Konuyu Oyla:
  • Toplam: 0 Oy - Ortalama: 0
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Alevilerin Büyük Sırrı
#1
Resmi ideoloji Alevileri Türk ve Müslüman saymaktadır. Resmi ideolojiye göre Alevilik Müslümanlığın Türk yorumudur. Alevilik Türk’e has bir inançtır. X. ve XI. yüzyıllarda, daha sonraki yüzyıllarda Orta Asya’dan Kuzey Mezopotamya’ya ve Anadolu’ya göç eden Oğuzlar Şaman inançlarını ve ritüellerini de beraberlerinde getirmişlerdir. Orta Asya’daki şaman inançlarının İslamiyetle senteziyle Alevilik oluşmuştur. Alevilik, Müslümanlığın Türk yorumudur. Aleviler etnik bakımdan Türk’tür. Kürt olan Aleviler de varsa, bu onların asıllarının Kürt olduklarını göstermez, asıllarının Türk olduğunu fakat zamanla Kürtlerin içinde Kürtleştiklerini gösterir. Çünkü Alevilik Türk’e, Türkmenlere has bir inançtır, Türklerin Orta Asya’dan getirdikleri bir kültürdür.

Alevilik bir inanç sistemidir. “Dünya dönüyor” önermesinde ise bir inanç yoktur. Bu önerme çerçevesinde gelişen bir inanç yoktur. Alevilik olayının temelindeki bu doğa olayıyla, bilimsel konuyla, Alevilik denildiği zaman akla gelen Alevi inancı arasında ne gibi bir ilişki kurulabilir. Bu konuda düşünmek gerekir. Kişi olarak “Sır” denildiği zaman Hasan Sabbah’ın Alamut’ta yaptığı açıklamaları anlıyorum. Hasan Sabbah, bu sırrı İbni Tahir’e açıklamıştı. Belki bu sır Alamut’taki Büyük Dailer tarafından da biliniyordu (Viladimir Bartol, Fedailerin Kalesi Alamut, Yurt Kitap-Yayın, Çe., Attilla Dirim, Mart 2001, 3. Bas. Ankara, s. 166-178 özellikle s. 169-170, 176-177, 453-454.). 

Suçlarıyla ilgili davalarda, mahkemelerin ilgili kimseye kitap yazmasının yasak edilmesi kararının verilmesini istiyordu. Ağır hapis ve ağır para cezaları yanında kitap yazmasını yasaklama cezasının da verilmesini istiyordu. Halbuki kafasında açıklayacağı düşünceler bulunan bir kişi bunu şu veya bu şekilde açıklamaya çalışır. Düşünce açıklaması izinle gerçekleştirilecek bir süreç değildir. Düşüncelerini açıklayanlar bunun yaptırımlarına da elbette katlanacaklardır.

Bilim yöntemi konusunda bir olayı anlatmayı gerekli görüyorum. Bu olay bilim yönteminin Türkiye’de nasıl algılandığı konusunda bilgi zaman, içeriden bir ses, “kimsin?” diye sorar. Muhammed, “ben Peygamberim” der. İçeriden, “Sen git, ümmetine peygamberlik yap, bizim peygambere ihtiyacımız yoktur” der. Demek ki içeride olanlar, Peygamberin ümmetinden değildir. Kırklar bunu anlatmaya çalışıyorlar. Ayrıca Muhammed Peygamber kendisinden yapılmasını istenen bazı şeyleri de yapamaz. Örneğin, üzüm tanesini ezemez. Halbuki Prof Melikof Muhammed’in üzüm tanesini ezerek Kırklara yetecek kadar şerbet yaptığını söylemektedir.Bütün bunlara rağmen İsmail Onarlı, (s. 226) Esat Korkmaz (s. 231), Dr. Ali Duran Gülçiçek (s. 233), Dr. İsmail Kaygusuz (s. 224) gibi araştırmacılar Kırklar Meclisi’ne kimlerin katıldığını anlatmaktadırlar. İleri sürdükleri listelerde Muhammed ve yakınlarının isimlerini vermektedirler. Ehlibeyt’in Kırklar Meclisi’ne eksiksiz katıldığını vurgulamaktadırlar. Peygamberin miracının 619 yılında gerçekleştiği kabul edilmektedir. Halbuki örneğin Esat Korkmaz Kırklar Meclisi’ne katılanların isimlerini verirken “İmam Hasani Müçteba, İmam Hüseyin Şehidi Kerbela” diyerek Hasan’ı ve Hüseyin’i de sayıyor. Halbuki Hasan 624, Hüseyin 625 doğumludur. Dr. Ali Duran Gülçiçek ise Kırklar Meclisi’nin toplandığı yer hakkında şöyle düşünmektedir: “Hazreti Muhammed miracını tamamlayıp geri döndükten sonra kızı Fatma’nın (Damadı Ali’nin) evinde toplanan Kırklar Meclisi’ne varır” (s. 233). Halbuki 609 doğumlu Fatma’nın Ali ile evlenmesinin 623 olduğu belirtilmektedir. Görüldüğü gibi araştırmacılar olguları zorlayarak, olguları çarpıtarak resmi ideolojinin kabullerini doğrulama gayreti içine girmektedirler. Bunların bilim yöntemine aykırı tutumlar olduğu açıktır. Fakat Kırklar Meclisi konusunda hazırlanan bu listelerde peygambere çok yakın oldukları halde Ebubekir, Ömer, Osman isimlerine rastlanmamaktadır. Burada Alevilerin bu kişilere karşı duyduğu öfke dikkate alınmaktadır. Halbuki Alevilerin Halife Ebubekir’e, Halife Ömer’e, Halife Osman’a öfke duymaları anlamlı değildir. Halife Ali ile kendisinden önceki üç halife arasında hiçbir sorun yoktur. Ali kendisinden önceki üç halifenin de danışmanlığını yapmıştır. Ali, üç halifenin de baş danışmanıdır. Aynı zamanda Ömer Ali’nin damadıdır. Ali’nin kızı Ümmü Gülsüm Ömer ile evlendirilmiştir. Ünsal Öztürk “Alevilerin Büyük Sırrı” kitabında bu evliliklerden de söz etmektedir (s. 227-228).

