Konuyu Oyla:
  • Toplam: 0 Oy - Ortalama: 0
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Alevi Sözcüğünün Etimolojisi
#1
Alevi sözcüğünün kökeni, Arapça’dır. Aslı “Ali”dir.

Ali; yüce, ulu anlamına gelen bir sözcüktür ve tarihte Hazret-i Ali’nin kimliği ile özdeşleşmiş bir isimdir.

Alevi, Ali sözcüğüne, mensubiyet-aitlik-özdeşlik anlamı katan “-i” sonekinin eklenmesi ile oluşmuştur ve dil bilgisinde türemiş sözcükler grubundandır.

Ali, sözcüğüne yandaşlık, aitlik anlatan -i eki ulanırken araya “-v-” kaynaştırma sesi girer ve sözcük “Alevi” halini alır.

Aynı etimolojik durumu, Hamza sözcüğünde de görebiliriz. Hamza yandaşları, Hamza yolundan gidenler anlamına gelen Hamzavi sözcüğünde de aynı yapısal durum oluşmuştur. Bu ses değişimi, türeme sürecinde benzer başka kelimelerde bol bol görülür: “Dünya”dan türetilen “dünye-vi, “bünye”den türetilen “bünye-vi”, “daire”den “dairevi”, “mana”dan “manevi” gibi…

Alevi sözcüğünün bu etimolojisini bilmeyenlerle Alevi kavramını çarpıtmak isteyenler, “Alevi”yi, “Alev” sözcüğüne bağlamak yanlışlığına düşmüşlerdir. Böylece de Alevi sözcüğüne, “Aleve, ateşe tapanlar” anlamını vermeye çabalamışlardır.

Bu oyuna başvuran iki kesim olmuştur. Birincileri, geçmişte Alevi düşmanlığını devam ettiren Sünni kesimden bazı yazarlar, sözde bilim adamlarıdır. Ne yazık ki sözlüklere, ansiklopedilere bile bu yakıştırma girmiştir.

Diğeri ise Aleviliğin Zerdüştlükten çıktığını iddia eden Kürt kökenli bazı angaje yazarlardır. Aleviliğin Kürt kültürünün ürünü olduğunu ileri süren Cemşit Benderve benzerleri, tarihi gerçekleri güncel siyasal amaçlar uğruna değiştirmeye çabalamışlardır.

Aleviliği Kürtlere bağlamaya çalışanlar, giderek onun Hazreti Ali ile bile ilgisinin olmadığını iddia etmeye başladılar. Bu konuda, “Alisiz Alevilik” adlı (Faik Bulut) kitap yazıldı. Geçmişte Muaviye yönetimine ve zalim Abbasi halifelerine yaranmak için kitap yazan Sünni ulemanın eserlerini temel alan bu yazar, Hazreti Ali’yi karalamak için elinden geleni yapıyor. Amaç, Ali ile, İslamla Aleviliğin bağını kopartmak. Buna bağlı olarak da da Aleviliğin kökeninin “alev “ olabileceğini iddia ediyor. (Age, s. 433)

Bu anlayışa bir başka kanattan da destek gelmektedir. Türkiye’de, Aleviliğin Hazret-i Ali ile ve sonuçta da İslamiyet’le ilgisi olmadığını iddia edecek kadar politikleşmiş kişiler de ortaya çıkmıştır.

Bunlar, Alevi kitleyi dindışı bir çizgiye çekmeye çalışan grupçuklardır. Onlar da Aleviliğin Ali ile değil alev ile bağlantılı olduğunu iddia etmektedirler. “Alevilerin başı Kuran’a bağlıdır.” deyip bundan dönenler (Nejat Birdoğan) “Kızılbaşlığın İslamdışı özellikleri!”ni anlayamayıp “Alevilik İslamdışıdır”a dönüştürenler, bu gruptandır. Asıl amaçları dine karşı mücadele olan bu kişiler, sonuçta Alevileri karalamak için onları Aleve tapanlar gibi gösteren Sünni yobazlarla aynı kampta buluşmuş oldular.

