Konuyu Oyla:
  • Toplam: 0 Oy - Ortalama: 0
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Alevilik İslamın neresinde?
#1
Günlük gazetesinin 18.01.2010 tarihli sayısında Hüseyin Ali imzalı “Alevilerin İslam ile İlişkisi-1” başlıklı bir yazı yayınlandı. Hüseyin Ali bu yazısında, uzun süredir ülkemizde tartışılan “Aleviler İslam içi mi, İslam dışı mı?” tartışmasına katılıyor. Aslında bu tartışma yeni değildir. Osmanlı’dan bu yana siyasal iktidarlar, sağ, muhafazakar, ırkçı düşüncelere sahip insanlar, Aleviliği İslam’ın bir mezhebi olarak görmüyor, “sapkın”, “zındık”, “rafızi” gibi kelimelerle adlandırarak toplumdan dışlamaya çalışıyorlardı. Bu konuda başarılı da oldular.

Aleviler yüzlerce yıl yok sayıldı, vahşi kıyımlardan geçirildi. Alevi kökenli aileye mensup bir sosyalist olarak, Alevileri İslam dışı gören sağ kervana son yıllarda bazı sol, sosyal demokrat ve sosyalistlerin de katıldığını görünce üzülmeye başladım. Hüseyin Ali’nin Alevilik ile ilgili düşünceleri hakkında düşüncelerimi açıklamadan önce şunu açıklamak istiyorum. Yarım asrı geçen yaşamım Dersimli Kürt Aleviler içerisinde geçti. Herhangi bir ideolojinin taraftarı olmayan, sıradan hangi Aleviye hangi dinden olduğunu sorsanız, hiç düşünmeden size “Müslüman dininin İmamı Cafer-i Sadık mezhebinden” olduğunu söyler. Eğer bir topluluk böyle inanıyorsa, kendini böyle hissediyorsa, hiç kimsenin o topluluğa “sen böyle değilsin, çünkü sen filana, ona, buna benzemiyorsun; ondan, bundan, filandan şu şu farklılıkların var” deme hakkı yoktur. Bu hakkı kendinde bulan insanlar bir kere daha düşünüp, hatalarını görüp Alevilerden özür dilemeliler.

Devlet, resmi tarih gibi resmi bir din anlayışı yarattı ve bu din anlayışını tartışmasız gerçekmiş gibi toplumun bütün kesimlerine benimsetti. Doğrusu “Cefr” adlı romanımı yazmaya başlamadan önce ben de bu resmi din anlayışının etkisinde olduğumu kabul etmeliyim. Cefr romanımı yazmaya başladığımda, İslam dini ve dinler teolojisi hakkında on yıl süren bir araştırmaya başladım. Bu araştırma sonucu gördüm ki devletin resmi din anlayışı sorgulanmaz bir gerçek değildir. Hayatın bütün alanlarında olduğu gibi devlet din konusunda da birçok tahrifatlar yapmış; mutlak, tartışmasız gerçek olmayan birçok konuyu bize mutlak, tartışmasız gerçekmiş gibi benimsetmiş.

Şimdi sol çevrelerden bazı yazarların, düşünce adamlarının, politikacıların yazılarını okuyunca, bu ülkede solun hala din konusunda devletin resmi anlayışından kopamadığını görüyorum. Düşüncelerimi açıklamaya başlamadan önce “İslam dini nedir?” sorusuna yanıt vereyim. Bu soruya sağlıklı bir yanıt veremezsek sağlıklı bir sonuca ulaşamayız. Devlet bize İslam dini olarak İslam dini içerisindeki bir mezhebin yorumunu İslam dininin tümü olarak kabul ettirdi.   Bu doğru bir anlayış değil. İslam dini, bu din içerisinden doğmuş bir mezhebin yorumu değil, İslam dini içerisinden doğmuş bütün mezheplerin, düşünce akımlarının, tarikatların bütünüdür. İslam dinini İslam dini içerisinde doğmuş bir mezhebin yorumu olarak görmeye başladığımızda, doğal olarak İslam dininin diğer mezheplerini, tarikatlarını, düşünce akımlarını İslam dışı olarak görmeye başlarız ki bu düşünce hem İslam dinini daraltır hem de İslam dini içerisindeki tarikatların, mezheplerin, düşünce akımlarının bir arada yaşama olanaklarını yok eder. Bugün Alevileri İslam dışı gören sağdaki ve soldaki insanların temel argümanları, İslam dinini bir mezhebin yorumu olarak düşünmeleridir. Bu yanlış yorum onları yanlış bir sonuca götürüyor. Bakın, Hüseyin Ali söz konusu yazısında ne diyor:

