Konuyu Oyla:
  • Toplam: 0 Oy - Ortalama: 0
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Safevîlik (Safevi Tarikatı - Erdebil Tarikatı)
#1
Safevi Tarikatı (daha az yaygın olarak Erdebil Tarikatı, ender olarak Safevilik), Safiyüddin İshak tarafından Güney Azerbaycan’ın Erdebil kentinde kurulmuş bir sufi tarikatdır. Erdebil, Hazar Denizi’nin güney batı kıyısında, günümüzde İran’ın kuzey batı bölgesinde yer alan bir kenttir ve Erdebil Dergahı’nın ortaya çıkışından (1291’den hemen sonra) Karakoyunlu Devleti’nin yıkılışına kadar (1469) bu devletin toprakları içinde olmuştur. Döneminde Anadolu’nun Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu İran Azerbaycanı ve Güney Kafkasya, Doğu Akdeniz Bölgesi ve İran’da oldukça kalabalık mürit topluluğuna ve büyük bir siyasî öneme sahip olan bu İslâmî tarikatdır. 16. yüzyılın başında kurmuş olduğu ve tarihte ilk kez Şiî Onikiciliğini resmî mezhep olarak kabullenmiş olan Safevî Devleti ile tanınmıştır.[1]

Safevîler adını dergahın ve tarikatın kurucusu Şeyh Safiyüddin İshak-ı Erdebili’den alır. Tarikat liderliği bir istisna dışında babadan oğula geçmiştir. Beşinci şeyh Cüneyd’e kadar Sünni bir tarikat olmasına karşın Şeyh Cüneyd keskin bir dönüşle net bir biçimde Şii itikadını savunmuş, dahası müritlerini silahlandırmıştır. Cüneyd’in amcasının ve dönemin Karakoyunlu sultanı Cihan Şah’ın müdahalesiyle tarikatın liderliğini amcası Cafer’e bırakarak Erdebil’den ayrılmak zorunda kalmış, bir kısım maiyetiyle birlikte Anadolu’ya gelmiştir. Anadolu’da değişik yerlerde geniş ve silahlı Türkmen zümrelerini etrafında toplamayı başarmış, ancak bir toprak parçası üzerinde hüküm sürmek şeklindeki esas amacına ulaşamamıştır. Sonunda Diyarbakır’da Akkoyunlu sultanı Uzun Hasan’la askeri bir ittifak kurmuş, Uzun Hasan’ın kız kardeşiyle evlenmiştir. Bir süre sonra döndüğü Erdebil’de yine tutunamayıp silahlı müritleriyle Kafkasya üzerine yağma – talan (gaza) seferlerine çıkmış, buradaki bir çatışmada öldürülmüştür. Uzun Hasan, sarayında yaşamakta olan Cüneyd’in oğlu ve kendi yeğeni olan Haydar’ı Erdebil Dergahı’nın başına geçirmiştir. Ne var ki bir sonraki Akkoyunlu sultanı Yakup, tarikatın çok geniş mürit topluluğuyla para-militer yapısından endişe duymuş ve giderek tarikatı ezmeyi amaç edinmiştir. Şeyh Haydar, babası gibi Kafkasya üzerine yaptığı bir gaza akını sırasında Şirvanşahlar ülkesine saldırmış, Şirvanşah ve Akkoyunlu ordusuyla giriştiği çatışmada ölmüştür. Üç oğlu Sultan Yakup tarafından hapsedilmiş, onun ölümünden sonra çıkan saltanat mücadelesinde şehzade Rüstem tarafından, tarikatın askeri gücünden yararlanmak için hapisten çıkarılmışlardır. Kardeşlerden Şeyh Ali, Rüstem’in tahta geçişinde önemli rol oynasa da Rüstem tarafından öldürtüldü. Türkmen boy şefleri çocuk yaştaki İsmail’i kaçırarak gizlediler ve delikanlılık çağında onun emrinde Şirvanşahlar’ı ve ardından Akkoyunlular’ı savaşarak tarih sahnesinden sildiler. Şeyh İsmail. Ordusuyla birlikte Tebriz’e gelerek adına hutbe okuttu ve Safevi Devleti’ni kurdu. Kısa süre içindeki istilalarla devleti bir imparatorluk haline getirdi.

Şeyhler
Şeyh Safiyüddin
Şeyh Safiyüddin İshak’ın etnik kökeni konusunda farklı görüşler halen gündemdedir. Kimi kaynaklarda Kürt olduğu, ama bir kısım kaynakta ise Türk asıllı olduğu belirtilmiştir. Çağdaş doğubilimcilerden ve Orta Asya, İran, İslam tarihi üzerine çalışmalarıyla iyi bilinen Vasil Bartold[2] Türk asıllı olduğunu yazmaktadır.[3] Diğer yandan Kesrevi ve Zeki Velidi Togan Kürt olduğunu belirtmişlerdir. Günümüz tarihçisi Faruk Sümer de bu görüştedir.[4] Şeyh Safiyüddin’nin biyografisini kaleme almış olan İbn Bezzaz,[5] Şeyh Safiyüddin’nin Farslaşmış bir Kürt asıllı olan Firuz Şah (Zerrin Külah)’ın sekizinci kuşak torunu olduğunu yazmaktadır. Ona göre Şeyh’in babası Kürt, annesi Azeridir.[6] Küçük yaşta babasını kaybettiği söylenir.[7]

Genç yaşta Erdebil’den ayrılarak bir mürşit arayan Safiyüddin, Gilan’da, HalvetiyyeTarikatı’na bağlı Şeyh Zahid Gilani dergahına 25 yaşındayken katılmış kısa sürede şeyhinin gözde öğrencisi olmuştur. Bir süre sonra Şeyh’in kızıyla evlenmiş, Gilani’nin ölümü üzerine, onun vasiyetiyle dergahın başına geçmiştir. Kısa süre sonra Erdebil’e dönmüş, kendi dergahını kurmuştur. Geniş mürit çevresinin onun kerametlerini ve rüyalarını abartarak anlatmasıyla geniş bir mürit topluluğu kazanmıştır. Bu tarihlerde geniş bir coğrafyada tanınmaktaydı ve iki bin kadar halifesi bulunmaktaydı.[8][9] Geniş mürit topluluğu Moğol yöneticilerinin de dikkatini çekmiş, istila ettikleri halkların tepkilerini olabildiğince yumuşatmayı bir politika olarak, Cengiz Han Yasaları gereği izleyen Moğol yöneticileri[10] nezdinde büyük itibar görmesini sağlamıştır.[8] Özellikle Gazan Han’ın hükümranlık yıllarında (1295 – 1304) İlhanlı yüksek yönetiminden büyük himaye gördüğü, “ocağın vakıfları arasında” Azerbaycan’da kırk köy, Erdebil’de yaklaşık iki yüz ev, “yeteri kadar” hamam ve kervansarayın yer aldığı belirtilmektedir.[11]

Şeyh Sadreddin Musa
Şeyh Safîyüddin 85 yaşındayken hac yolculuğuna çıkmadan hemen önce oğlu Sadreddin Musa’yı halife tayin etmiş, hac dönüşü yolculuğunda ölmüştür. Sadreddin Musa 1334[12] ya da 1335[13] yılında tarikatın başına geçmiştir. Sadr ed-Dîn Mûsa zamanından itibaren Osmanlı padişahları her yıl, Erdebil’e çerağ akçesi adı altında kıymetli hediyeler göndermeye başlamışlardı.[14] Şeyh Sadreddin, seyitlik iddiasını getirmiş ve ısrarla vurgulamıştır.[13]

Şeyh Safiyüddin döneminde olduğu gibi Sadreddin Musa’nın tarikat liderliğinde çok uzak diyarlardan onu görmeye gelen binlerce kişi vardır. Çin, Hindistan ve Seylan’dan bile gelenler olduğu ileri sürülmektedir. Uzak diyarlarda Şeyh’in halifeleri tarafından kurulan zaviyeler Erdebil Dergahı’nı geniş bir çevrede tanıtmaktadır.[15]

Şeyh İbrahim
Safev’îlik'inin liderliğini 1429-1447 yılları arasında Hoca Alâ ad-Dîn Ali'nin oğlu Şeyh İbrahim üstlenmiştir. Zamanında tarikat çok güçlenmiş ve zenginleşmiştir. Onun da 1447 yılında vefatının ardından, Şeyh Cüneyd tarikatın başına geçmiştir.

