Konuyu Oyla:
  • Toplam: 0 Oy - Ortalama: 0
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
“Özgürlük her zaman farklı düşünenin özgürlüğüdür.”
#1
rosa_luxemburg-768x471.jpg

Rosa Luxemburg: “Özgürlük her zaman farklı düşünenin özgürlüğüdür.”

Emma Goldman, Alexandra Kollontai, Clara Zetkin ve Rosa Luxemburg yaşadıkları döneme damgalarını vurmuş, farklı düşüncelere sahip büyük devrimci insanlar, kadınlardı.

Almanya Sosyal Demokrat Partisi ‘nin (SPD) öne çıkmış isimlerinden birisi olan Rosa Luxemburg, o dönemde bilinen Marksistlere baktığımızda, düşünce ve ifade özgürlüğüne en çok önem veren, sınırsız basın ve toplantı özgürlüğü olmadan, düşüncenin özgürce mücadelesi olmaksızın, her kamu kurumundaki yaşamın öleceğini söyleyen ve içinde sadece işleyen tek unsur olarak bürokrasinin kalacağı bir biçime dönüşeceğini öngören bir insandır. Onu diğerlerinden farklı kılan budur. Ayrıca eleştireldir, düşündüğünü lafı dolandırmadan doğrudan söyler. Çekinmez, hesap yapmaz, korkmaz.

SPD’nin (Almanya Sosyal Demokrat Partisi) aktif bir üyesi Rosa Luxemburg Polonya asıllı bir Yahudi, bir kadın ve bir engelli olarak, dönemin erkekler dünyasında özgün düşünceleriyle tek başına ayakta kalmayı başardı. Çünkü o dönemde bütün alanlarda erkeklerin tartışılmaz hakimiyeti vardı. İlerici olanlar dahi, kadınları küçümsüyordu.

Varşova pogrom[1]‘u Rosa’nın yaşamında önemli bir dönüm noktası olmuştur. Bu pogrom sırasında kendisi de ailesiyle birlikte Varşova’dadır ve o sırada bu durum, yaklaşık iki bin aileyi etkilemiş, birçok Yahudi öldürülmüş, dükkânlar yağmalanmıştır. Bu onda bir travma yaratmıştır.

1917’de arkadaşı Luise Kautsky’ye, “Beni hangi düşüncenin  pençesine alıp, korkuttuğunu biliyor musun?” diye yazmıştı. “iğne atsan yere düşmeyecek bir kalabalığın doldurduğu kocaman bir salona, parlayan ışıklann altına, kulak tırmalayan gürültüye, beni iten insanların arasına tekrar girmem gerektiğini hayal ediyor… ve hemen oradan kaçmak istiyorum! Kalabalıklar beni dehşete düşürüyor’[2]

Emma Goldman, Alexandra Kollontai, Clara Zetkin ve Rosa Luxemburg yaşadıkları döneme damgalarını vurmuş, farklı düşüncelere sahip büyük devrimci insanlar, kadınlardı. Rosa o dönemde ünlü olan  Wilhelm Liebknecht, August Bebel, Eduard Bernstein ve Karl Kautsky ile birlikte Avrupa’nın en güçlü sosyalist partisi olan, Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin (SDP) önemli bir ismi oluyordu. Wilhelm Liebknecht, August Bebel, Eduard Bernstein ve Karl Kautsky Avrupa’nın en güçlü sosyalist partisinin, Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin (SDP) temellerini Zürih’de atmışlardı.

1880’lerin ortasında, radikal ideolojiyi biçimlendiren iki kuvvet vardı: Devrimi gerçekleştirmek için acil siyasal eylemi savunan ve terörün yararına inanan Narodnaya Volya (Halkın İradesi) ve terörü zararlı ve gereksiz bir yöntem olarak gören, sadece eğitilmiş proletaryanın devrim yapabileceğini savunan Marksizm.[3]

Bir Yahudi, kadın ve engelli olarak ayakta kalması o dönem için çok zordu aslında. Ama o bunu başardı.