“Sünni İslam ve Şia İslam şartları göz önüne getirildiğinde Alevilik İslam içiyle açıklanamaz. Cenaze namazı ve farklı bir biçimde ifade edilen Kelime-i Şahadet dışında İslam’ın şartları yerine getirilmez. Bunun dışında Sünni İslam’ın birçok önem verdiği değer Aleviler için bir değer değildir. Alevileri bu nedenle İslam içi olarak görmek İslam tanımına da ters düşer. Bir yönüyle Şia İslam’a yakın görülse de Şia İslam’ı da değildir. Hz. Ali ve Hz. Hüseyin sevgisi, on iki imamlar ortak yanlarıdır, ama yine İslam’ın şartları ve daha başka değerler konusunda köklü bir ayrılık gösterirler.
Bu argümanlar çerçevesinde Alevilik İslam’la özdeşleştirilemez. Alevilik de İslam’dır ya da İslam’ın bir mezhebidir denilemez. Zaten İslam’ın bilinen mezhepleri içinde anılmaz. Bir tarikat olarak bile görülmez. O zaman İslam’la ilişkisi nasıl izah edilebilir? İslam dışıdır gibi kestirme bir tutumla da bazı gerçekler izah edilemez.”

İşte, Alevilerin İslam dışı olduğunu savunan sol, tam da söylediğim bu noktada yanılıyor. Şüphesiz Sünni mezhebi İslam dininin en büyük mezheplerinden biridir. Ama Sünni mezhebi İslam dininin bütünü değildir. Sünni mezhebinin Kuran’ın birçok ayetinin yorumu konusunda İslam dini içerisinde geçmişten bu yana mutlak bir düşünce birliği olmamıştır. Bunlar tartışmalı yorumlardır. Üzülerek ifade edeyim ki, ne bu yazıyı yazan ne de daha başka birçok yazı yazıp İslam dini ve Aleviler konusunda ahkam kesen insanlar İslam dini konusunda bilgi sahibi değiller. Eğer bilgi sahibi olsalardı, bugün Sünni mezhebinin temel ritüellerini İslam’ın bütünü olarak yorumlamazlardı. Örneğin; ben, Hüseyin Ali’ye sorsam “Kuran’ın hangi ayetinde İslam dininin beş şartı var?” diye. Bana gösterebilir mi? Örneğin; ben, Hüseyin Ali’ye sorsam “Kuran’ın hangi ayetinde namaz ve beş vakit namaz var?” diye. Bana ayetini söyleyebilir mi? Söyleyemez. Çünkü Kuran’da ne İslam’ın beş şartı, ne namaz, ne de günde beş vakit namaz vardır. Ama bizim solcular hiç araştırma gereği duymadan, devletin resmi din anlayışından yola çıkarak, Sünni mezhebinin bu ritüellerini mutlak, tartışmasız gerçekmiş gibi kabul etmekte, bir noktada İslam’ın diğer mezheplerini ve tarikatlarını İslam dışı ilan etmektedirler. Biliyorum, birçok insan benim bu söylediklerimi okuduğunda kızacak, beni cahil olmakla itham edecek. Ama lütfen bir kere söylediklerimi dinleyerek Kuran’ı okuyun. Bakın, söylediklerim doğru mu yanlış mı?