Şeyh Cüneyd
Hâce Ali’nin oğlu İbrahim tarikat lideri olurken kardeşi Cafer tarikat içinde önemli bir yere sahiptir. İbrahim’in ölümü ardından onun oğlu Cüneyd 1447’de tarikat liderliğine geçince durumdan memnun olmadığı, kendisini daha uygun bulduğu belirtilmektedir.[16] Diğer taraftan Şeyh Cüneyd’in müritlerinin silahlandırmaya başlaması sonucu, tarikata bağlı silahlı ve kalabalık bir mürit topluluğunun ortaya çıkması, tarikat merkezinin adeta askeri bir ordugaha dönüşmesi, Azerbaycan’a hakim Karakoyunlu Devleti Sultanı Şah Cihan’ı da tedirgin etmiştir. Tüm bunlar Şeyh Cüneyd’in sultanlık arayışı içinde olduğunu göstermektedir. Akkoyunlu tarihçisi İbn-i Ruzbihan bu durumu açık bir biçimde ifade eder, “… Hırsları iktidar isteğini doğurmuştu, tüm uğraşı bir yerleri feth etmekti.”[16] Tarikat üzerine asker göndermemekle birlikte Şeyh Cüneyd’e art arda uyarı mektupları yazmış, daha sonra da Erdebil’i almak ve geniş bir katliam yapmakla tehdit etmiştir.[17] Bu arada tarikat liderliğine Şeyh Cüneyd’in amcası Cafer’in geçmesi için onu teşvik etmiştir. Bu tutumda, mürit sayısı endişe verecek derecede artan ve bunları silahlandıran bir tarikat liderinden duyulan rahatsızlığın yanında Cafer’le aradaki akrabalık ilişkisi de etkili olmuştur. Cafer’in oğlu Şah Cihan’ın kızıyla evlidir.[16][18] Şeyh Cüneyd’in tarikatı Şiileştirmesine tepki gösteren sadece Şah Cihan değildir, Cafer de tarikatın Sünni çizgide devam etmesinden yanaydı.[19] Cafer’in, Şeyh Cüneyd’deki Şii yönelişe, tarikatı Şii bir tarikata dönüştürme kararlılığına şiddetle karşı çıktığı, bunun sonucunda tarikat şeyhliğinden alındığı da ileri sürülmektedir.[20] Diğer yandan Şeyh Cüneyd’in Erdebil’deyken Şii olup olmadığının bilinmediği, Anadolu’daki Türkmen kitleleri içinde Şii inançlar çerçevesinde yapılacak bir propagandanın daha yüksek başarı sağlayacağını düşünerek Şiiliğe yöneldiğini ileri süren araştırmacılar da vardır.[21]

Sonuçta Şeyh Cüneyd, babasını ölümüyle tarikat liderliğine geçmesinden bir yıl sonra[22] 1448 yılında Erdebil’den ayrılmak zorunda bırakılmıştır.[23]

Erdebil’den sürgün edilen Şeyh Cüneyd buradan önce Erbil’e gitmiş, bölgenin önemli şeyhlerinden sayılan Şeyh Erbili’nin kızıyla evlenmiştir. Ancak bir süre sonra davranışlarına gösterilen tepkiler nedeniyle Erbil’den ayrılmak zorunda kalmıştır.[24] Buradan ayrılarak geniş taraftar kitlesinin olduğu Anadolu’ya gitmiştir.[25] Anadolu’ya gitmesi, tarikatın kurucusu Şeyh Safiyüddin döneminde bile Erdebil’e Anadolu’dan hatırı sayılır bir mürit topluluğunun gelmesiyle ilgili olmalıdır. Hatta Şeyh Safiyüddin’nin Anadolu’dan gelen Türkmenlere saygı gösterdiği, Anadolu’da müritleri bulunduğu, bunlar içinde en önemlisinin Şeyh Abdurrahman Erzicani olduğu kaydedilmiştir. Sonraki şeyhler zamanında bu durum daha da gelişme göstermiştir.[26] Şeyh Cüneyd, bu duruma dayanarak Anadolu’da kendisine askeri bir maiyet oluşturmuştur.[22] Bu askeri maiyeti, Ali’nin soyundan geldiğini söyleyerek buna hemen inanan geniş kitlelerden sağlamıştır.[18]