Bir Devrimci, Bir Yahudi, Bir Kadın ve Bir Engelli

Bir Yahudi, kadın ve engelli olarak ayakta kalması o dönem için çok zordu aslında. Ama o bunu başardı. Daha sonraları ise, Bernstein’ın revizyonist yaklaşımını eleştiren bir makale yazacaktı.

Rosa’nın sevgilisi Leo Jogiches, onun makalelerini gözden geçiriyor, birçok fikir ekleyip çıkarıyor ve para da yollayarak Rosa’yı başlarda tam bir denetim altında tutuyordu. Ama Rosa, yavaş yavaş hem teorik, hem de pratik olarak onun denetiminden kurtuluyor ve kendi özgün düşünce ve kişiliğini buluyor, sonunda kendi ayaklarının üzerinde duruyordu.

Leo Jogiches tipik bir devrimci, “sert adam”dı. Rosa, giderek ondan bağımsızlaşıyor ve hem teorik ve politik olarak Almanya Sosyal Demokrat Partisi’nde saygınlık kazanmaya başlıyordu. 1907 başında Leo ile olan ilişkisi, Rosa,  Clara Zetkin’in en küçük oğlu olan Costia Zetkin’in sevgilisi olduğunda kırılıyordu. [4]

Sevgilisi Jogiches’in kendini beğenmişliği, hem Rosa’nın her siyasal geri çekilişinde, hem de her başarısında iki kat artıyordu. İki durum da ona kendi yetersizliğini gösteriyordu. Ortak siyasal platformları Luxemburg’un sıçrama tahtasına dönüşüyordu. Üstelik, ortak çalışmalarının meyvesini toplayan tek başına Rosa’ydı; sadece çok yakın çevresi Jogiches’in payının farkındaydı ve başkalarının saygısı örgütsel çalışması ile sınırlıydı.[5]

Rosa teorik olarak sürekli kendisini geliştirmiş, okumuş ve aynı zamanda makaleler yazmıştır. Ancak özellikle ilk döneminde onun teorik olarak arkasındaki kişi sevgilisi Jogiches’dir. Jogiches, o dönemde Rosa’yı hem teorik olarak hem de pratikteki faaliyetleriyle istediği yöne yönlendiriyor, ayrıca ona parasal olarak da yardımda bulunuyordu. Rosa daha sonraki dönemlerde ondan kendisini bağımsızlaştırdı. Ve Clara Zetkin’in oğlu ile bir ilişki yaşadı. Clara Zetkin, Rosa’ya hayrandı, çünkü kendisi Rosa kadar entelektüel olarak gelişkin değildi. Rosa’nın Clara Zetkin’in oğlu ile olan ilişkisi yarı gizli bir ilişkiydi. Bu ilişkiyi SPD dahil herkes biliyor, ancak kimse dillendirmiyordu.

“Rosa Luxemburg’un Clara Zetkin ile ilişkisi bir siyasal bağlaşıklık olarak başlayıp hayat boyu süren bir dostluğa dönüştü. Yaşça, görünüş olarak ve mizaç bakımından birbirinden farklı iki kadın, Clara ve Rosa, August Bebel’in destekleyici bir eda ile söylediği gibi, Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin Frauenzimmer’i [ç.n. Kadınlar Odası] olmuşlardı.”[6]

Yaşadığı dönem gibi aşkları ve tutkuları da çalkantılı idi. İstediği aşkı gerçek anlamda hiçbir zaman bulamadı, gel gitler yaşadı.

Rosa o dönemde, SPD yöneticilerinin hayatlarına baktığında, bunların burjuva bir hayat sürdüklerini görüyordu. Kendisi de Kautsky’lerin ve birçok SPD yöneticisinin evlerine gidip geliyordu, onlarla iyi arkadaş olmuştu. Kendi hayatı da fena değildi bu anlamda. Sevgilisi Leo Jogiches, ona para yardımı yapıyordu düzenli olarak.