Prof. Dr. İrene Melikof da Alevi araştırmaları konusunda emeği büyük olana bir akademisyendir. Prof. İrene Melikof bu emeğini resmi

çalışmasında, Prof. Dr. Yusuf Ziya Yörükan’ın değerli saptamalarda bulunduğu da görülmektedir. “Lakin bundan, Alevilerde ahiret fikrinin mevcut olduğu manası çıkarılmamalıdır. Çünkü Alevilerde, ileride izah edileceği veçhile, ne uluhiyyet fikri , ne ahiret mefhumu, ne de bu iki tasavvurun neticesi olun cennet ve cehennem akidesi yer bulmuş değildir...” (Söz eden Ünsal Öztürk, a.g.e., s. 126) Bütün bunlara rağmen, şu hususun vurgulanması da gerekir. Ismarlama yapılan incelemelerden, araştırmalardan bilim çıkmaz. Çünkü, kendisine araştırma ısmarlanan kişi, bu araştırmayı ısmarlayan kişinin, kurumun düşüncelerini, duygularını, bu incelemeden nasıl bir sonuç beklediğini bilir. Bu çerçevede bir inceleme hazırlar, bu istemlere cevap veren, bu istemleri tatmin eden bir inceleme hazırlar. Arzu edilen sonuçlara ulaşabilmek için olguları zorlar, çarpıtır, bazı olguları da yok sayar. Bu ısmarlamayı yapan, yönetimde söz sahibi olan tek kişiyse bu açıkça böyledir. Bu süreçten bilim çıkmaz. Bu, bilim yöntemine uygun bir süreç değildir. Bilimsel bilgi nasıl ortaya çıkar, bilim nasıl gelişir? Toplumsal yaşamda, veya araştırma-inceleme sürecinde, herhangi bir sorun sizin bilincinize çarpıyorsa, bu sorun kafanızı meşgul ediyorsa, bu sorun sizde bir merak uyandırıyorsa, işte o zaman, bu sorunun cevabını kendi olanaklarınızla çalışırsınız... İşte bilimsel bilgi böyle bir süreçte ortaya çıkar. Bilim bu ilişkiler çerçevesinde gelişir. Böyle bir incelemenin temel koşulu düşün özgürlüğüdür. O toplumda düşün özgürlüğü, ifade özgürlüğü kurumlaşmışsa, böyle bir inceleme yapılabilir. Bilim ortamı, ancak, ifade özgürlüğünün varolduğu bir ortamda oluşur.

Dr. Yusuf Ziya Yörükan “1931 yılında bizzat Atatürk tarafından Türk

Araştırmacılar Aleviliğin Türklük olduğunu, Müslümanlık olduğunu

Bilim Yöntemi, Bir Kere Daha...

