeri Nedir?
CEVAP: Yedi Ulu Ozan; değişik tarihsel dönemlerde yaşamış Aleviliği gerek içerik olarak gerekse edebi olarak en iyi ifade eden 7 kişiden oluşan ozanlardır. Bu ozanlar adeta Aleviliğin tanınması açısından Aleviliğin kart adresleridir. Kartvizitleridir. Aleviliğin yazılı kaynaklarının tarihsel/toplumsal süreçte önemli ölçüde tahrip oldukları düşünüldüğünde ve önemli ölçüde şifahi kaynaklara dayanarak yaşadığı düşünüldüğünde bu durum daha fazla önem arzetmektedir.
Bu ozanların isimlerini sayarsak; Seyit Nesimi, Şah Hatayi, Fuzuli, Yemini, Virani, PirSultan, Kul Himmet’tir.
Kısaca biyografilerine bakarsak; Seyyit Nesimi:
SEYYİD NESİMİ (1369-1417)
Bağdat’ın Nesim Kasabası’nda yetişmiş, Diyarbakır bölgesine yerleşen Türkmenler’dendir. Halep’teHallac-ı Mansur’un düşüncelerinin iz sürücüsü olduğu için kafir sayılıp derisi yüzülerek öldürülmüştür.
Nesimi, Hurufi’dir. Fazlullah Hurufi’nin görüşlerini benimsemiştir. Varlık birliği görüşünü savunan, kişi ile tanrı arasında bir nitelik yükleyen inanç arasında bağlantı kurar. Tanrının yetkin (Kamil) insanda görüldüğü tasavvufi görüşünü benimser.
Başlıca eserleriTürkçe ve Farsça divanlardır. Azeri asıllı Türkmenlerdendir.
Katledilme sırasında rivayete göre derisi yüzülerek eline verilip giderken, Halep’in 12 kapısından aynı anda çıktığı görülmüştür. Yolda birisine; “Gerçek Kabe’nin yolcusuyuz.” Elinde yüzülmüş derisini göstererek “İhramımız budur” dediği beyti meşhurdur.
ŞAH HATAYİ (1487-1524)
Yedi Ulu’lardan Şah Hatayi; 1487 yılında İran-Erdebil’de doğdu. Anadolu’daki Alevi cemlerinde nefesleri en sık yer alan ululardandır.BabasıŞeyh Haydar, anasıAkkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın kızı Alemşah Halime Begüm Sultan’dır.
OsmanlıPadişahı Yavuz SultanSelim’le 19 Mart 1514’de yaptığı Çaldıran’daki savaşı kaybetti. Bu onun için sonun başlangıcı oldu. 1524’de 37 yaşında iken Azerbaycan’da Hakk’a yürüdü. Cenazesi Erdebil’e götürülerek, dedesiŞeyh Safiyüddi’nin türbesi yanında toprağa verildi.
Şah Hatayi çok iyi bir eğitim almıştır. Hz. Ali ve HacıBektaş Veli üstüne pek çok içtenlikli nefesler yazmıştır.
FUZULİ (1504-1556)
Asıl adıMehmet olan Fuzuli; 1504’deKerkük’te doğdu.Kerkük’teBayat Türkmen boyunun Karyağdı soyundan gelmektedir.
Şiirlerini hem Türkçe, hem Arapça hem de Farsça yazan Fuzuli’nin en başarılı eserleriTürkçe yazılmış olanlarıdır. Fuzuli; yalnızca Türk ve Fars edebiyatında değil, dünya klasikleri arasında da saygın bir yer almış ozandır.
Bir gönül eri olan Fuzuli; yaşamı süresince Kerbela veBağdat çevresinden ayrılmamış, bir süreHz. Ali’nin türbesinde türbedarlık yapmıştır.
Kitaplar Fuzuli’nin en büyük dileğinin Kerbela da ölmek olduğunu yazar. Fuzuli yakın çevresineHz. Hüseyin’in türbesinin yanında toprağa verilmeyi ve mezarına taş konulmamasını vasiyet etmiştir. Kendisi veba hastalığı salgınındaHakk’a yürümüş ve vasiyeti yerine getirilmiştir.
Kerbela Olayı’nı anlatan “Hadikat-ü Süeda” (Mutluların Bahçesi) en önemli eserlerindendir.
YEMİNİ (15.-16. YÜZYIL)
Yemini 15 yüzyılın sonu ile 16. yüzyılın ilk yarısındaTuna Irmağı yörelerinde yaşadı.
Çeşitli kaynaklar tarafından asıl adının Ali olduğunu, Akyazılı İbrahimDede zaviyesinde hizmet ettiğini ve “Yemini” mahlasını kullandığını yazar.
Demir Baba Velayetnamesi’nde adı “Hafız Kelam Yemini” olarak geçer.Bundan da Kuran’ı ezbere okuduğu anlaşılır. Hz. Ali’nin mitolojik yaşamını konu edinen Faziletname adlı kitabı 7300 beyitten oluşmaktadır. Kitap bir erdem kitabıdır. Bu kitap, Hz. Ali’nin yaşamının, Ehlibeyt ve Ali sevgisinin yoğun işlendiği temel eserlerinden biridir. Bu eseri Kitab-ı Erdem (iyi ahlak kitabı) olarak niteleyenler kitaptaki doğruluğu, dürüstlüğü, alçak gönüllülüğü yaşam biçimi ve inanç biçimi haline getirmesinden dolayıYemini’ye daha bir saygı duyarlar.
VİRANİ (16. YÜZYIL)
Doğum ve ölüm tarihi belli olmayan Virani’nin; 16. yüzyıldaEğriboz adasında doğduğu söylenir. Hurufiliği benimsemiş bir Bektaşi ozanı olan Virani; bir süreNecef’te Hz. Ali’nin türbesinde türbedarlık hizmeti vermiştir.
Virani; BalkanlardaDemir Baba’dan babalık icazeti almış, Hz. Ali tutkusunu dile getiren çok sayıda şiir yazmıştır.
Bazı araştırmacılar, yazılarında Virani’nin aruz vezni ile 300’e yakın şiir söylediğini ve koca bir divan oluşturduğunu bildirerek Ozan’ın az çok öğrenim görmüş olduğunu belirtirler.
Virani’ye göre, evrende ve bütün nesnel varlıklarda görünen Hz. Ali’dir.
PİR SULTAN ABDAL (16. YÜZYIL)
Pir Sultan Abdal’ın 1500 yıllarında doğduğu tahmin ediliyor. Doğduğu yeri ise kendisi şiirlerinde, “Benim AslımHorasan’dan Hoy’dandır” diyerek belirtiyor.
Asıl adıHaydar olan Pir Sultan Abdal’ın Sivas’ın Yıldızeli’ne bağlı Banaz Köyü’nden olduğu söylenir. Pir Sultan’ın yaşamı Alevi Bektaşi toplumunun söylenecelerine dayanır. Şiirlerinden iseSafeviDevleti hükümdarıŞah İsmail’in oğlu olan ŞahTahmasab zamanında yaşadığı anlaşılır.
Pir Sultan Abdal, döneminin toplumsal sorunlarına eğilmiş, bunları kendisine konu edinmiş, çıkış yolları aramış, yer yer şiirini sanatını da bu uğurda aracı yapmış bir ozandır. Bu nedenle halkla, halkın sorunlarıyla özdeşleşmiş ve bütünleşmiştir.
Pir Sultan Abdal, Osmanlı zulmüne karşı Anadolu halkının sıkılmış yumruğudur. Haksız gidişe “dur” diyen bir haykırıştır.
KUL HİMMET (16. YÜZYIL)
Kul Himmet; Tokat’a bağlı Almus ilçesinin bugünkü adıGörümlüKasabası olan Varsıl Köyü’ndendir. 16. yüzyılın ikinci yarısında yaşamıştır. KulHimmet bütün nefeslerindeHz. Ali, 12İmamlar veHacıBektaş Veli’yi büyük bir içtenlikle anlatır.
Kul Himmet’in nefesleri de diğer ulu ozanların nefesleri gibi her Alevi ceminin vazgeçilmez nefesleri arasındadır. İyi bir tekke ve tarikat eğitimi gören KulHimmet’in, Pir Sultan Abdal’a bağlı olduğu, onun çevresinde yetiştiği, müridi olup O’nu izlediği şiirlerinde açıkça ortaya çıkar.
Halk ozanlarında AleviBektaşi olmayanlar bile onun etkisinde kalmış, ona yakınlık göstermiştir.
Kul Himmet; tarikat ışığında beliren insan sevgisini HacıBektaş Veli üzerinde yoğunlaştırarak nesnel duruma getirmiş, tanrı kavramını bir varlık olan insanla özdeşleştirmiştir.