“SPD yöneticilerinin hayatları İsviçre’deki sosyalist sürgünlerin mütevazı hayatlarına hiç mi hiç benzemiyordu. Partiden aldıkları maaşlar onlara bir orta sınıf hayatı yaşatıyor; güzel dairelerde oturuyor, eğlenceden mahrum kalmıyor, yurt dışı gezilerine çıkabiliyor, çocuklarını okutabiliyorlardı.” [7]

Rosa’ya göre, bir halk isyanı işçileri silahlandırarak değil, bilinçlendirerek gerçekleştirilmelidir.

Rosa Luxemburg’un 1907’den 1914’e kadar tarih ve kuramla ilgili araştırmaları onun en önemli kuramsal yapıtını, Sermaye Birikimi: Emperyalizmin Ekonomik Açıklamasına Bir Katkı (1913), ortaya çıkardı. Ona göre, Marx dahil hiçbir Marksist, emperyalist genişlemenin içsel dinamiğini ve gerekliliğini yeterince açıklayamadı. Rosa, Sermaye Birikimi’nde kapitalizmin temel çelişkisinin, üretici güçlerin sınırsız genişleme yeteneği ile toplumsal tüketimin sınırlı genişleme yeteneği” arasında olduğunu ileri sürdü. [8]

Lenin’den Farklı Düşünceleri

Rosa Luxemburg, Lenin ile de farklı düşünüyordu birçok konuda. Lenin, daha sonraları onun için “Rosa yanılıyordu yanılıyordu yanılıyordu yanılıyordu yanılıyordu.” diye bir cümlede tam beş kez onun yanıldıǧını yazacaktı. Rosa ise Lenin’i şöyle değerlendiriyordu:

“Sosyalizm sorununda, bir yandan proletaryanın özündeki dehayı kutsarken, öte yandan Sosyal Demokrat hareketin içindeki ‘aydınlar’a güvensizlik, kendi içinde ‘devrimci Marksizm’in belirtileri değildir. Rosa’nın en son darbesi, Lenin’in otokrasiyi gizleyen “aşırı-merkeziyetçiliği” ne yöneltilmişti: “Lenin’in düşündüğü ‘disiplin’ proletaryaya hiç de sadece fabrikalar tarafından aşılanmış değildir. Aynı ölçülerde kışla, modern bürokrasi, merkezi burjuva devlet aygıtının bütün mekanizması tarafından da aşılanan budur… Lenin’in savunduğu aşırı-merkeziyetçilik, gerçek özünde olumlu ve yaratıcı bir ruhtan çok, bir gece bekçisinin [Nachtwiichtergeist] donmuş ruhuna sızan şeydir. Lenin’in üzerinde en çok durduğu şeyler, partiyi verimli kılmak değil kontrol etmek, geliştirmek değil daraltmak, bütünleştirmek değil, denetim altında tutmaktır.”[9]

Yine sosyalizmin özü gereği dikte edilemeyeceğini, komut ile başlatılamayacağını dile getiriyor, Lenin’in kullandığı araçlar konusunda yanıldığını belirtiyor ve düşünce özgürlüğü konusuna özel vurgu yapıyordu. [10]

Rosa’ya göre, bir halk isyanı işçileri silahlandırarak değil, bilinçlendirerek gerçekleştirilmelidir.

Ulusların kendi kaderini belirlemesi konusunda farklı düşünceleri vardı:

Sosyal Demokrasi, “ulusların kendi kaderini tayin hakkını değil, sadece … işçi sınıfının kendi kaderini tayin hakkını gerçekleştirmekle” yükümlüdür diyordu.[11]

Rosa, proletarya diktatörlüğüne inanıyor, ama bunun parti tarafından değil, bizzat işçi sınıfının kendisi tarafından yürütülmesi gerektiğini söylüyordu hep. Bu da Leninist yöntemden ayrım noktalarından birisi idi.