Alevi Kavramı

Aleviliğin tanımı şimdiye değin akademik çevrelerde dıştan, genellikle de mezhep kaygısı güdülerek yapıldı. Popülist tanımlamalarda ise siyasi kaygılar şiddetle etkili oldu. Tanımın gerçekle bütünleşebilmesi için Alevilerin kendilerini nasıl ifade ettiklerinden yola çıkmak gerekir.

Aleviler, kendilerini yazılı kaynaklarında nasıl tanımlıyorlar? Bu sorunun cevabı, Alevi kavramının aydınlatılmasında en önemli ipucunu sunar.

Alevi yazılı kaynakları şunlardır:

1- BUYRUK’lar, 2- Sözlü kültürden yazılı kültüre aktarılan Alevi halk ozanlarının dinsel şiirleri 3- Menakıpnameler, 4- Vilayetnameler, 5- Cenknameler, 6- Tarihler –İslam Tarihi–

Bütün bu kaynaklar tarandığı zaman çıkan Alevilik tanımı şudur: Alevilik “MUHAMMET ALİ YOLU”dur.

Alevi yazılı kaynaklarının en önemlisi, bu mezhebin ilmihali olarak hazırlanan Buyruk’lardır. Anadolu’da ve Balkanlar’daki Aleviler arasında değişik yazmaları bulunan buyruklar, Aleviliği en yalın biçimde Muhammet-Ali Yolu olarak tanımlar. Bu tanım şiire, menakıpnamelere, vilayetnamelere bu biçimde yansır.

“Alevi” sözcüğü, tarih içinde daha çok “Ali evladından olanlar”ı yani “Seyyidler”i anlatmak için kullanılmıştır. Örneğin, Emevi yönetimine isyan eden Kufeliler için İbn Hallikan, Alevi diyor (İbn Kesir, c.10, s.63)
Harun Reşit, 782 yılında Ali soyundan gelen (Talibi) İbrahimoğlu Hasan’ı öldürtmek isterken Vezir Yakub’a, “Şurada bir Alevi var, onun hakkından gel!” diyor. (İbn Kesir, c.10, s.248)

833’te ölen Halife Memun, vasiyetinde, kardeşi Mutasım’a, “Alevilere iyi davran. İyilik yapanların iyiliğini kabul et, kötülük yapanları bağışla ve onlara maaş ver.” demişti (İbn Kesir, c.10, s. 473)

9. Yüzyıl’da Mazanderan’da Aleviler bulunduğu vurgulanırken, bunların Alevi vatandaşlar değil, Hazreti Ali soyundan gelenler olduğu anlaşılmakta idi. Eski tarih kaynaklarında bu sözcük genelde yukarıdaki anlamda kullanılıyordu.

Bu sözcük zaman içinde hem Ali evladından olanları hem de onlara bağlı kitleleri anlatmaya başladı.

Anadolu’daki Alevi kitleler için resmi Osmanlı kaynaklarında Alevi nitelemesi kullanılmıyordu. Çünkü, Alevi sözü, Ali’yebağlı, onun yolunda giden anlamına geliyor, bu da onlara dinsel bir saygıyı zorunlu kılıyordu. Osmanlı Sünni yönetimi Alevi kitlenin ideolojik desteğini kırmak için Alevi nitelemesini kullanmazken Alevilerin temsilcileri bu sıfatı 16. Yüzyıl’da açık açık kullanıyorlardı. Örneğin Sivas’ta 1550’ler dolayında asılan Pir Sultan Abdal, bir şiirinde şöyle diyor:“Gidi Yezit bize Kızılbaş demiş/ Hüseyniyem Aleviyem ne dersin”

Şah İsmail’in askerlerinin 12 dilimli kızıl renkli külah takmaları yüzünden, Osmanlı, kızılbaş sözcüğünü bunlar için kullanıyordu. Anadolu’daki Aleviler de Şah İsmail’e sevgi duydukları için kızılbaş sözcüğü hakaret/kötüleme için kullanılmaya başlanmıştı. Pir Sultan Abdal, bu kötülemele karşı Alevi kitlenin tepkisini böyle ortaya koymaktadır.