Şeyh Cüneyd, Anadolu’ya gelince Osmanlı Padişahı II. Murat’tan dirlik ister. Padişah, elçi olarak gelen müritlere bin akçe yolluk, şeyhlerine verilmek üzere iki yüz florin ya da duka[25] göndermesine karşın Anadolu’da yerleşmesine izin vermemiştir. Bu olay muhtemelen 1449 -1450 civarında meydana gelmiştir.[27] Siyasi hedefi muhtemelen sır değildi. Çağdaş Akkoyunlu yazarı Feyzullah, Şeyh Cüneyd ve oğlu Şeyh Haydar’ı “dervişlik külahını hükümdarlık tacı ile değiştirmek” istemekle suçlamaktadır.[28] Zaten bir süre sonra, II. Mehmet döneminde (1451 – 1481) Erdebil Dergahı’na gönderilen çerağ akçesi gönderilmez olmuştur.[29] Böylece Osmanlı topraklarından ayrılan Şeyh Cüneyd, Osmanlı’yla çok uzun zamandır çatışma halinde olan Karamanoğlu topraklarına, Konya’ya gitmiştir. Konya’da ikametine izin verildi. Birçok Karaman ili oymakları Babai geleneğine yakındır. Konya’da bir Sünni tekkede ağırlanır. Fakat tekkenin şeyhi, bölgede önemli bir din büyüğü olarak görülen Şeyh Abdullatif[28] “bu inançla sen kafir oldun” diyerek eleştirmiş, Karaman Beyi İbrahim Bey’e rapor eder, “Muradı sofuluk değildir, şeriat bozup kendi beylik ister” demektedir. Durumunun tehlikede olduğunu göre Şeyh Cüneyd, Toroslar’daki Varsak Türkmenleri’ne sığınmıştır. Ancak Konya’dan yakalanma emri gelince bir kısım Varsak Türkmeni ile birlikte yine kaçar. İskenderun Körfezi’ne bakan dağlarda Haçlılar’dan kalma bir yıkık bir kaleye yerleşip burayı karargâh edinir. Memluk hakimiyetindeki Suriye’de, Cebel-i Arus hakiminden kiralamışlardır.[30] Şeyh Bedrettin’in yandaşlarının bir kısmının da bu kaleye geldikleri, tarikata katıldıkları ileri sürülmektedir.[31][32] Burada da bir süre sonra Suriye, Irak ve Anadolu’dan çok sayıda insan gelip şeyhe katılmaktaydı. Anadolu’dan Rafizi gruplardan gelenler çoğunluktadır. Ne var ki Memluklar, “ülkede Deccal çıktı” söylentileri üzerine asker göndermiştir. Memluk askerleriyle yapılan çatışmada Şeyh Cüneyd yenilir, yetmiş adamı öldürülür, bunların 25’i Bedreddin ayaklanmalarına katılmış olan adamlardandır, kalan çok az sayıdaki adamlarıyla birlikte kuzey yönünde çekilerek kurtulur. Etrafa “Beni isteyen kişi Canik’te bulsun” haberi salarak Canik’e gider. Taht kavgaları içindeki güçsüz Trabzon Rum İmparatorluğu üzerine gazaya çıkmak için çevre Türkmenleri arasından asker toplar. Yine de ancak birkaç bin adam toplayabilir.[33] Yanındaki Türkmenler, Toroslar’dan Varsak Türkmenleri, Canik dolaylarından Çepni Türkmenleridir. Muhtemelen hükümdarlığını burada kurmayı amaçlamaktadır.[19][32] Buralar Hıristiyan topraklarıdır, bu yüzden çevredeki Müslüman hükümdarlar duruma seyirci kalacaklardı. “Cihat sancağı” açtı ama ancak birkaç bin adam toplayabildi. Akçakale’yi 1456 yılında almış, üzerine gönderilen bir askeri birliği bozmuş ve Trabzon önlerine gelmiştir. Fakat günler süren saldırılarda kente girmeyi henüz başaramamıştı. Bu gelişme üzerine Osmanlı Rum Beylerbeyi Hızır Bey kuvvetlerinin geldiği haberi alınınca Şeyh Cüneyd çekilmek zorunda kalmıştır.[34][35] Muhtemelen Umutlarını büyük ölçüde kaybeden Şeyh Cüneyd’in, yeni bir hedef belirlemek için pek seçeneği de kalmamıştır. Anadolu’yu tekrar kuzey – güney doğrultusunda geçip Diyarbakır’a, Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’a gitmiş, buluşma sağlanıncaya kadar Hasan Keyf dolaylarında kalmıştır.[36] Osmanlı tarihçilerinden Aşıkpaşazade’ye göre önce iyi karşılanmamıştır.[not 1] Uzun Hasan’a, “Cihan Şah gibi düşmanın var, benim silahlı 20 bin sufiye gücüm yeter, ben de sana yardımcı olayım” teklifinde bulunmuştur. Bu 20 bin rakamının ne kadar bir abartma olduğu bilinmez, ne var ki Uzun Hasan’ın gücü 5-6 bin süvariyi ancak bulduğu düşünülürse Şeyh Cüneyd’in hatırı sayılır bir kuvveti olduğu varsayılmış olmalıdır.[37] Uzun Hasan, Şeyh Cüneyd’in kontrol edebileceği askeri güç konusunda ikna olmuş olmalı ki, kız kardeşi Hatice Begim ile evlendirmiştir.[38] Bu evlilikte Uzun Hasan’ın bir amacı da Şeyh Cüneyd’i bu sayede kontrol altında tutabilmek, kendisine yönelik bir tehdit oluşturmasını böylece engellemek olabilir. Nitekim Akkoyunlu Devleti’ni bitiren yine Safevi şeyhleri olmuştur.[39] Bu evlilik Şeyh Cüneyd’in bir devlet kurmak şeklindeki amacı için çok önemli bir atlama taşı sağlamıştır. Artık güçlü bir sultanın desteğine sahiptir. Üstelik bu akrabalık bağı, Sünni – Şii ittifakı olarak görülebilmektedir.[40] İlginçtir ki, tebaası içinde önemli bir Şii nüfus olan, kendisi de Şii inançlara güçlüce bağlı olan Şah Cihan, Şeyh Cüneyd’i tarikat liderliğinden men edip sürgüne gönderirken, katı Sünni olan Uzun Hasan onunla, akrabalık bağıyla güçlendirilmiş bir ittifak kurmuştur.[36]

Şeyh Cüneyd üç yıl Uzun Hasan’ın sarayında kalmış, karısı henüz hamileyken silahlı adamlarıyla Erdebil’e gitmiştir. Ancak Şah Cihan ve amcası Şeyh Cafer elbette onun Erdebil’de bulunmasını tehlikeli göreceklerdir. Üstelik artık Cihan Şah’ın baş rakibi Uzun Hasan’ın akrabalık ilişkisiyle müttefikidir. Dahası Cihan Şah, kendi topraklarında para-militer bir oluşuma göz yumamazdı. Cihan Şah’ın Erdebil’e saldırmak için asker topladığını öğrenen Şeyh Cüneyd, müritlerinin iaşesini Erdebil dışında sağlayabilmek için Çerkez ve Gürcü topraklarına karşı bir yağma – talan seferine (Hıristiyan toprakları olması bahanesiyle “gaza” demek adettendir) çıkmıştır. Fizik olarak çok beğenilen Çerkez ve Gürcü kız ve oğlanları, o devirlerde de çok iyi para etmektedir.[38] Ancak bu sefer için Şirvanşahlar topraklarından geçmesi gerekmektedir. Şirvanşah hükümdarı, Halilullah kendi topraklarında böylesi bir askeri harekata göz yummak niyetinde değildi, ancak Şeyh Cüneyd’in dini kimliği yüzünden tereddüt etmiştir. Ne var ki Cihan Şah’ın teşvikiyle Şeyh Cafer’in yazdığı mektup, Şeyh Cüneyd’in tarikatla ilintili olmadığını, bir “yalancı” olduğunu belirten mektubu üzerine 20 bin kişilik bir orduyu harekete geçirdi. Bu kuvvetlere Cihan Şah’ın gönderdiği 5 bin kişilik bir kuvvetle Taberseran Hakimi’nin gönderdiği birlik de katılınca 30 bin kişilik bir ordu Şeyh Cüneyd’in 10 – 12 bin kişilik kuvvetinin yolunu kesecektir.[41] Şeyh Cüneyd’in Türkmenleri, Gürcistan üzerine yaptığı bir gaza seferinden dönerken bu ordunun saldırısına uğramışlar, Kafkas geçitlerini, muharebe ederek geçmek zorunda kalmışlardır. Bu çatışmalarda Şeyh Cüneyd 1460 yılında öldürülür.[22] Müritleri, vasiyeti üzerine Uzun Hasan’ın sarayına dönüp oğlu Haydar’ı Şeyhleri sayarlar ve Diyarbakır’a dönerler. Esasen yetişkin bir oğlu vardır. Ama muhtemelen Uzun Hasan’ın desteğine büyük ölçüde bel bağladığından, onun yeğenini halefi kılmıştır.[38] Ferruh Yaser, Şeyh Hasan’ın öldürüldüğünü bir mektupla Osmanlı Sultanı II. Beyazıd’a bildirmiş, bu mektuba verdiği cevapta Sultan memnuniyetini bildirerek Ferruh Yaser’i kutlamıştır. Aynı sultan Şeyh Haydar’ın ölümünü bildiren Akkoyunlu sultanı Yakub’a cevap olan mektubunda Haydar taraftarlarını sapık bir güruh olarak tanımlamış ve onlara beddua etmiştir.[42]