Rus Devrimi’nde şunları yazdı: Proletarya iktidara el koyduğunda… Başka bir anlatımla, bir diktatörlük kurmalıdır; ama bu bir partinin ya da hizbin diktatörlüğü değil, sınıf diktatörlüğüdür -sınıf diktatörlüğü, sınırsız bir demokrasi içinde halk kitlelerinin en etkin, sınırsız katılımının herkesin gözü önünde sağlanması demektir.

Rosa Luxemburg’a göre, proletaryanın tarihsel görevi, iktidarı ele geçirdikten sonra, demokrasiyi toptan bir yana bırakmak değil, burjuva demokrasisinin yerine sosyalist demokrasiyi geçirmektir. [12]

Luxemburg, genel seçimler olmadan, sınırsız basın ve toplantı özgürlüğü olmadan, düşüncenin özgürce mücadelesi olmaksızın, her kamu kurumundaki yaşamın öleceğini, içinde sadece işleyen tek unsur olarak bürokrasinin kalacağı bir biçime dönüşeceğini iddia ediyordu.[13]

Bu öngörüsü de tarihsel olarak kanıtlandı ve Sovyetler Birliği, bürokratik bir parti diktatörlüğüne dönüştükten sonra yıkıldı gitti. Rosa bir kez daha haklı çıktı bu eleştirisinde.

Rosa, ayrıca Lenin ve Troçki sisteminin bir diktatörlük olduğunu, ancak bunun proletarya diktatörlüğü değil, bir avuç siyasetçinin Jakoben diktatörlüğü olduğunu da iddia ediyordu. [14]

Rosa Luxemburg, 1904 tarihli “Rus Sosyal Demokrasisinin Örgütsel Sorunları”nda, proletaryanın sınıf bilincinin “örgütlenme kavramını sil baştan ele alacağınnı ileri sürerek Lenin’in aşırı merkeziyetçiliğine şiddetle karşı çıkar. Ona göre, Lenin’in oportünizmle savaşma kaygısıyla katı merkeziyetçi örgütlenme anlayışı, kendiliğindenci girişimleri ve demokratik düşünceyi bastırma tehlikesini beraberinde getirebilir. Oportünizmle savaşmanın gerekli olduğunu söyler, ama bu, onun  örgütsel yöntemlerini yineleyerek olmamalıdır. [15]

Lenin ile farklı düşünmelerine karşın, görüşüyorlardı. Avrupa’da özellikle Berlin’de Lenin, Rosa’yı defalarca ziyaret etmişti.

Lenin ‘in kendi yanılmazlığına gerçek inancı ve devrimin dışındaki her şeye ilgisiz kalması Rosa’yı etkilemişti. Daha sonra bir arkadaşına “onunla konuşmak bir zevk” diye yazmıştı. “Çok sevdiğim çirkin suratıyla, çok derin ve bilgili biri.”[16]

Rosa Luxemburg’un o dönemde özellikle Lenin ve Troçki ile belirgin yaklaşım farkları vardı. Özellikle demokrasi ve düşünce özgürlüğü konusunun altını her fırsatta çiziyor ve devrimin bir hizbin, partinin diktatörlüğü yaratmaması gerektiğini söylüyordu. Devrimci demokrasinin bastırılmasını da şiddetle eleştiriyordu bu noktadan hareketle. Bu noktada farklı yaklaşımları vardı Rosa’nın. Aşırı merkeziyetçiliği de düşüncenin özgürce ifade edilmesini engelleyen bir yaklaşım olarak görüyordu. Bu noktada 1917 Ekim Devrimi’nden sonra Sovyetler komitelerinin giderek etkisizleştirilmesi ve parti bürokrasisinin her şeye egemen olması şeklinde gerçekleşmesiyle ortaya çıkar. Rosa bu uyarısında haklıdır. Parti, daha doğrusu partinin içindeki elit kesim, her şeye egemen olmuş ve sendikaları da parti okuluna dönüştürerek işlevsizleştirmiştir. Dolayısıyla Rosa’nın dikkat çektiği, bu durumun bir proletarya diktatörlüğü değil, bir hizbin, partinin proletarya üzerindeki diktatörlüğüne dönüşmesidir.

