Konuyu Oyla:
  • Toplam: 0 Oy - Ortalama: 0
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Mürşid-i Kamile Varıp El Almayan Dede Olamaz
#1
25995027_10155827350087221_4718599541368...29x300.jpg

Ben buraya bir dede olarak ya da neslinden geldiğim için övündüğüm, mutluluk duyduğum, 1205 yılında Diyar-ı Rum’a (Anadolu’ya) girmiş, 1224’de kendi adını taşıyan Zaviye’yi kurmuş olan – ki bugün elimizde bulunan 1983 yılında yayınlamış olduğumuz bir vakıf belgesiyle kurulan Şeyh Hasan Oner Zaviyesinin Büyük Ocak ve evladı Şeyh Bahşiş’in adlarını taşıyan iki Tekke-Cemevi hala biçimi bozulmadan tam 781 yıldır ayakta durmakta ve içlerinde Alevi inancının toplu tapınmaları, ibadeti olan Görgü Cemi yapılmıştır. Cemevi’nin ibadet yeri olmadığını söyleyen inkarcı Diyanet fetvacılarına bir kere daha duyurulur!- ulu atamız Ali soylu Şeyh Hasan Onar Ocağının temsilcisi olarak katılmak cesareti gösteremem. Çünkü kendimde Ali Yolu’nu sürdürecek yetkiyi de, yolun kurallarını açıklayıp uygulayacak, yürütecek donanımı da göremiyorum. Zira önce yolumuzun kurallarını kendi nefsimde uygulayabilecek erdeme ulaşamamış olduğumun bilincindeyim ve bunu sorgulamak zorundayım. Evet, on beş yıldır Alevilik araştırmaları içerisindeyim; bu alanda çoklarının ulaşamadığı kaynaklara ulaşıp onları değerlendirerek yorumladığım onlarca kitap yayınladım. Ama ben kendimi dede ilan edip talibime, “ Bu yol ateşten gömlektir, demirden leblebidir yiyemezsin; gelme gelme, dönme dönme, gelenin canı dönenin malı!” nasıl diyebilirim. Nasıl telkinde bulunabilirim ben o ateşten gömleği giyebilecek, demir leblebiyi yutabilecek; kısacası Ali yolunun sırrına ermiş ve onu sürdürecek olgunluğa erişmemişsem? Buna erişmiş dede bile gesin, dile gelsin; elini değil ayağını öpmeye hazırım: ☞

Pir, Dede, Seyyid hatta rehberlik mürebbilik “davasın kılan candan ol kadar kemal-i marifetullah gerektir ki ,gerek.talibi zulemat-ı cehliyyeden kemal-i nurlarına irşad ede; yani bu iddialarda bulunan canlarda, öylesine tanrısal bilgi/irfan gelişmişliği-genişliği gerektir ki talibi bilgisizlik karanlığından olgunluk nurlarına/ışığına kavuşturabilsin”. Demek ki ben dedeyim, ben seyyidim demekle olmuyor; mürşid-i kamile varıp, ondan el almak, “kemal-i marifetullah” ile donanmak gerek.

Size buradan Amerikan üniversitelerinden birinde çalışan genç bir araştırmacı dostumuz tarafından bulunup incelenerek yayına hazırlanmış -belki de bugünlerde bir bilimsel dergide çıkmıştır- 1624 tarihinde yazılmış, Irak’taki bir dergahtan Doğu Anadolu’da bir Seyyid’e gönderilen mektubun son paragrafını okumak istiyorum. Yukarıdaki cümle de buradan alınmıştır.