SORU 25: Aleviler’de, Semah Nedir?
CEVAP: Aleviler’de, Alevi ibadetleri olan Cem ibadetinin bir aşamasında kadın ve erkek canların dedenin işareti ile cem meydanında bağlama eşliğinde çalınan nefeslerle dönülen ve ibadetin bir parçası olan olaydır.
Semahı halk oyunları gibi folklorik etkinliklerle karıştırmamak gerekir. Semah Alevi ibadetinin bir parçasıdır. Özelliği kadın ve erkeğin birlikte dönmesi ve dinsel içerikte olmasıdır.
Semah sırasında bağlama ile çalınan nefesler klasik Alevi ozanlarının Kerbela Olayı, Hz. Ali, HacıBektaş Veli, Hz.Muhammed, 12 İmamlar v.s. üstüne söylenmiş parçalarıdır.
Semah ibadetin figürlerindendir. O’nu oyun olarak algılamamak gerekir. Mevlevi ve benzer oluşumlardan farkı ise, kadın ve erkek canların birlikte dönmesidir. Mevlevi semahlarında kadın yoktur. Semah’ın orjininin Hz. Muhammed’in Miraç’tan Kırklar meydanında döndüğü KırklarSemahından kaynaklandığına inanılır.
Yüzyıllar içinde bazı değişikliklere uğramasına karşı esas özelliği korunmaktadır. Bugün bazı yöresel özelliklere rağmen yapılan cemlerin ayrılmaz bir parçası olarak yaşamaya devam ediyor.