Bir çatışma sırasında, erken yaşta ölmesi, baştan beri amaçları doğrultusunda sürdürdüğü kararlı, azimli mücadelesini, Erdebil’den sürgün çıkalı 13, 14 yıl olmuştur, sonuca bağlamasına belki de engel olmuştu. Ama yine de torunlarına üç miras bıraktığı söylenebilir. Birincisi, resmi olarak tarikat postunda amcası oturuyor olsa bile, tarikatın liderliği açısından Şeyh Cüneyd çok daha fazla bir itibara ve güce sahiptir. İkincisi Anadolu’daki faaliyetleri sonunda bir devlet kurmak, bir yurt edinmek için çok güçlü idealler besleyen kalabalık bir savaşçı kitleyi etrafında toplamıştır.[43] Henüz ortada bir devlet yokken bile bir ordu vardır.[44] Torunu Şah İsmail, bu ölümüne kararlı Türkmen kitlenin kesin sonuçlu desteğiyle Safevi Devleti’ni kuracaktır. Üçüncüsü, güçlü ve yetenekli bir sultanın kan bağıyla da perçinlenmiş desteğine sahip olmuştur.[40] Uzun Hasan’ın sağladığı dayanak zemini, siyasal güçlerinin bel kemiğini oluşturmaktadır.[44]

Şeyh Haydar

Haydar'ın beklentisi kısa bir süre sonra gerçekleşir, geniş topraklar üzerinde bir imparatorluk kurmuş olan Uzun Hasan, 1469’da Tebriz’i alınca yeğenini Erdebil Tarikatı’nın Şeyhi olarak “posta” oturtmuştur.[45] Aynı zamanda Trabzon İmparatoru IV. İoannis'in kızı Despina Hatun'un kızı Marta (Alemşah Halime Begüm) ile evlendirmiştir.[38] Şeyh Haydar Erdebil’deki tarikat çevresinde çok iyi karşılandı. Emrinde güçlü bir ordu vardı, Akkoyunlu gibi büyük bir devletin hanedanıyla akrabaydı. Nitekim ordusuyla birlikte Akkoyunlu’nun seferlerine de katılmıştır.[45] Şeyh Haydar artık Azerbaycan’da kudretli bir şeyhdir ama müritlerinin büyük kitlesi Anadolu’dadır. Azerbaycan’da ise sınırlı sayıda müridi vardır, Karacadağ Türkmenleri ile Karamanlı ve Kaçar Türkmen boyları. Halifelerini Anadolu’ya göndererek buradaki kitle tabanını genişletmeye başlar.[38]

Müritleri silahlandırma çabası Şeyh Haydar döneminde hızlanmış görünmektedir. Müritlerine düzenli olarak askeri talimler yaptırmaktadır, ok atmayı, mızrak savurmayı, kılıç kullanmayı öğretiyordu.[46] Yeni silahlar alınıyor ya da tekkede yapılıyor, depolanıyordu. Şeyh Haydar askeri üniforma düzenledi. Savaşçı müridlerine Tâc-ı Haydar (Haydari Sarık, Haydari Külah) adı verilen bir sarık sarığın yanı sıra “entari” giydirmiştir. Kalın keçeden birer parmak kalınlıkta şeritlerden yapılan sarıktaki her şeritte Ehli Beyt’den On İki İmam'ın isimleri işlenmiştir. Müritlerin bu sarığı gururla taşıdıkları ve halk arasında büyük itibar gördükleri belirtilmektedir.[47] Osmanlı ülkesinde Haydari Sarık'a istinaden Safevi Tarikatı yandaşlarına Kızılbaş adı verilmiştir.

Tüm harcamalar için gerekli olan parasal kaynak, Çerkez ülkesine yapılan akınlardan sağlanan ganimetten sağlanmaktadır. Şeyh Haydar’ın ilk seferi 1486 yılında verimli geçer. Kız ve oğlan esirler köle pazarlarında iyi para getirmektedir, müritlerce paylaşılır. Ganimetin bir kısmı da Akkoyunlu Sultanına gönderilmektedir. Ertesi yıl bir yağma – talan akını daha düzenlenmiştir. Akkoyunlu’ya pay veriliyor olsa da Şeyh Haydar’ın artan mürit sayısı tedirginlikle izlenmektedir. Çerkezler üzerine yaptığı yağma – talan akınlarıyla önemli kaynak sağlamaktadır.[48][49] Üstelik çevre köylerden vergi almaması çok geniş bir çevrede büyük bir sevgi kazanmasını sağlayacağı gibi, çevre devletlerde halk arasında kendi yönetimlerine karşı huzursuzluk yaratacak, bir bakıma köylü ayaklanmalarını kışkırtacaktır.[50] Sultan Yakup tarafından Tebriz’e çağırılarak uyarıldı.[48][49][51] Esasen hem Şeyh Cüneyd’in, hem de Şeyh Haydar’ın Çerkezler üzerine yaptığı seferler geniş bir çevrede, özellikle Azerbaycan’ın Mugan, Karabağ ve Talış bölgelerinde büyük itibar sağlamasına neden olmuştur. Artık Erdebil şeyhleri, dini birer lider oldukları kadar birer siyasi lider olarak da görülmektedir.[52] Şeyh Haydar, 1488’de Sultan Yakup’tan Çerkezler üzerine sefer yapmak için izin sağladı ama asıl amacı babasını öldüren Şirvanşahlar’dan intikam almaktı. Bu yüzden Çerkezler üzerine gitmek yerine Şirvanşahlar üzerine gitti. Giderek güçlenmesinden rahatsızlık duyan Sultan Yakup’un eline bir fırsat geçmiştir, Şirvanşah Yesar Akkoyunlu’dan yardım isteyince güçlü bir ordu gönderildi. Bu birleşik kuvvetler karşısında, Elbruz Dağı yakınlarındaki Tabersaran’da, 1488’de girişilen bir savaşta Şeyh Haydar okla vurularak öldürülmüştür.[48][49][51][53] Bu sefer Şeyh Haydar’ın Çerkezler üzerine yaptığı üçüncü seferdi. İlk iki sefer 1483 ve 1487 yıllarındadır. Her üç sefer de on bin kadar Türkmen savaşçısıyla yapılmıştır. Bunların çoğunluğunun Karamanlı ve Varsak Türkmenleri olduğu anlaşılmaktadır. İki boy da daha önce Osmanlı’nın zaman zaman çatışma halinde olduğu boylardır. Diğer yandan 1486 yılında Rum Mehmet Paşa kuvvetlerini yenilgiye uğratan Varsaklı Uyuz Bey’in ve Karamanlı Tozlukoğlu Rüstem Bey’in Şeyh Haydar’ın komutanlarından olduğu bilinmektedir.[54] Rum Mehmet Paşa Konya ve Karaman çevresinde uyguladığı katliamlar büyük tepki çekmiştir.[55]

Şeyh Haydar’ın Anadolu’ya yönelen çalışmalarının ne denli geniş ve derin etkileri olduğu gösteren bir örnek, ileride Osmanlı’yı çok uğraştıracak bir ayaklanmanın lideri olan Şah Kulu’nun babasının, Şeyh Haydar’ın halifelerinden Tekeli Hasan olmasıdır.[56]

Sultân Ali Mirza Safevî
1488 yılından, Uzun Hasan'nın torunlarından Akkoyunlu hükümdarı Rüstem (1493 - 1497) tarafından öldürüldüğü tarih olan 1494 yılına kadar, tarikatın önderliğini Şah İsmail'in ağabeyi Sultan Ali Mirza Safevî üstlenmiştir. Daha sonra ise 1499 yılına kadar gizlenmek zorunda kalan Şah İsmail tarikatın başına geçmiştir.