“… Zira üstat nutkunda buyurupdur ki üstat nefes, Şariat imandır. Pirlik, mürebbilik davasın kılan candan ol kadar kemal-i marifetullah gerekdir ki talibi zulemat-ı cehliyyeden kemal-i nurlarına irşad ide,(Çünkü Üstad nutkunda şöyle buyurmuştur: Üstad nefestir, tarikat imandır. Pirlik ve mürebbilik iddiasındaki canda öylesine tanrısal bilgi/irfan gerektir ki, talibi bilgisizlik karanlığından olgunluk nurlarına/ışığına kavuştura.,) zira erenler nurunda buyurupdur ki bir mürebbi talip ile mürşid ola yoluña, bağlaya şeytan şerrinden diniñi, imanıñı (Zira erenler nutkunda buyurmuştur ki bir mürebbi/rehber tahsil, yani eğitim-öğretim sayesinde kazandığı bilgi ile yolun aydınlatıcısı olur, (ozaman) dinini ve imanını şeytanın kötülüklerinden koruyabilir) ve meşayiiñ emridir ki mürebbi oldur ki müşkil hall ide ve mürebbi oldur ki evliyanıñ emriyle yol vara. Bir mürebbi ki müşkil hall itmez pirliğe layık değil ve bir mürebbi ki Şariat emriyle yol varmaz, pirlige layık olmaz. (ve şeyhler buyurur ki, mürebbi sorunları çözmeli, musahip ise evliyanın(velilerin) emri ile yola varmalıdır. kazanıp, kemale erin, cahillik mertebesinde kalmayın. Dua.)

(Mektubun gönderildiği kişiSmile Evlad-ı budala-ı ?a?? …..Seyyid Yusuf (Mektubu yollayanSmile Bende-i Şah-ı Velayet, Seyyid Baki, Evlad-ı ?u?bü?l-?Arifin Sultan Hacı Bektaş-ı Veli (Şah-ı Velayet bendelerinden, Ariflerin Kutbu Sultan Hacı Bektaş-ı Veli’nin soyundan, Seyit Baki)

Görüldüğü gibi mektup, ariflerin ulusu ve bilimlerin serçeşmesi Sultan Hacı Bektaş Veli evlatlarından Bağdad ya da Kerbela’da bulunan Hacı Bektaş Dergahının başındaki Seyyid Baki tarafından yazdırılmıştır. İçinde aynı zamanda Seyyid Yusuf’un 36 yıl önce almış olduğu İcazetname’nin de yenilenmesi yönünde göndermeler bulunmaktadır mektupta.

1527-28’de Hacı Bektaş Evladı ve Dergahının postnişini Kalender Şah Çelebi ayaklanmasının kanlı bir biçimde bastırılmasından sonra sürgüne uğrayan Hacı Bektaş Veli Ocağı Seyyidleri başka belgelerin de gösterdiği gibi, Ulu Pir’in adına Kerbela’da kurdukları Dergahtan, Anadolu’nun çeşitli bölgelerindeki Seyyid ocaklarından Dedelere huzurda kazan kaynattırıp cem tutturarak “çerağ ve post” ile birlikte icazetname vermişlerdi. Bu bir çeşit, o dedenin yolu sürdürmeye ehil olup olmadığının sınanması ve ehliyetininin kanıtlanmasıydı. Bir eğitimden geçmesi gerekliliğini göstermektedir. Ali yolunu sürdürecek bir dede için, kazanılması gereken bilgiler ve uyulması gerekli olan ilkelerin özüdür yukarıda verdiğim belgede geçenler. Zaten dedelik yapacak, seyyidin, babanın insanı kamil kişiliği kazanarak yolu yürütmesi, “el ele el Hakka” ilkesine uyarak gerçek Er’in, Mürşid-i kamilin eteğinden tutup, ondan el almasına bağlı olduğu “Buyruk” ve “Erkannameler”de de vurgulanmaktadır.

İsmail KAYGUSUZ

PİR İMAM CAFER BUYRUĞU’NDAN

(Başka bir sorun da pirin soyuyla olan ilişkisidir.)

Şimdi zamanımızın (kimi) pirleri:

“Ben falan post sahibinin oğluyum” diyerek övünürler.

Oysa bir kimse öldüğünde öbür dünyada “kimin oğlusun” demezler. “Dünyada ne yaptın, ne işledin?” diye sorarlar.

Hazreti İmam Zeynel Abidin’i, Yezit melun zindana atınca, (İmam Zeynel Abidin) ağladı. (Zindandaki) muhipler:

“Ey İmam, niçin ağlıyorsun?” diye sordular.

Hazreti İmam şöyle karşılık verdi:

“Dünyada bu duruma düştük. Dünyada durumumuz bu olunca, gör ahirette sonumuz ne olur?”

Muhipler:

“Ey İmam, Muhammed-Ali deden olduğuna göre daha sen niçin korkarsın?” dediler.