“Leninist-Troçkist diktatörlük kuramının üstü örtülü varsayımı şudur: Sosyalist dönüşüm, hazırlanmış formülü devrimci partinin cebinde bulunan, sadece enerjik biçimde uygulamaya geçirilmesi gereken bir şeydir. Ne yazık ki -belki de iyi ki durum böyle değildir! Sosyalizmin  gerçekleştirilmesi, sadece uygulanması gereken hazır reçetelerin toplamı değil, bir ekonomik, toplumsal ve hukuksal düzen olarak tamamen geleceğin sislerine saklanmış duran bir şeydir.[17]

Rosa Luxemburg’un diğer devrimci önderlerden farkı, Sovyetler Birliği’ni ve Lenin’i devrimden sonra da açıkça eleştirmekten çekinmemesi -o dönemde her eleştirenin emperyalizme hizmet ettiği suçlamalarına karşın-  ve özgür düşünceye, muhalefetin de düşünce özgürlüğüne yaptığı ısrarlı vurgudur. İşte bu onu, diğerlerinden kalın bir çizgiyle ayırır.

Lenin, aralarındaki düşünce farklılıklarına karşın, Rosa’nın mücadelesine olan saygısını onun ölümünden sonra şöyle ifade etti:

“O bir kartaldı ve kartal olarak kalacaktır; ve anısı bütün dünya komünistleri için daima değerli olmakla kalmayacak, aynı zamanda biyografisi ve bütün eserlerinin yayınlanması…) dünyada pek çok komünist kuşağın eğitilmesinde son derece yararlı kılavuzlar olarak hizmet edecektir.”[18]

Savaş sırasında Luxemburg hapishanede üç yıl dört ay kaldı: 1914 ‘de halkı itaatsizliğe kışkırtmaktan bir yıl hüküm giymişti; geri kalanı süresiz koruyucu gözetimdi. Hapis cezası 18 Şubat 1916’da dolmuştu; beş ay sonra Luxemburg gözaltına alınmış ve savaş sırasında dava açılmadan hapiste tutulmuştu.[19]

Ancak Lenin’den sonra Stalin döneminde iyice gözden çıkarıldı. Stalin, 1931’de Luxemburg’u Marx’ın devrim anlayışını “karikatürleştirmek”le suçlamıştı. Stalin’in ölümüne dek Rosa, Marksist literatürden bir nevi aforoz edildi, ancak bu dönemden sonra ona yönelik ilgi yeniden canlandı.

Rosa 1903’te Enternasyonal Sosyalist Büronun üyesi oldu. Halka açık bir konuşma sırasında İmparator Il. Wilhelm’e hakaret ettiği gerekçesiyle verilen bu üç aylık hapis cezası, kendisini tam bir devrimci olarak hissetmesi için gereken şanın küçük bir parçasıydı… Luxemburg, Berlin-Zwickau’daki kadınlar hapishanesine 26 Ağustos 1904 ‘de girdi ve 24 Ekimde tahliye oldu.

SPD İçindeki Çelişkiler

SPD içindeki tartışma ve görüş ayrılıklarına birebir tanıklık etmektedir.

“Mehring, K. Kautsky ile mektupla kavgaya dönüştü. Bebel, Mehring’e karşı Neuen Zeit’da yazıyor. Mehring, yönetim kuruluna en üst seviyeden ‘davet edildi’ ve bana yakınlaşma çabalarını sürdüyor. Susturulmasına izin vermeyecek ve Neuen Zeit’i bırakmaya hazır.”[20]

Franz Mehring, en çok saygı gören Karl Marx biyografilerinden birisini yazmıştı.