Şah İsmail
Ana maddeler: Şah İsmail Hatai ve Safevîler
Haydar’ın savaşçıları, şeyhlerinin ölmesine karşın dağılma eğilimde değillerdi, Haydar’ın oğulları içinden yeni bir şeyh çıkacaktı. Bunun üzerine[56] Akkoyunlu Sultanı Yakup, Haydar’ın üç oğlunu, Ali, İsmail ve İbrahim’i ve dul kalan karısı Marta’yı (Alem Şah) bir kaleye kapatmıştır.[48] Öldürülmeme nedenleri arada kan bağı olmasıdır.[57] Ancak Yakup’un ölümü üzerine çıkan saltanat kavgasında Akkoyunlu prenslerinden Rüstem Bey iç karışıklıklar ve savaşlar sonunda bir oldu – bittiyle tahta geçirildi. Ancak durumu halen sağlam değildir. Şeyh Haydar’ın üç oğlunu, müritlerinin askeri gücünden yararlanmak için 4,5 yıl sonra hapisten çıkarmıştır.[58] Kardeşlerden Ali’den askeri yardım isteyen Rüstem, onun kuvvetleriyle muhalifi Baysungur’a karşı zafer kazanır ve tahtını sağlama alır. Bu yardım karşılığında Ali’nin tarikat liderliğini onayladı ve onuruna Tebriz’de kutlamalar yaptırdı. Erdebil’in yönetimini de Sultan Ali’ye vermiştir. Her gün yüzlerce müridin Erdebil’e akması ve hediyeler getirmesi Sultan Ali’nin hem gücünü, hem de kaynaklarını büyük ölçüde genişletiyordu. Gidişattan ürken Sultan Rüstem onu Tebriz’e çağırarak müritlerinle bağını kesmek istedi. Bir süre sonra da Sultan Ali talimatla Tebriz’de 1493 yılında öldürüldü.[49] Tarikat müritleri diğer iki kardeşi kaçırır Erdebil’de saklarlar. Ancak Sultan Rüstem çocukları ısrarla aramaya devam ettiğinden dağlık Gilan bölgesine çekilirler. Yetişkinliğinde Safevi Devleti’ni kuracak olan Şah İsmail bu sırada altı yaşındadır.[48] Erdebil Tarikatı’nın tüm geleceği, Türkmenlerin büyük kayıplarla yıllarca süren savaşımlarının sonucu artık bu altı yaşındaki oğlana bağlıdır. Türkmen ileri gelenleri oğlanı koruyup, askeri ve siyasi bir önder olmaya hazırlamakla uğraşmışlardır.[59] Çevresindeki ordunun esas kitle tabanı Azerbaycan’da Moğol tahakkümü altında bunalan ve Anadolu’da Osmanlı baskısı altında rahatsız yaşayan Türkmen kitleleri oluşturmaktadır.[60]

Sultan Rüstem bir süre İsmail ve yanındakileri izledi, sığındıkları bölgelerin hakimlerine yazarak iadelerini sağlamaya çalıştı. Fakat kısa süren bu çabalar, Akkoyunlu tahtı için çıkan çekişmeler yüzünden sürdürülemedi.

İsmail, 1499 yılında Gilan’dan ayrılır, o kışı Hazar kıyısındaki Ercüvan’da geçirir. Müritlerine kardan inşa ettirdiği bir kaleyi ele geçirme talimleri yaptırır. Ardından tüm Anadolu’daki mürit topluluklarına, Erzurum’da toplanmaları için haberciler gönderilmiştir. Sivas, Amasya ve Tokat bölgelerinden çoğu yerleşik Ustaculu, Şamlu ve Rumlu, Antalya bölgesinden Tekelü, Karaman bölgesinden Turgutlu, Tarsus civarından Varsak Türkmenleri gruplar halinde Erzurum’a akmıştır.[61]

Erdebil Tarikatı bunca savaşımdan sonra artık köklü bir mücadele geleneğini, ideolojisini kazanmış bir harekettir. Artık sadece ya da ağırlıklı olarak bir tarikat liderinin çekip çevirdiği bir hareket değil, geniş Türkmen kitlelerinin sağlamca benimsedikleri bir ideal olmuştur. Bu iç koşulların yanında dış koşullar da bir devlet oluşumu için olgunlaşmıştır. Artık Erdebil Tekkesi’nin son zamanlarıdır, bundan sonra Safevi Devleti’nin tarihi başlayacaktır.[59]

Erzurum’da yedi bin Türkmen savaşçının katıldığı belirtilmektedir. Erzurum’a doğru yola çıkıldığında yanında 1500 kadar savaşçı vardı. İlk olarak Şirvanşah’lar üzerine yürüme kararı alınır. Başkent Şamahi yakınlarındaki Gülüstan Kalesi yakınlarında Şirvanşah hükümdarı Ferruh Yesar’ın ordusuyla 1500 yılı sonlarında yapılan savaşta Ferruh Yesar öldürülünce başkent teslim olmuştur. Kış Mahmudabad’da geçirildikten sonra Bakü’nün Şeyh İsmail’e boyun eğmediği ve dolayısıyla vergi vermeyeceği haberi gelmiştir. Bakü, hem Şirvanşahlar Devleti’nin en önemli ticaret merkezidir, hem de Şirvanşah sarayı buradadır. Bunun üzerine Şeyh İsmail orduyla birlikte 1501 baharında Bakü üzerine yürümüştür. Uzun süre kuşatılan kente yapılan saldırılar üzerine şehir teslim olmuştur. Daha sonra Akkoyunlu sultanı Elvend’in 30 bin kişilik bir orduyla bölgeye doğru geldiği öğrenildi. Şeyh İsmail ve 7 bin askeri, Elvend’in ordusuyla Nahcivan’ın Şerur düzlüğünde cenge tutuşmuş, Akkoyunlu ordusunu yenilgiye uğratmıştır. Tebriz’e ilerleyen Şeyh İsmail burada kendisini şah ilan etmiştir.[62]

Tarikatın askerileşmesi ve siyasal hedefe yönelmesi
Şeyh Safiyüddin’in seyyid olduğu iddiası, soylarının Musa el-Kâzım üzerinden Ali bin Ebû Tâlib’e dayandırılması, bu durumda aynı zamanda Şii mezhebine dayandırılması iddiası ilk olarak oğlu Şeyh Sadreddin Musa tarafından ortaya atılmıştır, babasının böyle bir iddiası olmadığı bilinmektedir. Seyyidlik iddiasının halk arasında yayılmasında Şeyh Sadreddin birinci derecede etkili olmuştur. Bu iddianın arkasında siyasi amaca yönelmek olduğu ileri sürülmektedir.[63] Sadece mürit sayısını artırmak, dolayısıyla bağışlar ve zekatlarla gelen maddi kaynakları büyütmek için de ileri sürülmüş olabilir. Nitekim seyyidlik meselesinin müritlerce çok kuvvetli ve taassuba varan bir şekilde sahiplenildiği, hatta II. Beyazıd’ın buna hürmeten tarikata yardımlarda bulunduğu görülmektedir.[64] Şeyh Safiyüddin’nin seyyid olduğunu ileri süren tarihçiler, ki çoğu Safevi tarihçileridir, bir kısmı da Şii olduğunu ileri sürmüşlerdir. Görünüşe göre seyyid ve Şii olma iddiaları Safevi propagandası çizgisinde daha sonra eklenmiştir.[65] Diğer yandan tek bir kaynağa dayanarak yorum getiren yazarlar da Şiiliği vurgulamıştır. Örneğin Abdülbaki Gölpınarlı Topkapı Sarayı’ndaki 3099 sayılı belgeye dayanarak bu görüşü dile getirmiştir. Ama zaten bunu bir olasılık olarak belirtmektedir.[65]