Peki, Kuran’da ne var? Kuran’da birçok ayet mutlak, birçok ayet de yoruma açıktır. Kuran’ı bilen her insan bu gerçeği bilir. Örneğin; Kuran’da sala (dua) etmek mutlaktır. Değişmezdir. İslam dinine ve Allah’ın varlığına inanan her insan dua etmek zorundadır. Ama dua etmenin tarzı, şekli, uzunluğu, kısalığı vb mutlak değildir. Bu yoruma açıktır. Kişiden kişiye, bölgeden bölgeye, ulustan ulusa değişiklik arz eder. İşte tam bu noktada siyasal iktidarlar yıllarca toplumu yanılttılar.

Peki, bunu nasıl başardılar derseniz, şöyle açıklayabilirim. Dua etmenin bir ritüelini İslam dininin mutlak-değişmez kuralı olarak bize kabul ettirdiler. Ben bu gerçeği öğrendiğimde şok olmuştum. Örneğin; Kuran’da namaz diye bir ibadet ritüeli yok. Namaz, peygamberin ölümünden çok sonraları oluşturulmuş, duayla birlikte birçok faaliyetten oluşmuş bir İslami ritüeldir. Namaz, Arapça değil Farsça bir kelime. Kuran’da namaz değil sala (dua etmek) kelimesi kullanılır. Kuran’ın Türkçe meali yazılırken bilinçli olarak “sala” yerine “namaz” kelimesi konularak, namaz Kuran’ın mutlak-değişmez gerçeğiymiş gibi insanlara kabul ettirilmiştir. Kaldı ki Kuran’ı okuyan ve Kuran hakkında bilgi sahibi olan her insan, Kuran’da günde beş vakit namaz değil, iki vakit sala etmenin farz kılındığını bilir. Bu iki vakit de gün doğarken ve gün batarken olarak bilinir. Tekrar altını çizerek vurgulamak istiyorum: İster namaz, ister cem, ister zikir ayinleri olsun, bu ibadet tarzları yalnız başına dua değildir. Duayla birlikte birçok hareketten oluşur.

Özetlersem: İslam dininde dua etmek mutlak-değişmez bir kuraldır, ama dua etme tarzı ve yöntemi kişiye, zamana ve mekana göre değişir. Dolayısıyla İslam dini içerisinden doğmuş bütün mezhep ve tarikatların dua etme ritüelleri İslami’dir. Soruna böyle baktığımızda Sünnilerin de Alevilerin de İslam olduğunu kabul ederiz; yani Cem ayini de, namaz da, Rufailerin zikirleri de, Nakşilerin, Kadirilerin ibadet ritüelleri de İslami’dir.

İslam’ın şartlarına gelince; yazımın başında belirttiğim gibi, Kuran’da İslam’ın beş şartı vardır diyen mutlak bir ayet yoktur. Kuran’ı okuyan insan, kendine göre beş şart da, on şart da, yüz şart da çıkarabilir. Bunun sınırı yoktur. Ve nihayet bugün İslami mezheplerin, tarikatların birçoğu kendilerince, başka bir İslami tarikatın, mezhebin şart koşmadığı bir ayeti şart koşmakta ya da şart koşulan bir ayetin mutlak şart olmadığına inanmaktadır. En basit olarak İslam’ın Sünni mezhebi Kuran’la birlikte hadis ve sünneti de şart görmekte; ama İslam’ın birçok mezhebi ve tarikatı, İslam’ın temel kaynağının Kuran olduğunu, sünnet ve hadislerin tartışmalı olduğunu, dolayısıyla temel alınamayacağını savunurlar. Bu düşünce hiç de yabana atılacak bir düşünce değil. Bugün İslam’ın Şia ve İslam’ın Sünni mezheplerine ait alimlerin hadis ve sünnet kitaplarını incelersek görürüz ki iki mezhepten insanların anlattığı birçok sünnet ve hadis birbirinin zıddıdır. Peki, hangi hadisin gerçek olduğunu, hangi hadisin uydurma olduğunu nasıl bilebiliriz? Bunun kararını kim verebilir?