SORU 26: Türkler İslamiyet İle Ne Zaman Tanıştı?
CEVAP: İslamiyet Arap Yarımadası’nda yani bugünkü Suudi Arabistan’da 620 yıllarında doğdu. Peygamberi Hz. Muhammed’tir. Uzun ve yorucu bir mücadeleden sonra tüm Arap yarımadası İslamiyeti kabul etti. Arap Yarımadası’ndan sonra, İslamiyet diğer kıtalarla ve milletlerle tanışmaya başladı. İslamiyet Arap Yarımadası’ndan çıkınca coğrafi olarak önce Pakistan ile ardından Hindistan, İran, Mezopatamya venihayet Türkistan ile tanıştı. İslamiyetin Türklerle tanışması 9. 10. yüzyıla denk düşer.
Araplar, Türkistan’a Emeviler döneminde gelir. Türkler’in İslamiyet ile tanışması Emeviler ile olur. Emevi orduları Kuteybe komutasındaTürkistan’a fetih amacı ile gider. Türkler, İslamiyet’in Arap orduları kanalı ile yapılacak fethine karşı direnirler. Çok kanlı çarpışmalar olur. Çok Türk, Arap orduları eli ile öldürülür. Türk şehirleri kana boyanır. Nerede ise yetişkin erkek çocuk kalmaz. Onbinlerce Türk genci darağaçlarını boylar.
Türkler’in İslamiyet ile tanışması çarpışması kendilerine çok pahalıya mal olur. Sonuçta ise yaklaşık 300 yıl süren bir zamandan sonraTürkistan’ın İslamiyet’i kabul ettiği söylenebilir.

SORU 27: İslamiyet’ten Önce Türkler Hangi İnanca İnanıyordu?
CEVAP: Türkler, İslamiyet ile İslamiyet’in doğuşundan yaklaşık 300 yıl sonra tanıştılar. İslamiyet’ten önce değişik inançlara mensuptular. Bir kısmı; Musevi, bir kısmı Hıristiyan iken diğerleri ise; Budist, Mani ve Şaman inancına inanıyorlardı.
Bugün bile o tarihten kalan bir özellik sonucu, Hazar Türkleri Museviliğe, Gagauz Türkleri Hıristiyanlığa, Uygur TürkleriBudizme, Mani dinine inanırken, AltaylardakiTürklerŞamanizme inanıyor.
İslamiyet’in Türklerle tanıştığı yıllar aynı zamanda Ahmet Yesevi’nin yaşadığı ve inancını yaydığı yıllardı. AhmetYesevi, hocasıYusuf Hemedani’nin yolunda Sufi, tasavvufi inançlar doğrultusunda çevresini irşat etmeye çalışıyordu. Bu inanç O’ndan sonra yol eri Lokman Parende ve HacıBektaş Veli eli ile devam etti.
Ahmet Yesevi’nin İslam’ı yorumlama tarzı temeli insan sevgisine dayalı, eşitlikçi, özgürlükçü bölüşümcü bir anlayışı ifade ediyordu. O inancın temeline insanı ve insanı sevmeyi, saymayı, ona hizmet etmeyi koymuştur.
Araplar’ın İslamiyeti yorum tarzı çok farklı idi. Arap egemenliği, kibiri egemendi. Arap olmayanlar ikinci sınıf müslümandı. Birinci sınıf müslüman, hakiki müslüman Arap olanlardı.