Hâce Ali’nin şeyhlik döneminde tarikatta Şii inanç ögelerinden belirmeye başladığı görülmektedir.[51][66][67] Çok net olmamakla birlikte daha çok Şii eğilimler görüldüğü belirtilir. Sünnilikten Şiiliğe geçiş konusunda çok net bilgiler olmadığından bu durum daha çok yorumlar halindedir.[68] Ardından gelen Şeyh Cüneyd döneminin hemen başlarında açık Şii bir çizgi görülmektedir. Oniki dilimli kızıl külah giyme uygulaması ise halefi Şeyh Haydar döneminde başlamış, artık “Haydari Sarık” olarak bilinmiştir.[67] Osmanlı kaynaklarında bu sarığı taşıyanlara “Kızılbaş” denile gelmiştir.[38] Şeyh Haydar’ın müritlerine benimsettiği bu giyim ögesi, Erdebil Tarikatı’na bağlı, çoğu Türkmen olan unsurlar arasında bir bütünleşme, ortak ideolojik / siyasi hedeflere yönelme birlikteliği sağlamış, bir simge oluşturmuştur. Bu başlıkla tarikat kendine özgülük bularak diğer her şeyden farklılaşmış, ayırt edilirlik sağlamıştır. Teşkilatı daha bütünlük gösteren sıkı bir organizasyona sahip kılmıştır.[69]

Bu kırmızı börk giymek, geleneksel İslam yazarlarından bazıları tarafından, Safeviliği halk gözünde sapkın (heretik) bir akım olarak göstermek için türlü şekillerde yorumlanmış, birçok aşağılayıcı sıfatla birlikte kullanılmıştır.[70] Bu olumsuz, aşağılayıcı ifadelerin yerleşmesi nedeniyle 19. Yüzyıl sonlarına doğru Kızılbaşlık yerine Alevilik, örtücü “şemsiye” bir kavram kullanılmaya başlanmıştır.[71] Ancak Şeyh Safiyüddin’nin sekizinci kuşaktan dedesinin Firuz Şah’ın Zerrin Külah lakabıyla bilindiği anlaşılmaktadır. Zerrin Külah, Farsça kızıl külah anlamındadır. Pekala böyle bir bağlantı da olabilir.[49][49] Faruk Sümer, 13. ve 14. Yüzyılda Anadolu’da Türkmen unsurların kızıl börk giydiklerinin kesin olarak bilindiğini yazmaktadır.[72]

Tarikat şeyhlerinin hangisinin tarikat için siyasal bir hedef, yani siyasi erk elde etme amacı güder olduklarını belirlemek oldukça güçtür. Müritlerin silahlandırılması, dışarıdan askeri bir tehdit olmadığına göre, doğrudan doğruya askeri güç üretmeye yöneliktir ve bunun da amacı siyasal bir erk oluşturmak olmalıdır. Nitekim Şeyh Cüneyd sultan olarak söylenmeye başlamıştır.[73] Sonuç olarak dini bir yaklaşıma dayanarak siyasallaşan Erdebil Tarikatı’nın bir devlet olarak ortaya çıkmasında esas momenti sağlayan Anadolu’dan göç eden Türkmen unsurlar olmuştur.[74] Bu Türkmen oymakları tarikat şefinin yanında kuşaklar süren bir savaşımın ardından, üç şeyh bu savaşımda hayatlarını kaybetse de Safevi Devleti’ni ortaya çıkaran kitle olmuşlardır. Yazarı belli olmayan “Tarih-i Kızılbaşan” adlı eser, bu Türkmen boylarını “Sağ Cenah” ve “Sol Cenah” olarak ikiye ayırmaktadır. Sağ Cenah, Şamlu, Rumlu, Ağaçeri, Bayramlu, Ekremi, Ördeklu, Karacarlu, Akkoyunlu, Bayundur, Musullu, Pornak, Şeyhavend, Çepni, Bayat ve Bozçalu, Arapgirli, Hınıslı, Tekelu, Karakoyunlu, Alpaut, Baharlu, Cagirlu, Karamanlu, Saadlu, Hacılu, Bayburtlu, Varsak, Evoğlu, Karacadağlu, Kürt taifeleri, Lur taifeleri, Sol Cenah ise Uctaclu, Zulkadr, Afşar, Kacarlar boylarından oluşmaktadır.[74]

Diğer yandan askerileşme ve siyasallaşma olmasa bile, tarikatın geniş bir coğrafi çevrede çok sayıda müride sahip olması, bu bölgedeki hükümdarlarda, tarikatın kitleler üzerindeki manevi otoritesinden yararlanma yönelimine neden olması kaçınılmazdı. Nitekim İlhanlı yüksek yönetiminin Erdebil Tarikatı’nı maddi yönden himaye etmeleri bunun başlangıcı olarak görülmelidir.[75]

Tüm bunlardan hareketle, babadan oğula geçen, bu görünümüyle bir hanedanlık olarak kendini gösteren Safevi şeyhleri dizisi iki “kuşak” olarak değerlendirilebilir. Birinci kuşak Safeyüddin, Saadeddin, Hoca Ali ve İbrahim kuşağıdır. Bu şeyhler öznel olarak siyasi erk sahibi olmayı hesaplamış olsalar bile bir tarikatı yönetmişlerdir. İkinci kuşak şeyhler, Cüneyd, Haydar, Sultan Ali ve Şah İsmail ise, daha önce teşkil edilmiş olsa bile askeri gücü fiiliyatta kullanmış, çok açık bir biçimde belirli bir toprak üzerinde siyasi erk sahibi olmaya yönelmişlerdir.[76]

Teşkilat yapısı
Tarikat liderleri bir iki istisna durumunda babadan oğula geçmektedir. Böylece tarikat lideri, Türklerde kullanılan ifadeyle “Pir”dir. Pirlik daima babadan oğula geçmektedir. Tarikat merkezi ile farklı bölgeler arasındaki örgütsel bağı “halife”ler yürütmektedir.[77] Değişik bölgelerdeki tarikata bağlı grupların bölgesel liderleri, Şeyh’in o bölgedeki temsilcileriydiler ve genellikle bu gruplar içinden seçilmişlerdir. İnsanlara hitap etmeyi iyi bilen, ikna ve ajitasyon yeteneği olan bu kimseler bir süre tarikat merkezinde bulunarak tarikatın usul ve erkanını öğrenir, daha sonra aldıkları talimatlarla memleketlerine dönerlerdir. Bu teşkilatlanma tarzıyla, halifeler vasıtasıyla tarikat yayıldığı tüm bölgelerdeki, özellikle yaygın bir mürit topluluğu olan Anadolu’da, tüm müritleri homojen büyük ve sağlam bir grup haline getirebildiler. Bu sayede “yezid düzeni” olarak tanımladıkları Osmanlı’ya karşı tek vücud olarak durabildiler.[78][79]