Kautsky ve eşi ile çok yakındı. Sürekli onların evlerine davet ediliyor, ona aileden birisi gibi sıcak davranılıyordu.

“Bebel, K. Kautsky. Mehring vs. vs. ile aynı gemide oturmak anlaşılan bundan kurtuluşum yok.” diyordu bir mektubunda. [21]

Ancak, Kautsky’den kesin kopuşu 1910’lu yıllarda olmuştur. Rosa, Alman Sosyal Demokrat Partisi (SPD) içinde, hem Bebel’den, Mehring’den, hem de daha sonraları bolşeviklerce “dönek” olarak nitelenecek Kautsky’den düşünceleriyle farklılaşıyordu. Bu farklılık ayrılığa kadar gitti ve İsviçre’de Clara Zetkin, kendisi gibi daha sonra öldürülen Karl Liebknecht ile ortak bir deklarasyon yayınlayarak partiden koptular.

Liebknecht ile aynı tavrı almalarına karşın bazı yaklaşım farklılıkları da vardı aralarında. Rosa bunu bir mektubunda şöyle anlatıyor: “Liebknecht’ın tavrı her zamanki gibi: Bir sağa sıçrıyor bir sola. Prusya Eyalet Meclisi’nde genel grev duyurusu yapmıştı, Belediye Meclisi’nde bizim verdiğimiz “Treptow’daki toplantının yasaklanmasını protesto etme’ teklifimize karşı çıktı koyduğu yasağa uymadığımız için yasa dışı’ davranmışız.”[22]

1915 başlarında, Rosa, Liebknecht ve arkadaşları  Die Gruppe lnternationale’i (Enternasyonal Grup) kurdular ve grubun süreli yayını olarak da Die lnternationale’i (Enternasyonal) çıkardılar. Bu girişim savaş sansürüyle engellendiyse de, savaş karşıtı duyguların canlanmasına yaradı ve bir yıl sonra, Rosa ile Liebknecht’in başını çektikleri Spartaküs Birliği’nin oluşmasına yol açtı. [23]

Savaş sırasında Luxemburg hapishanede üç yıl dört ay kaldı: 1914 ‘de halkı itaatsizliğe kışkırtmaktan bir yıl hüküm giymişti; geri kalanı süresiz koruyucu gözetimdi. Hapis cezası 18 Şubat 1916’da dolmuştu; beş ay sonra Luxemburg gözaltına alınmış ve savaş sırasında dava açılmadan hapiste tutulmuştu.

Marksizm’in bir dogma değil, sürekli değişen gerçekliği çözümlemenin bilimsel yöntemi olduğunu; yarım yüzyıldan fazla bir süre önce yazılmış olan Komünist Manifesto’ya körü körüne bağlı kalmanın “metafizik düşüncenin açık bir örneği,” Marksizm’in bir çarpıtılması olduğunu söylemişti. [24]

Rosa, Almanya’da sistem için tehlikeliydi, işçiler arasında çok etkiliydi düşünceleri ile. 15 Ocak 1919’da Rosa Luxemburg, Karl Liebknecht ve Wilhelm Pieck, Freikorps tarafından tutuklandılar; Pieck kaçmayı başarırken, Luxemburg ile Liebknecht yedikleri darbelerle bilinçlerini kaybettiler. Aynı gün, Luxemburg daha sonra tabanca ile vurularak cesedi nehre atıldı, Liebknecht ise başından yediği kurşunla hayatını kaybetti.