Sünni İslam mezhebinin bu yorumunu İslam’ın mutlak yasası olarak görürseniz, hadisleri ve sünneti temel almayan diğer mezhepleri İslam dışı görürsünüz. İşte yanılgı bu noktada başlar. Ben Kuran’ın birçok ayeti hakkında yapılmış onlarca farklı yorumu okudum. Gördüm ki bütün yorumlar da doğrudur. Çünkü o ayeti okuyan o insan öyle anlamışsa öyledir. Bir başkası da başka anlamışsa öyledir. Birinin yorumunu mutlak-gerçek yorum olarak görüp, diğerlerini sapkın, aykırı ilan edemeyiz.

Bütün bu gerçekleri bilmeden konuşma alışkanlığından vazgeçmeli solcular.

Hüseyin Ali’nin bir başka yanılgısı:

“Kuşkusuz toplumların benimsedikleri inançlardan önce de inandıkları değerler vardır. İslamiyet’in doğuşundan önce Arabistan’da Yahudilik gibi tek tanrılı bir din yanında başka inançlar da ve putlara tapıcılar da vardır. Alevilerin de İslam’ın çıkışından önce de bir inançları vardır.

Alevilerin yaşadığı coğrafyalar dikkate alındığında Yahudilik ve Hıristiyanlık bu coğrafyada pek görülmüyor. Tek tanrılı dinlerle fazla tanışılmamış. Zerdüştlüğün olduğu coğrafyalara yakın yerde yaşadıkları bugünkü bulundukları yerlerden de anlaşılıyor. Bulundukları coğrafyada Zerdüştlükten başka inançların olduğu da kesindir. Yukarı Mezopotamya ve çevresi ilk inançların yaşadığı coğrafyadır. Daha çok doğal güçler bu inançların merkezindedir.”

Eğer Hüseyin Ali İslam dinini bilseydi, peygamberin İslam dinini kendisinden önceki dinlerin inkarı üzerinde değil, onların mirası ve devamı üzerinde kurduğunu bilirdi. Eğer Hüseyin Ali Kuran’ı bilseydi, Kuran’daki surelerin büyük çoğunluğunun Tevrat’tan ve İncil’den alındığını bilirdi. Şunu demek istiyorum: Hem İslam dini hem de İslam dini içerisinden doğmuş bütün mezhepler kendilerinden önce var olmuş kültürlerden, inançlardan etkilenmişlerdir. Böyle olmaması mümkün değil. Mesela, İslam’ın en büyük ekollerinden biri olan İmamı Azam (Hanefi) ekolü, İslam dini doğmadan önce Arap kabileleri arasında çok yaygın olan İbrahimi dininden etkilenmiştir. Doğduğu topraklardaki kültürlerden etkilenmemiş hiçbir inanç yoktur. Her inanç, doğduğu topraklardaki kültürleri beraberinde gelecek kuşaklara taşıma görevi görmüştür. Bu bazı inançlarda çok fazla, bazı inançlarda daha az olabilir. Hepsi bu.

Hüseyin Ali’nin bir yanılgısı daha:

“Aleviler de bugünden anlaşıldığı gibi toplumsal ve demokratik karakteri olan bir inançtır. Devletle tanışmamış bir topluluk olarak hak, adalet ve eşitlik içinde yaşamaktadır.”

Bu doğru bir tespit değildir. Birçok insan bu yanılgıya düşer. Alevi topluluğu sınıfsız, kastsız bir topluluk değildir. Diğer İslami mezheplerde insanların yaşadığı bütün sınıfsal, kastsal sorunlar Alevi topluluklarında da var. Örneğin; Dersim Kürt Alevilerinin yaşam tarzıyla Batman’daki Sünni Kürt yurttaşlarımızın sorunları birbirinden çok farklı değildir. Bu iki topluluktan birinde sosyal adalete, eşitliğe dayalı bir komünal yaşam, diğerinde feodal ya da kapitalist yaşam var demek düş görmektir. Bu o kadar bariz bir yanılgı ki üzerinde düşünmeye bile değmez. Bunun böyle olmadığını iddia eden varsa, atlasın bir arabaya Dersim’e gelsin.