SORU 28: Mevâli Müslüman Ne Demektir?
CEVAP: İslamiyet’in kutsal kitabı Kur’an-ı Kerim’in Arapça olması Araplar’da kibir konusu olmuştur. Arapları hakiki, öz müslüman Arap olmayan İslamiyet’i sonra kabul eden, Pakistanlı, Hindistanlı, İranlı ve Türk müslümanları ise Araplar; “Mevâli Müslüman” yani ikinci sınıf müslüman yada köle müslüman olarak görüp küçümsemişlerdir. Mevâli Müslüman deyimi buradan çıkmıştır.
Bu anlayış o denli abartılmışki İslamiyeti kabul eden diğer milletler küçümsenerek onları Araplaştırma, asimile etme yoluna gidilmiştir. Onların dilleri, gelenekleri, görenekleri, kültürel mirasları adeta yok sayılarak Araplaştırma kutsanmıştır. Arapça ve Araplara ait olan özellikler adeta kutsanmış Araplar dışındaki milletlere ait kültürel miraslar adeta yok sayılmış. Onların terkedilip Arap ögelerle değiştirilmesi İslam’ın şartı imiş gibi teşvik edilmiştir.

SORU 29: Türkler Arasında; Alevilik-Sünnilik-Şiilik Ne Zaman Oluştu?
CEVAP: Türkler İslamiyetiEmeviler döneminde tanıdılar. Yani yaklaşık İslamiyet’in doğuşundan 300 yıl sonra oldu. 300 yıl boyunca da “İslamlaşma” dönemi yaşandı. Böylece Türkler İslamiyeti İslamiyet’in doğuşundan yaklaşık 600 yıl sonra kabul ettiler dersek, abartı sayılmaz.
Bu yıllara kadar İslamiyet’te Hz. Muhammed dönemi yaşanmış. Hz. Muhammed vefat etmiş. Halife Ebubekir, Halife Ömer, Halife Osman ve Hz. Ali’nin halifeliği dönemi yaşanmıştır. Siffın Savaşı, Hendek Savaşı gibi savaşlar olmuş. Hz. Ali’nin hilafeti “Hakem Olayı” ile elinden alınmış. Yezit halife olmuş.Yezit vefat etmeden yerineMuaviye’yi halife yapmıştır. Hz. Ali’nin çocukları, Hz. Muhammed’in torunları olan Hasan hilafet uğruna zehirlenerek, Hz. Hüseyin Kerbela’da 72 kişilik yaşlı-çocuk ev halkı ile birlikte aç ve susuz bırakılarak 10.000 kişilik yezit ordusu kanalı ile Kerbela’da acımasızca katledilmiştir.
Bu olayların İslam içindeki yankıları İslam’ın yayılması ile o coğrafyalara da gitmiştir. Türkler İslamiyet ile tanıştığında bütün bu olaylar yaşanmıştır. İslam içinde taraflar seçilmiş saflar belirginleşmiştir.
Türkler İslamiyeti Emevi ordusunun güç ve ihtiras gösterileri ile tanıdılar. İslamiyeti kabul etmemek için çok direndiler. Kabul ettiklerinde ise, Hz. Ali yandaşlığını, Ehlibeyt yandaşlığını, Ali şiası yandaşlığını kabul ettiler. Bu durum Türk destanlarında; DedeKorkut Destanı’nda, Manas Destanı’nda açıkça görülmektedir. Türk destanlarında; Alisevgisi, FatmaAna sevgisi, Hz. Hüseyin, Hz. Hasan sevgisi sık, sık işlenmektedir. Kerbela Olayı anlatılmaktadır.
Fetih özelliği taşıyan Kuteybe veZalim Haccac komutasındaki Arap ordularına karşı Farslar veTürkler direnmişlerdir. İslamiyeti kabul ettiklerinde ise Emevi İslamı değil Ehlibeyt yandaşlığını, Ali yanlılığını kabul etmişlerdir. Bu coğrafyalarda daha sonra İslam mezheplerinin etkileri egemen oluncaya kadar devam etmiştir.
Türkler’in çeşitli mezhepleri seçmeleri Hanefi, Şafii, Şii v.s. olmaları daha sonraki yüzyıllardaki tarihsel görüşmelerden sonra olmuştur.