Luxemburg’un fikirlerinin özgün olmadığı, anarşistlerin kitle grevini daha önce savundukları, Marx’dan enternasyonalizm ve Moses’den sosyal adalet fikrini aldığı öne sürülebilir. O zaten düşünür ve filozoflara, bütün Batı geleneğine borçlu olduğunu seve seve kabul ediyor ve çoğu kez tarihsel çözümlemeyi bir başlangıç noktası olarak kullanıyordu. Yine de kendisine ait bir sosyalizm, 1956’da Macaristan’da, 1968’de Çekoslovakya’da ve 1980’de· Polonya’daki kendiliğinden devrimlerin yansıttığı gibi halkın kendi talebi olan bir sosyalizm kavramı yaratmıştı.[25]

Rosa Luxemburg, bir Marksist olmasına karşın, özgürlük konusuna yaptığı özel vurgu ile, bu konuda özgürlüğü vazgeçilmez olarak gören Anarşist filozoflara yaklaşıyordu.

Rosa Luxemburg’un farklılığı

Tarihi  olduğu gibi nesnel olarak değil, de istediğimiz gibi algılarsak onu çarpıtmış ve basit bir kahramanlık destanına indirgemiş oluruz. Ve resmi ideolojilere karşı çıkarken, başka bir resmi ideoloji yaratmış oluruz.
Luxemburg, “Sosyalizm olmadan demokrasi, demokrasi olmadan sosyalizm olmaz. (There is no democracy without Socialism and No Socialism without Democracy),[26] der ayrıca. Düşünce özgürlüğü ve demokrasiyi sosyalizm içinde vazgeçilmez olarak görür. Bu da onu diğer Marksist önder ve ideologlardan ayırmıştır. Bence Rosa Luxemburg, bu sözünde, Bakunin’den esinlenmiştir. Çünkü Bakunin şöyle der: “Bizler sosyalizm olmadan özgürlüğün ayrıcalık ve adaletsizlik olduğuna, ve özgürlük olmadan sosyalizmin kölelik ve şiddet olduğuna inanıyoruz. (Freedom without socialism is privilege and injustice; socialism without freedom is slavery and brutality) [27]
Rosa Luxemburg, sorgulayan bir insandı. Belki yaşasaydı, Marksizmin esas sorununun  otoriter, devlet sosyalizmi olduğunu da görebilecekti. Sorun, proletarya diktatörlüğü ile parti diktatörlüğü arasında tercih yapmak değildi bence. Sorun devlet kavramının kendisinden kaynaklanıyordu.
Rosa Luxemburg, düşünce özgürlüğü konusunda farklı görüşler ileri sürdü çağdaşlarından. “Sadece hükümeti destekleyenlere, sadece bir partinin üyelerine -sayıları ne kadar çok olursa olsun- tanınan özgürlük, özgürlük değildir. Özgürlük, her zaman ve yalnızca farklı düşünenin özgürlüğüdür.”[28]

Rosa Luxemburg, bir Marksist olmasına karşın, özgürlük konusuna yaptığı özel vurgu ile, bu konuda özgürlüğü vazgeçilmez olarak gören Anarşist filozoflara yaklaşıyordu.

Rosa’nın sosyalizm anlayışının ortak paydası “farklı düşünme” özgürlüğüydü. Onun devrime bağlılığı temelde ahlaki bir sorundu -daha insancıl bir toplumsal sistem için savaşma yükümlülüğü. [29]

Bu konuda, Rosa’nın yanılmadığı ortaya çıktı. Ve hâlâ onun bu düşüncesi, bence en temel farklılıklardan birisi olarak önemini koruyor.

Rosa Luxemburg, hayatını, devrim, özgürlük ve eşitlik mücadelesine adamıştı.

Rosa Luxemburg, “Ya Sosyalizm Ya Barbarlık!” [30] diyor. Ben de ona katılıyorum ama bir farkla, “Ya Özgürlükçü (liberter)  Sosyalizm Ya Barbarlık!” diyorum.
______
 Aşığın hikâyesini durmaksızın feryat eden bülbüle değil, sessiz sedasız can veren pervanelere sor..
Ara
Cevapla


Hızlı Menü:


Şu anda bu konuyu okuyanlar: 1 Ziyaretçi

Online Shopping App
Online Shopping - E-Commerce Platform
Online Shopping - E-Commerce Platform
Feinunze Schmuck Jewelery Online Shopping