İmam Zeynel Abidin:

“Kabre vardığımda dedemi sormazlar. ‘Kimin oğlusun’ diye sorulsaydı, ‘İmam Hüseyin’in oğluyum’ demek bana yeterdi. Ancak (divanda) atamı, dedemi sormazlar. Yalnız yapılan işleri sorarlar. Ne mutlu (divana vardığında) defterinde yanlış bulunmayan kula. Ve, vay o kula ki defterinde yanlış buluna!”

(“Pirin günahı mı olur?” gibi bir düşünce olmaz. ) Son dönemlerde kimi talipler:

“Pirin, rehberin günahı mı olur? Onlar ocakzadedirler. Onların küfrü iman olur” derler.

Oysa gerçek onların düşündükleri gibi değildir. Nedeni, pir bir günah etse beş günah yazılır. Talip bir günah etse bir günah yazılır. Çünkü ummadığın yerden sana bir söz gelse ona çok incinirsin. Ancak cahilden, düşmandan gelse “cahil bilmez, düşman düşmanlık etti” dersin. Sonuçta ocakzade, Tanrı’nın sevgili dostlarının soyundandır.

Pir kendi konumunu düşünmeyip Tanrı’nın yasakladığı bir işi yaparsa Tanrı mahşerde ona:
“Ey zalim sen, talibe örnek olup hayır işleyeceğine kitapsız oldun. Talip sana bakıp azdı. (Gerçekte) azdıran Şeytan’dır. Ancak sen neden oldun. Gel, imdi yaptıklarının hesabını ver” deyip tamuya yollar.


Bir pirin karısından ayrılması, Yezit’e kuşak çözmesi, kan dökmesi ya da Tanrı korusun, livata yapması büyük günahtır. Bunları yapan pirin derdine derman olmaz. O, yol düşkünüdür. Böyle bir pirin yüzüne bakılmaz, ocağına varılmaz. Ve hiçbir şekilde ocağın eşiğinden içeri sokulmaz, konuk edilmez. Onun ayağının bastığı toprakta kırk yıl bet bereket olmaz. Böyle bir pirin yanına varılmaz. Uçsa bile “cazıdar” denir, inanılmaz. O pir, dergâhımızdan kovulmuştur. Aramızdan dışlanmıştır.

Bir pir ocağında birkaç tane genç türese, onların içlerinden birini ulu bilip pir saymaları gerekir. Talipleri görüp soracak o pir olur. Ancak, pirin de başka ocaktan el alması gerekir. Kimileri (‘veliler birbirlerini) göremez’ gibi bir düşünce ileri sürmüşlerdir. Ancak velilerin kökü, atası birdir. Dolanıp bir yere gelinir. (Kökende) kişinin kendi kendini arıtması gerekir. Kişi kendi kendine sahip olmayınca pir rehber doğru yola sokamaz.

Bir pirin soyu tükenirse, talipler hangi pire özleri yatarsa ondan et tutarlar. Ancak pirin Resul soyundan olması gerekir. Bir pir bir talibe “gel bana talip ol, tekkenişinim ol” derse onu azdırmış olur.

Pir olan kimsenin âlim ve kâmil olması gerekir. Pir ve rehberin okur-yazar olması gerekir. Şeriatta okur-yazar olmayan müftü görülür mü? Ya da okur-yazar olmayan molla olur mu? Okur-yazar olup anlamı anlamak gerek. (Pir) sorunu çözecek Tanrı’nın vekilidir. Tanrı’nın gönderdiği kitabı bilmeyen, hakkı nasıl bilebilir? İnsanlar doğuştan bilgi sahibi olsalardı, Tanrı peygamberlere kitap göndermezdi. Kitapsız pir Şeytan’dır. Talipler ise pire bağlıdır. (Kitapsız pirin) izinden yürünmez, sözüne uyulmaz.
Ara
Cevapla
#2
Bilgi için teşekkür
______
 Aşığın hikâyesini durmaksızın feryat eden bülbüle değil, sessiz sedasız can veren pervanelere sor..
Ara
Cevapla


Hızlı Menü:


Şu anda bu konuyu okuyanlar: 1 Ziyaretçi

Online Shopping App
Online Shopping - E-Commerce Platform
Online Shopping - E-Commerce Platform
Feinunze Schmuck Jewelery Online Shopping