Anadolu’daki propaganda faaliyetleri, Osmanlı yönetimi tarafından yerleşik yaşama geçmeye zorlanan konar-göçer Türkmen boyları içinde son derece etkili olmuştur. Tahrir defterlerine kaydedilerek düzenli vergi ödemek zorunda bırakılan, vergilendirilen toprakların genişletilmesiyle artık yaylak ve kışlakları için bir tımar sahibine yaylak ve kışlak resmleri ödemesi gereken, yaylak ve kışlak alanlarının Osmanlı otoritesince sınırlandırılması, devlete karşı vergi ve benzeri yükümlülüklerini ödemek için kale ve köprü inşaasında çalıştırılmaları, yine bunun için Osmanlı ordusuna savaş malzemesi yapmakla yükümlü tutulmaları, boyları uzak bölgelere dağıtarak bölmek için techir uygulamaları, Türkmenler ile devlet yönetimi arasında kesintisiz bir husumetin doğmasına yol açmıştı. Kısacası her durumda Osmanlı yönetimi, vergi ödemek zorunda olan yerleşik toplulukları konar-göçer Türkmen karşısında kayırıyor, çeşitli uygulamalarla Türkmenleri de yerleşik yaşama geçirmek için zorluyordu. Özgürlüklerini yitirmek istemeyen Türkmen’in, Erdebil dailerinin (şeyhlerin halifeleri) propagandalarından etkilenmemesi mümkün değildi.[80]

İlhanlı Devleti ve Osmanlı İmparatorluğu ile İyi İlişkiler
Daha Şeyh Safiyüddin İshak döneminde tarikat İlhanlı yönetiminin desteğini sağlamıştır. Gazan Han, Ebu Said Bahadır Han, karısı Bağdat Hatun, Olcaytu Han’ın emirlerinden Emir Hüseyin[81] ve oğlu vezir Reşîdüddîn Fazlullah-ı Hemedânî ile pek çok İlhanlı yöneticisi tarikata intisap etmiştir.[82] Ancak bu “intisap” etmenin göstermelik bir tutum olduğu anlaşılmaktadır. Ahmet Kesrevi, İlhanlı yöneticilerinin kasıtlı olarak Şeyh’in seyitlik iddiasını desteklediklerini, bunun karşılığında Tarikat’ın da halkın Moğol hükümranlığına karşı gelmemeleri için telkinde bulunduğunu yazmaktadır.[82] Oysa aynı tarihçi Erdebil Tarikatı liderlerinin seyit olmadıklarını belirtir.[83] Şeyh Safiyüddin, yine de bu beklentiyi karşılamış görünmektedir, Gilan, Urmiye, Ermenistan, Şiraz, Tebriz, Zencan ve hac için Hicaz’a yaptığı yolculuk yapmıştır. Diğer yandan çoğu işsiz ve boş gezen binlerce müridi Moğol istilasına karşı çıkmayı dinen haram sayıp telkinlerde bulunmuşlardır.[82] Gerçekte Şeyh Safiyüddin için Moğol yanlısı bu politika yeni sayılmaz. Erdebil’de kenti tekkesini kurmadan önce Gilan’da Moğol himayesindeki Şeyh Zahid Gilani’nin öğrencisiydi. Gilani, Moğol’un maddi desteği karşılığında Türkler ve İranlılar arasında Moğol hakimiyetinin zorunluluğunu telkin etmekteydi. Şeyhinin takdirini kazanan Şeyh Safiyüddin, Gilani’nin kızıyla evlenmiş, Şeyhinin ölümü üzerine Erdebil’e gelerek Gilani’den öğrendiklerini kendi müritlerine telkin etmiştir.[84]

Tarikatın bu hizmetleri karşısında İlhanlı yönetimi de cömert davranmıştır. Günümüze ulaşan bir belgede tarikata 1,5 ton buğday, 30 ton pirinç, 1,6 ton yağ, 3,2 ton bal, 400 kg. mısır, 30 dana, 130 koyun, 190 kaz, 600 tavuk, 30 kın gülsuyu ve 10 bin dinar para bağışlandığı belirtilmektedir. Bu tür bağışlar binlerce işsiz genci beslemeye harcanmış görünmektedir.[84]

Şeyh Safiyüddin’nin tarikatı onun döneminde dahi Azerbaycan içinde kalmamış, İran, Irak, Suriye ve Anadolu’ya kadar uzanan bir yayılma alanına ulaşmıştır. Bu dönemdeki herhangi bir üç aylık arada çok uzak bölgelerden tekkeye ziyarete gelenlerin üç bin kişiyi bulduğu yazılmıştır. Dördüncü şeyh Şeyh İbrahim döneminde Osmanlı Sarayı’na kadar ünü ulaşmış, dönemin padişahlarınca tekkeye her yıl yardım olarak “çerağ akçesi” gönderilir olmuştur.[85]

Askeri gücü oluşturan belli başlı Türkmen boyları
Safevi Tarikatı’nın askeri gücünü oluşturan Türkmen unsurların çok büyük bir kısmı Anadolu’dan giden Türkmen boylarının beyleri ve onların savaşçılarıdır. Bu oluşuma katılan en büyük boy Rumlular, Ustacalular, Tekelüler, Şamlular, Varsaklar ve Çepniler’dir.[86]

Şîʿa’nın İran’da resmî devlet mezhebi haline dönüşmesi
On dördüncü asırda, “Ali bin Şehâb’ed-Dîn-i Hemdânî” ve “Lûtf’ûl-Lâh Nişaburî” ile Hurûfîliğin kurucusu olan “Fadl’ûl-Lâh Ester-Âbâdî” Anadolu’da Anadolu’da Râfızîliğin yayılmasında en etkin rolü oynayan şahsiyetlerin başında gelmektelerdi. Sünnî Timur Hükûmeti’nin varisi olan “Şâh-Rûh” uygulamaya koyduğu en şiddetli tedbirlere rağmen bu cereyanın önünü almakta bir başarı sağlayamıyordu. Sonunda, H. 857 / M. 1453 yılında İran’daki dînî hâkimiyet bilûmum “Şîʿa” mezheplerinin üstünlüğü altına girdi. Safev’î Tarikâtı pîri ve ayni zamanda Şeyh Hâmid Hâmid’ûd-Dîn-i Aksarayî’nin de mürşidi olan Hoca Âlâ’ed-Dîn-i Âli’nin devrinde Bâtınîlik Safev’î tarikâtının bünyesine girdi. Bunun oğlu olan “Şeyh Şâh” namıyla ünlenen “Şeyh İbrahim” zamanında ise Safevi Tarikatı’nın mâli yapısı epey güçlenmişti. Şiî Karakoyunlu hükümdarı Cihan Şah’ın tehditleri neticesinde İbrahim’in oğlu Şeyh Cüneyd devrinde Karakoyunlular’ın himâyesi altına giren tarikât, bu yönetimin idaresi altında iken Şîʿa’nın “İmâmiye-i İsnâ‘aşer’îyye/Onikicilik” mezhebini resmen kabul etmek zorunda kaldı. Özellikle Keyumers’in girişimleri neticesinde Rüstemvârlar’ın hâkimiyetleri altında bulunan bölgelerde Şiîlik tam anlamıyla resmiyet kazandı.[87]