Pir Sultan Abdal’dan bir yüzyıl sonra, Alevilerin Yedi Ulular diye andığı ozan kümesinde olan Kul Himmet, açık açık Alevi kimliğini dile getirir:

“Cümle bir mürşide demişler beli(evet)/ Tesbihleri (duaları) Allah-Muhammed-Ali/Meşrebi Hüseyni ismi Alevi/ Muhammet Ali’ye çıkar yolları.”

Aslında yukarıdaki dörtlükte Aleviliğin tanımı, felsefesi, ilkeleri, kaynağı ve duruş tarzı açıkça ortaya konmaktadır: Tanım: Muhammet Ali yolu. Felsefesi: El ele El Hakk’a ilkesinden (Hazreti Muhammet’e ilk Müslümanların yaptığı Hudaybiye biatinden –kabul ediş– ilham alarak) yola çıkarak bir öndere (mürşide) bağlılık ve Allah-Muhammet-Ali ilkesini temel almak. Kaynak: Muhammet-Ali: Hazreti Muhammet’in risaleti ve Ali’nin velayeti; bunların iç içeliği. Duruş tarzı: Hüseyince… Yani zalime baş eğmemek.

16. Yüzyıl’ın sonlarında yaşadığı sanılan Derviş Mehmet yine Kızılbaşlığı açıkça savunan ozanlardandır: “Gidi Yezit bize Kızılbaş demiş/ Bahçede açılan gül de kırmızı/ İncinme ey gönül ne derse desin/ Kuran’ı derc eden dil de kırmızı”

18. Yüzyıl’da Bolulu Dertli, Hüseyin aşkına ve Kerbela hatırına kendisini kesmiş ve kızılbaşlığını yiğitçe haykırmıştır. Kızılbaşlığa sahip çıkmak, bir onur ve bir duruş olarak Alevi kitle içinde saygınlık/hayranlık kazanma yolu olmuştur.

İran’daki Türkmenlerle çıkar çatışmasına girene kadar Osmanlı yönetimi Alevi kitleler için küfür ve hakaret içeren açıklamalar yapmıyordu. Çünkü bu kitleGaziyan-ı Rum denilen Anadolu Gazileri’nin tabanını oluşturuyordu. Balkanların ele geçirilmesinde Gaziyan-ı Rum, örgütlü Osmanlı ordusundan daha etkili oluyordu. Çünkü, bu kesimin içinde yer alan Alevi babaları (dedeler) Hıristiyan ikliminde serbest felsefe ile İslam’ı yayıyor ve Balkanların yoksulları, ezilmişleri Kızılbaşlık kanalından Müslüman oluyordu.

Osmanlının kuruluş dönemlerinde, Anadolu’daki aşırı Alevi kitleleri anlatmak üzere“Işık taifesi” kullanılan terimlerden birisi idi. Bunun yanı sıra “Torlak”, “Abdal” “Kalender”, “Etrak”, “Terakime” gibi ifadeler de dikkat çekmektedir. “Etrak’inTürk’ün” çoğulu olduğu dikkate alınırsa, Alevilerle Türklerin bir zamanlar eşleştirildiği bile anlaşılır. Zaten, Osmanlı Devleti’nde Alevilere karşı kıyım hareketi başlatıldığında, saraydaki devlet adamları ve aydınlar, Anadolu’daki Türk nüfusu,“Etrak-i bi idrak: İdraksiz, akılsız Türkler” diye aşağılıyordu. 16. Yüzyıl’a doğru bu kesimleri anlatmak için “Rafızi (Sapkın)” terimi kullanılmaya başlanmıştı. Saray alimlerince, dinsizleri anlatmak için kullanılan “mülhid” sözcüğünün hedefi de genelde Alevilerdi.
Daha sonra devreye kızılbaş nitelemesi girdi ve Rafızi veya mülhidle anlatımın keskinleştirilmesi gereken yerlerde devletin tarihçileri bu terimi kullanmaya başladılar.

Rıza Zelyut
______
 Aşığın hikâyesini durmaksızın feryat eden bülbüle değil, sessiz sedasız can veren pervanelere sor..
Ara
Cevapla


Hızlı Menü:


Şu anda bu konuyu okuyanlar: 1 Ziyaretçi

Online Shopping App
Online Shopping - E-Commerce Platform
Online Shopping - E-Commerce Platform
Feinunze Schmuck Jewelery Online Shopping