Solcuların bu düşünceleri savunmalarının arkasındaki düşünce Alevileri sola çekmektir. Alevileri sola çekeyim derken solcular Alevileşerek soldan uzaklaştı. Sanki biz Aleviliğe İslam’ın bir mezhebidir dersek Alevileri sağa teslim ederiz gibi bir önyargı var solcularda. Bu önyargı bizi yanlış, hayal ürünü sonuçlara götürmektedir.

Şüphesiz, İslam dini içerisindeki mezhepler, tarikatlar birbirlerinden farklıdır. Çünkü mezhepler ve tarikatlar hangi amaçla ve dinsel ritüelle kurulurlarsa kurulsunlar, kurulmalarının asıl amacı kendilerini ve topluluklarını siyasal iktidarda ifade etmektir. İslam dini de farklı sosyal sınıflardan, farklı insanlardan oluşmuş bir din olduğu için, bu dinin hüküm sürdüğü topraklarda yaşayan sosyal sınıflar, etnik kimlikler kendilerini iktidarda ifade etmek için tarikatlar, mezhepler kurmuşlardır. Bu mezhepler temsil ettikleri sınıfa göre şekillenmişlerdir. Bu anlamda İslami mezhepler arasında farklar, ayrılıklar vardır. İslam tarihi incelendiğinde İslam’ın iç hesaplaşmasında ölen insan sayısını görürüz. İnançsal ayrılıktan kaynaklanıyormuş gibi görünen bu kavgaların arkasında sınıfsal ve ulusal sebepler vardır.

Özetlersem: İbadet etmeyi temel almış bütün mezhepler son tahlilde birbirine benzerler. Mezheplerin ibadet ritüellerindeki uzunluk, kısalık, sıklık, azlık, esneklik veya katılıklara bakarak bir mezhep ritüelini meşru, diğerlerini meşru görmemek doğru bir anlayış değil. Cem evinde ibadet etmek İslami, camide ibadet etmek de İslami, bir mescitte zikir etmek de İslami bir ibadettir.

Bugün hem Alevi mezhebinden insanlar hem Sünni mezhebinden insanlar aralarındaki farklılıkları anlatırlar hep. Ortak noktalarından hiç söz etmezler. Eğer ayrılıklarıyla birlikte ortak noktalarını da dikkate almış olsalardı, öyle inanıyorum ki ortak bir yaşam kurma olanakları artardı.  

Alevilerle Sünniler aynı kutsal kitaba, aynı peygambere inanmaktadır. Bu çok önemli bir ortak noktadır. Peki neden hiçbirimiz bu ortak noktadan söz etmeyiz? Alevilerle Sünni yurttaşlarımızın ortak bir yaşam kurmaları neden bizi rahatsız ediyor? Neden ısrarla ortak noktalarımızı yok sayıp, farklılıklarımızı öne çıkarıyoruz? Neden hala günümüzün sorunlarına İslam’ın iç hesaplaşmasının husumetleri gözüyle bakıyor, kapitalizme karşı ortak kurumlarda örgütlenmiyoruz? Neden hala hayata ve toplumsal sorunlara mezhep penceresinden bakıyoruz


Metin Aktaş
______
 Aşığın hikâyesini durmaksızın feryat eden bülbüle değil, sessiz sedasız can veren pervanelere sor..
Ara
Cevapla


Hızlı Menü:


Şu anda bu konuyu okuyanlar: 1 Ziyaretçi

Online Shopping App
Online Shopping - E-Commerce Platform
Online Shopping - E-Commerce Platform
Feinunze Schmuck Jewelery Online Shopping