SORU 30: Ahmet Yesevi’nin Alevilik’teki Yeri Nedir?
CEVAP: Ahmet Yesevi’nin hem Türk dünyası hemde Alevilik tarihi açısından özel ve ayırdedici bir yeri vardır. Türk dünyasının önde gelen büyüklerindendir. Alevi inancı açısından da piramidin tepesindedir. O, Aleviler’in tanımı ile; “Piri Türkistan’dır.” O, “Doksan Dokuz Bin Gaip Erenlerin Piridir.”
Ahmet Yesevi; İslamıTürkçe konuşturan, İslamı Türkçeleştiren Türk ulusudur. O’nun bu düşüncelerini kendi yazdığı kabul edilen; “Hikmetler” adlı eserlerinde ve “Menakıpnameler”de görmek olasıdır. AhmetYesevi geleneği Lokman Parende, HacıBektaş Veli çizgisi ile devam etmiş, izsürücüleri için “Pusula” yada “Serçeşme” olmuştur. AhmetYesevi’nin doğumu ile ilgili muhtelif tarihler vardır. Ama, doğumunun Türkistan’ın Yesi kentinde olduğu ve 1100 yıllarına dek yaşadığı üstüne tarihçiler hemfikir bulunuyor.
Bugün, Anadolu’da ve dünyanın değişik coğrafyalarına serpişmiş Alevi biri ile karşılaşıldığında küçük bir kaynak soruşturması sonucu Aleviliğin doğuş adresi olarak Türkistan ve Ahmet Yesevi adının telaffuz edilmesi bir rastlantı değil.
Göktanrıcılık geleneğinden geldiği sanılan Gökkubbe geleneği anlayışına uygun bir mimaride yapılan Ahmet YeseviTürbesi arayanlar için hayli “hikmetler” ile dolu gözüküyor. Dergahta meydanevi yada cemevi olarak kullanılan mekanın geleneğe uygun olarak kullanımı görenlere çok şeyler söylemektedir. Daha sonraki tarihlerde Anadolu ve Balkanları süsleyen Gökkubeli yüzlerce dergahın ilham kaynağı AhmetYesevi’nin Gökkubeli Dergahı değilse neresi olabilir?

SORU 31: Aleviliğin Şamanizm ile İlişkisi Nedir?
CEVAP: Şamanizm, Türkler’in bir kısmının İslamiyet’ten önce inandıkları inancın adıdır. Bugün deAltay Dağları yöresinde hala varlığını sürdürüyor.
Şamanizm, bir doğa dinidir. Doğaya tapınma çok yaygındır.Şamanlar tanrılardan ve doğasal güçlerden yardım isterler. Şamani inançta; gür akan sular, yüksek ağaçlar, engin dağlar, görkemli su kaynakları vs. kutsanır. Ay ve gün kutsanır. Doğanın nimeti olan ürünler kutsanır. Şamanlar din adamıdır. Şamanlar adeta transa geçerek hastaları iyileştirdiklerine inanırlar.
Alevilik’te de Şaman’i inançta olan bir çok özellik vardır. Doğaya saygı ve kutsama gibi, ay ve güneşe saygı ve kutsama gibi. OrtaAsya’daki Şamani kişiliği Aleviler arasında şu yada bu özelliklerini taşırken görmek çok olasıdır.
Aleviliğin Şamanizm’den, Manilikten, Budizm’den kalan bazı özellikleri taşıdığını söylemek abartı olmaz.

SORU 32: Alevilik Anadolu’ya Nasıl Geldi?
CEVAP: Ahmet Yesevi, Aleviler arasında; “Piri Türkistan”, “Piri Horasani”, “Doksan DokuzBin Gaip Erenlerin Piri” v.s. olarak anılan bir kişiliktir. AhmetYesevi yetiştirdiği dervişleri bu düşüncelerini inancını yayması için görevlendirip yakın coğrafyalara gönderdiği biliniyor. Anadolu’ya gelen dervişlerin ve bacıların bu kulvarla ve bu anlayışla 9. 10. yüzyıldan itibaren çeşitli tarihlerde gelip dergahlarını açıp 4 kıtaya 18 bin aleme seslendiklerine inanılır.
O yıllardaTürkistan’da vuku bulan iklim değişikliği nedeni ile bu şartlar Türkmenlerin bu göçüne ivme de kazandırır. Anadolu’da o yıllarda yani 9. 10. ve 11. yüzyıllarda DoğuRoma İmparatorluğu vardır. Buraya; “Diyarı Rum” denmesi bundandır.
İşte 9., 10. ve 11. yüzyıldaTürkistan’dan Anadolu’ya gelip Anadolu’yu irşât eden dervişler AhmetYesevi dergahında yetişmiş gönül erleridir. Seyidi Battal Gazi, Barak Baba gibi Anadolu Erenleri bu tarihlerde Anadolu’ya gelir. Seyidi Battal Gazi’nin Eskişehir/Seyitgazi ilçesindeki görkemli mimariye sahip dergahı tarihçilere göre; 9. yüzyılda kurulmuştur. Bunu Anadolu ve Rumeli’deki diğer dergahlar izlemiştir.