Resmi ideolojinin görüşlerini, resmi ideolojinin kabullerini yukarıda

akademisyenler ise bu görüşlerden, bu düşüncelerden hiç kuşku duymuyorlar. Bu görüşleri, düşünceleri olduğu gibi benimsiyorlar, bunları doğrulamak için yoğun bir çaba içine giriyorlar. Aleviliğin Türklük olduğunu, Aleviliğin Müslümanlık olduğunu anlatmaya, ispat etmeye çalışıyorlar. Halbuki bu tartışmalı bir konudur. Tartışmalı bir konuda araştırmacıların resmi görüşün ileri sürdüğü düşünceleri sorgulamaları gerekir. Bilim insanının çok önemli bir niteliği vardır: Bunu Prof. Dr. Cemal Yıldırım Kepler’in (1571-1630) bilim tarihindeki yerini anlatırken şöyle ifade etmektedir:

1. “Kaynağını “otorite” denen kişilerden, antik otoritelerden alan bazı düşünceleri, bazı inançları sorgulamak, bunların yanlış olabileceğini görmek ve bunları ortaya koyabilecek kadar, yani kamuoyuna açıklayabilecek kadar dürüst ve cesur olmak

2. Olguların ve olgusal ilişkilerin çözümlenmesinde beğeni ve yoksa, bu ilkelerin yaşama geçmesi de olanaklı olmaz. Resmi ideolojinin baskıları karşısında her zaman geri adım atılması söz konusudur.


İdeolojinin ise gerçeği gizlemek, gerçeği saptırmak, gerçeği yok saymak gibi temel bir uğraşısı vardır. Resmi ideolojinin hizmetindeki “bilim” ise gerçeği araştırmak, gerçeğe yaklaşmak değil, gerçeği gizlemek, gerçeği saptırmak gibi bir uğraş içindedir. Kürt sorunu, Ermeni sorunu, Alevi sorunu, azınlıklar gibi sorunlarda durum açıkça böyledir. Yukarıda sözü edilen araştırmacılar, akademisyenler tam da bu çaba içindedirler. Örneğin Erdoğan Çınar resmi ideolojiyi, Türk tarih tezini doğrulamak için Sumerlerin Türk olduğunu bile söylemeye çalışıyor (Ünsal Öztürk, age., s. 185).


Bütün bunlar Alevilerdeki kafa karışıklığının devam ettiğini de görmek mümkündür. Pir Sultan Abdal Kültür Dernekleri Başkanı ve Alevi ve Bektaşi Federasyonu Yönetim Kurulu üyesi Kazım Genç, Neşe Düzel ile yaptığı bir röportajda, “Alevilik İslamiyet’in içinde değildir” diyor (Radikal, 10 Ekim 2005). Röportaj bu başlık altında yayımlanmış. Ama aynı röportajda Neşe Düzel’in “Aleviler kendilerini Müslümanlığın bir mezhebi olarak mı, ayrı bir din olarak mı görüyorlar?” şeklindeki sorusu üzerine Kazım Genç “Alevilerin peygamberi de Hazreti Muhammed’dir” ve tanrı, peygamber ve halife anlamında ‘Hak, Muhammed, Ali’ üçlüsüAlevilerin de rehberidir” diyor. Bu Alevilerdeki kafa karışıklığının açık bir örneğidir. Pir Sultan Abdal Kültür Dernekleri Başkanı ve Alevi ve Bektaşi Federasyonu Yönetim Kurulu üyesi Kazım Genç, “Alevilerin peygamberi de Hazreti Muhammed’dir” diyerek “Hak, Muhammed, Ali üçlüsü Alevilerin de rehberidir” diyerek, “Alevilik İslamiyet içinde değil” düşüncesini bizzat kendisi boğmuş olmaktadır. Eğer Alevilerin rehberi de “Allah, Muhammet, Ali” üçlüsüyse, o zaman Aleviler Müslüman demektir. O zaman da, “Alevilik” diye bir kategoriden söz konusu etmek doğru değildir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin laik olduğu vurgulanmaktadır. İbadet yeri olarak cem evlerinin yasak olduğu, ama Alevilerin günde beş vakit ezan dinledikleri, dinlemeye mecbur edildikleri bir siyasal sistem, devlet sistemi nasıl laik olabilir? Alevilerin bu sürece karşı bir eleştirileri olduğu görülmemektedir. Ama “Türkiye laiktir, laik kalacaktır” propagandasın da daha çok Aleviler tarafından yapıldığı görülmektedir. Bu da Alevilerdeki kafa karışıklığının başka bir boyutudur. "

İsmail BEŞİKÇİ
______
 Aşığın hikâyesini durmaksızın feryat eden bülbüle değil, sessiz sedasız can veren pervanelere sor..
Ara
Cevapla


Hızlı Menü:


Şu anda bu konuyu okuyanlar: 2 Ziyaretçi

Online Shopping App
Online Shopping - E-Commerce Platform
Online Shopping - E-Commerce Platform
Feinunze Schmuck Jewelery Online Shopping