SORU 33: Hacı Bektaş Veli Anadolu’ya Ne Zaman Geldi?
CEVAP: HacıBektaş Veli Anadolu’ya Babai İsyanı sonrası gelmiştir. Tarih olarak ise tahminen 1240 yılları oluyor. Babai isyanı, Selçuklu İmparatorluğu’nun haksızlıklarına karşı halkın bitip tükenmeyen tepkisidir.Hacı Bektaş Veli’nin Hakka yürüme yani vefat tarihi ise; 1270-71 yıllarıdır.
Bazı kaynaklar ise; HacıBektaş Veli’nin Babai isyanı öncesi Anadolu’ya AhmetYesevi’nin elçisi, dervişi olarak geldiği hatta kardeşiMenteş’i bu olayda kaybettiğini yazar.
HacıBektaş VeliAnadolu’da, Sulucakarahöyük denilen bugünkü HacıBektaş beldesine gelir. Orada dergahının kapısını tüm dünya insanlığına açar. Bu olaylar ve HacıBektaş Veli’nin hayat hikayesi; Vilayetname adlı kitapta ve HacıBektaş VeliMenakıbramesi’nde detayları ile yazılıdır.
HacıBektaş Veli, AhmetYesevi’den aldığı feyzle HacıBektaş Dergahı’nda yaptıkları ile yaşadıkları ile ve eğitip kurallaştırdığı düşünce ve inanç dünyası ile Anadolu Alevileri’nin serçeşmesi olmuştur. O’nun sıcak, sevgi dolu dünyası ölümsüzleşmiş, ilkeleri insanlık için ışık olmuştur. Dün olduğu gibi bugünde sımsıcak insanlığın canlı dünyasında yaşamaktadır. O, Anadolu ve Dünya Alevileri’nin en büyük pirlerinden biri olmuştur.

SORU 35: HacıBektaş Veli Nasıl İbadet Yapıyordu?
CEVAP: HacıBektaş Veli, 1200’lü yıllarda yaşamış 1271 de ise Hakk’a yürümüştür. HacıBektaş Veli’den bize kalan en büyük miras HacıBektaş VeliDergahı’dır. HacıBektaş Veli’nin nasıl ibadet yaptığı dergah ziyaret edildiğinde görülecektir. Dergahta giriş avlusundan sonraki ikinci avluda aşevi ve meydanevi yani cemevi bulunmaktadır. Meydanevinde cem yapılır. Zaten dergah meydanevi gezildiğinde 12 post sahibi aşevindeki karakazanlar, cemde çalınan bağlama ve diğer müzik aletleri ile teslim taşı gibi aksesuvarlar bir kimliği anlatmaya çalışmaktadır.
Bütün bunlardan yapılacak çıkarsama; HacıBektaş Veli Dergahı’ndacem yapıldığı, cemlerde bağlama, ney, keman gibi müzik aletlerinin nefesleri seslendirirken kullanıldığı ve aşevinde de kurbanların pişirilip ceme katılan cemlere pay edildiğidir.
Yani bugünkü Alevilerin yaptığı ibadet olan cemin HacıBektaş VeliDergahı’nın biricik ibadet biçimi olduğu görülecektir.

SORU 36: HacıBektaş Dergahı Avlusundaki Camiye HacıBektaş Veli Gidip Namaz Kılmaz mıydı?
CEVAP: Alevi inanç geleneğinde camide ibadet yapılmaz.Beş vakit namaz kılınmaz. Bu geleneğin Hz. Muhammed, Hz. Ali, AhmetYesevi ve HacıBektaş Veli’de de böyle olduğuna inanılır.
Bu nedenle Alevi dergahlarında cami bulunmaz. Cemevi bulunur. HacıBektaş VeliDergahı’ndaki cami ise, HacıBektaşi Veli’nin sağlığında yoktu. O caminin yapım tarihi 1832 dir. Cami, Osmanlı Padişahı 2. Mahmut’un Yeniçeri Ocağı’nı kaldırmasının ardından HacıBektaş VeliDergahı Dede veBabaları sürgün edilerek orayı sünnileştirmek için atanan NakşibendiŞeyhi’nin ve çevresinin ibadetlerini yapmak için inşa edilmiştir.
Bugün de dergaha gelen misafirler namaz kılmaktadır.Aleviler camiye giden Sünni inançlı kardeşlerinin inancına, ibadetine saygı duymaktadır. Ama kendileri ibadetlerini cemevinde yapmaktadırlar.
HacıBektaş Veli’nin kıldığı namazda cemevinde cem ibadeti sırasında tüm katılan canlarla birlikte kılınan halka namazıdır.

SORU 37: Anadolu’da HacıBektaş Veli Dergahı’ndan Başka Hangi Dergahlar Var?
CEVAP: Anadolu’da ilk yapılan AleviDergahları’ndan biri 900 yıllarında yapılan Eskişehir/Seyitgazi’dekiSeyidi Battal GaziDergahı’dır. Bundan başka; Antalya’da Abdal Musa Dergahı, Tokat’ta; Hubyar veKeçeci Baba Dergahı, İzmir yöresinde; HamzaBaba, Yatağan Baba Dergahları, Balkanlarda; DemirBaba, Kızıldeli, SarıSaltuk Dergahı gibi dergahlar var.
Anadolu’da yapılan tesbitlere ve yapılan sayımlara göre; en eskisi 900 yıllarında yapılıp 1800 yıllarına dek yaklaşık 600 adet civarında dergah cemevi yapılmış. Bunların içinde 900 yıllık olan da var, Onar Köyü Cemevi gibi 600 yıllık olanda var, 150 yıllık olan da var.Bu sayılar nerede ise o tarihlerdeAnadolu ve Balkanlarda inşa edilmiş cami sayısından bile fazla olabilir.
Cemevi geleneği bazılarının sandığı gibi son 20 yılda kentleşme ile ortaya çıkan bir olgu değil. Anadolu veBalkanlarda yaklaşık 900 yıllık bir tarihi var.Buna, OrtaAsya’daki başta; AhmetYesevi ve AslanBaba’nın gökkubbeli dergahlarıda ilave edilirse tarih daha da eskilere gider.

SORU 38: Osmanlı Döneminde; Osmanlı-Alevi İlişkilerini Kısaca Anlatır mısınız?
CEVAP: Osmanlı, tarihçilerin belirttiğine göre; 1299 da kurulmuştur. HacıBektaş Veli bu sıradaHakk’a yürümüştür. Osmanlı’nın kurucuları; Ertuğrul Bey, SavcıBey, Otman Bey, Şeyh Edeb Ali, Dursun Fakih gibi kişiliklerdir.
Osmanlı’nın manevi mimarları; Şeyh Edeb Ali ve daha sonra Osmanlı’da kadılık sisteminin kurusucusu olanDursun Fakih’tir. Bu iki kişilikte inanç olarak bugün Alevi, Bektaşi meşrep denecek inanç yapısında idiler. Osmanlı mantalitesine baştan bu anlayış hakimdi. Osmanlı, kuruluşta Alevi-Bektaşi meşrepli bir Türkmen topluluktu. Osmanlı coğrafi ve idari olarak büyüdükçe bu kuruluş mayasından uzaklaştı.Türkmen’in ağırlığı yerine tarihçilerin; “dönme devşirme” dediği toplumsal yapıya bıraktı.
Fatih Sultan Mehmet dönemine dek Türkmen’in yönetim erkinde ağırlığı söz konusu idi. Fatih ve İstanbul’un alınmasıTürkmen’in yerine Türkmen dışındaki toplumsal yapılardan gelen kesimlerdeki yönetici kesimi görülmeye başlandı.
Osmanlı’nın Türkmenler ile arasına mesafe koyması Alevilik ile de arasına mesafe koyması sonucunu getirdi. Baştan adetaAlevi meşrepli olan Osmanlı, süreç içinde giderek Alevi karşıtlığına bile dönüştü. Bu konuda Osmanlı’da bitip tükenmeyen Celali karşıtlığının sebebi budur.
Osmanlı Aleviilişkilerinde Celali Ayaklanmaları dışında iki büyük toplumsal kırılma yaşanmıştır. Bunlardan birisi; Yavuz Sultan Selim, İsmail çatışması ile başlayan Çaldıran’da Safevilerin yenilgisi ile sonuçlanan yenilgidir.Bu yenilgi iki Türk devletinin savaşıdır. Faturayı Türkmenler ödemiştir. Resmi kayıtlara göre; Çaldıran Savaşı öncesiYavuz Sultan Selim Anadolu’da Şah İsmail’in olası potansiyel desteğini bertaraf etmek için 40 bin AleviTürkmeni Kuyucu MuratPaşa marifeti ile katledip kuyulara doldurmuştur.
Tarihçiler, bu olaylarda katledilen Türkmensayısının 100 bini aştığını yazar. Bu olaydan bugüne 500 yıl geçmesine karşın bu olay Türkmen Alevilerde tanımı olanaksız tahrip yaratmıştır.
İkinci kırılma ise; 2. Mahmut Dönemi’nde Osmanlı yönetiminin Yeniçeri Ocağı’nı kaldırmak için yaptığı katliamdır. Bu olayda da yaklaşık 10 bini aşkın yeniçeri ve Alevi Bektaşi insan katledilmiştir.Yüzlerce AleviBektaşi dergahı içlerindeki eşyalarla ve binalar ile tahrip edilmiştir. Bu olay nedeni ile 1876’dan bugüne Bektaşi dergahları hala belini düzeltememiştir.

SORU 39: Yeniçeriler Kimdir? Ne Zaman Kurulmuştur?
CEVAP: Yeniçeriler, Osmanlı’nın kuruluş döneminde bazı tarihçilere göre, 1299’dan önce bazı tarihçilere göre ise; 1363 yılındaPadişah Orhan Gazi döneminde kurulmuştur.
Yeniçeriler padişahın yakın koruma görevini yapan özel bir birliktir.

SORU 40: Yeniçeri Ocağı Neden ve Nasıl Kaldırıldı?
CEVAP: Osmanlı Devleti ilk kurulduğu yıllarda koyu Sünni bir İmparatorluk değildi. İmparatorluğun ilk yıllarında azınlıklara ve başka dinden olanlara daha büyük bir hoşgörü ile bakıldığı kaynaklardan anlaşılmaktadır.
Hatta ilk üç padişahın; Osman Gazi, Orhan Gazi ve 1. Murat’ın, Ahi-Bektaşi inançlı olduklarını bazı kaynaklar yazar. Orhan Gazi’nin Yeniçeri Ocağı’nı 1363 yılında Bektaşi tekkesinin duasını aldıktan sonra gerçekleştirdiği bilinir.
Bu olay şöyle gelişmiştir:
Bektaşilikle yakından ilgilenen sempati duyan bir padişah olan Orhan Gazi devşirme çocuklardan (Hıristiyan v.s.) kurulu orduya kutsal bir özellik vermek için, bunlardan bir grubu alarak Hacı Bektaş Veli türbesinin bulunduğu Sulucakaracahöyük’e gider Dergahı ziyaret eden Orhan Gazi, orada bulunan Pir’e, “Pir hazretleri, yeni kurduğum ocak için sizden hayır duası almaya geldim” diyerek, Hıristiyan çocuklarını gösterir Hacı Bektaş’taki Pir, elini çocuklardan birinin başına ko*****:
“Bunların adı yeniçeri (yeni asker) olsun. Cenabı Hak yüreklerini ak, pazularını kuvvetli, kılıçlarını keskin, oklarını tehlikeli, kendilerini daima galip buyursun” diye dua eder.
Böylece, Yeniçeri Ocağı’nın isim babası Bektaşi piri olur. Yeniçeriler pirleri olarak Hacı Bektaş Veli’yi tanırlar. Yeniçeriler kendilerine Bektaşiyan, ağalarına da “Ağai Bektaşiyan” adını verirler.
Daha sonra Hacı Bektaş Pir evinden kutsal bir kazan alınır, Yeniçeri Ocağı’na götürülür. Bu kazan sonraki yıllarda, yeniçerilerin çeşitli haksızlıklara tepki olarak “kaldırdıkları” kazandır.
Yeniçeri duası ise şöyledir.
“Allah Allah, illallah, baş üryan, sine püryan... Kulluğumuz padişaha ayan; üçler, beşler, yediler, kırklar, gül-bang-ı Muhammed, nur-u Nebi, Kerem-i Ali pirimiz, Sultanımız Hünkar Hacı Bektaş Veli demine devranına Hü diyelim, Hüüüü...”
Bektaşilerin taktığı Bektaşi Tacı on iki dilimli beyaz bir külahtır. On iki dilim, On İki İmam’ı temsil eder. Bektaşi babalarının taçları, yeşil renkli bir sarıkla sarılır. Taçta ayrıca Taylaşan adı verilen bir şerit bulunur.
Bazı kaynaklarda Yeniçeri Ocağı’nı bizzat Hacı Bektaş Veli’nin kurduğu belirtilirse de bu doğru değildir. Çünkü Hacı Bektaş Veli 1270-71 yıllarında dünyamızdan göçmüştür. Yeniçeri Ocağı ise, 1363’te yani Hacı Bektaş Veli’nin Hak’ka yürümesinden yaklaşık 90 yıl sonra kurulmuştur.
Orhan Gazi’den sonra, I. Murat da Bektaşiliğe ve Yeni
______
 Aşığın hikâyesini durmaksızın feryat eden bülbüle değil, sessiz sedasız can veren pervanelere sor..
Ara
Cevapla


Hızlı Menü:


Şu anda bu konuyu okuyanlar: 1 Ziyaretçi

Online Shopping App
Online Shopping - E-Commerce Platform
Online Shopping - E-Commerce Platform
Feinunze Schmuck Jewelery Online Shopping