Notlar
^ Bir günümüz kaynağında ise Uzun Hasan’ın sarayında çok büyük saygıyla karşılandığı, onuruna bir ziyafet düzenlendiği belirtilmektedir. S. Ahmadov, Sh.: 63
Kaynakça
^ Uğur, Ahmet (1989). Yavuz Sultan Selim. Erciyes Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü. s. 45. Bu hanedan adını Safavi tarikatı reisi Şeyh Safiyüddin İshak’dan almaktadır.
^ Bartold
^ S. Ahmadov, Sh.: 55, 56
^ Sayın Dalkıran, İran Safevi Devleti’nin Kuruluşuna Şii İnançların Etkisi ve Osmanlı’nın İran’a Bakışı, Sh.: 53
^ İslam Ansiklopedisi
^ Yılmaz Karadeniz, Safevi Devleti’nin Kuruluşu Meselesi: Kızılbaşların Ortaya Çıkışı, Sh.:
^ F. Sarıcaoğlu, Sh.: 139
^ a b Safevi Devleti’nin Kuruluş Meselesi: Kızılbaşların Ortaya Çıkışı, Sh.: 59, 60
^ Teber, Sh.: 48, 49
^ Mustafa Akkuş, İlhanlıların Anadolu’daki Dini Siyasetleri, Sh.: 46
^ Ömer Faruk Teber, XVI. Yüzyılda Kızılbaşlık Farklılaşması], Sh.: 51
^ Aliyev S. Muhammedoğlu, Diyanet İslam Ansiklopedisi - Erdebil Sufileri maddesi]
^ a b Safevi Devleti’nin Kuruluşu Meselesi: Kızılbaşların Ortaya Çıkışı Sh.: 63
^ Walter HİNZ, Uzun Hasan Ve Şeyh Cüneyd, XV. Yüzyılda İran’ın Millî Bir Devlet Haline Yükselişi, TTK yay., s. 7
^ Teber, Sh.: 52, 53
^ a b c Teber, Sh.: 60
^ Ayşe Atıcı Arayacan, Karakoyunlu Sultanı Cihân Şah’ın Şeyh Cüneyd’e Karşı Aldığı Önlemler
^ a b S. Dalkıran, Sh.: 59
^ a b F. Sarıcaoğlu, Sh.: 141
^ S. Ahmadov, Sh.: 57
^ Kaynak hatası: Geçersiz etiketi; na1 isimli refler için metin temin edilmemiş (Bkz: Kaynak gösterme)
^ a b c Douglas E. Streusand, Ateşli Silahlar Çağında İslam İmparatorlukları: Osmanlılar, Safeviler, Babürlüler, Sh.: 148
^ Sıtkı Uluerler, Sh.: 23
^ S. Ahmadov, Sh.: 59, 60
^ a b Faruk Söylemez, Anadolu’da Sahte Şeyh İsmail İsyanı Sh.: 74
^ Bilal Dedeyev, Safevi Devleti ve Osmanlı Devleti İlişkileri Sh.: 207, 208
^ Rustam Shukurov, Şeyh Cüneyd Safevi'nin Trabzon Seferi, Sh.: 149
^ a b S. Ahmadov, Sh.: 58
^ Yusuf Küçükdağ, Bilal Dedeyev, Safevilerin Nesebine Farklı Bir Bakış Sh.: 420
^ Teber, Sh.: 61
^ Kaynak hatası: Geçersiz etiketi; dlk60 isimli refler için metin temin edilmemiş (Bkz: Kaynak gösterme)
^ a b Doğan Avcıoğlu, Türklerin Tarihi Beşinci Kitap, Sh.: 2202, 2203
^ Teber, Sh.: 62 ve dipnot
^ Kenan İnan, Trabzon’un Osmanlılar Tarafından Fethi Sh.: 73
^ Teber, Sh.: 62, 63
^ a b Teber, Sh.: 63
^ D. Avcıoğlu, Sh.: 2203
^ a b c d e f D. Avcıoğlu, Sh.: 2205, 2206
^ S. Ahmadov, Sh.: 63
^ a b S. Ahmadov, Sh.: 61
^ Ayşe Atıcı Arayacan, Sh.: 76
^ Teber, Sh.: 64, 68
^ S. Ahmadov, Sh.: 62
^ a b S. Ahmadov, 75
^ a b Akkoyunlular Karakoyunlular Safeviler Sh.: 48, 49
^ Faruk Söylemez, Sh.: 73, 74
^ Teber, Sh.: 66, 67
^ a b c d e D. Avcıoğlu, Sh.: 2208
^ a b c d e f F. Sarıcaoğlu, Sh.: 142
^ Teber, Sh.: 67
^ a b c F. Sarıcaoğlu, Sh.: 48
^ Teber, 59
^ S. Dalkıran, Sh.: 62
^ Bilal Dedeyev, Sosyo-Kültürel İlişkiler Bağlamında 15. Yüzyıl-16. Yüzyılın İlk Çeyreğinde Anadolu’dan Azerbaycan’a Türkmen Göçleri Sh.: 111
^ Bedri Sarıca, Evliya Çelebi’ye Göre Van Gölü Çevresinde Tükler ve Türkçe] Sh.: 138 / dipnot
^ a b S. Dalkıran, Sh.: 63
^ F. Sarıcaoğlu, Sh.: 49
^ F. Sarıcaoğlu, Sh.: 50
^ a b S. Ahmadov, Sh.: 72, 73
^ S. Ahmadov, Sh.: 76
^ D. Avcıoğlu, Sh.: 2208, 2209
^ S. Ahmadov, Sh.: 82, 83
^ Yılmaz Karadeniz’i, Safevi Tarikatı’nın Seyidliği ve Şiiliği Meselesi Sh.: 17, 18 – 20, 21
^ Safevi Tarikatı’nın Seyidliği ve Şiiliği Meselesi, Sh.: 19
^ a b S. Ahmadov, Sh.: 54
^ S. Ahmadov, Sh.: 56
^ a b Ahmet Uğur, Kemal Paşa-Zade ve Şah İsmail (Safaviler), Sh.: 13
^ Teber, Sh.: 55, 56
^ S. Ahmadov, Sh.: 64 - 70
^ Doğan Kaplan, Sh.: 10, 11, 12 dipnot
^ Doğan Kaplan, Sh.: 14
^ Doğan Kaplan, Buyrukkara Göre Kızılbaşlık Sh.: 10
^ Yılmaz Karadeniz, Safevi Devleti’nin Kuruluşu Meselesi: Kızılbaşların Ortaya Çıkışı Sh.: 63, 64
^ a b S. Ahmadov, Sh.: 72
^ Teber, Sh.: 56, 57
^ Teber, Sh.: 52 - dipnot
^ Shahı Ahmadov, Sh.: 52
^ [1]
^ Teber, Sh.: 66
^ Teber, Sh.: 71 - 76
^ Mustafa Uyar, İlhanlı (İran Moğolları) Ordusunda Hiyerarşi: Askeri Yetkililer ve Nitelikleri Sh.: 37
^ a b c Yılmaz Karadeniz,Safevi Devleti’nin Kuruluş Meselesi: Kızılbaşların Ortaya Çıkışı Sh.: 60
^ Yılmaz Karadeniz, Sh.: 55
^ a b Yılmaz Karadeniz, Sh.: 62
^ Sıtkı Uluerler, Osmanlı Safevi İlişkilerinin Başlangıcı Sürecinde Osmanlı’da Kızılbaş Algısı Sh.: 20, 21
^ F. Sarıcaoğlu, Sh.: 138
^ Ateşgede, Sayfa 346.

Kaynakça
Sayın Dalkıran, İran Safevi Devleti'nin Kuruluşuna Şii İnançların Etkisi ve Osmanlı'nın İran'a Bakışı
Ali Sinan Bilgili, Devletlik Pir, Şeyh Safiyüddin-i Erdebili Vakfı
Yılmaz Karadeniz’i, Safevi Tarikatı’nın Seyidliği ve Şiiliği Meselesi
Shahı Ahmadov, Azerbaycan’da Şiilliğin Yayılma Süreci
Douglas E. Streusand, Ateşli Silahlar Çağında İslam İmparatorlukları: Osmanlılar, Safeviler, Babürlüler
Doğan Avcıoğlu, Türklerin Tarihi Beşinci Kitap
Yılmaz Karadeniz, Safevi Devleti’nin Kuruluşu Meselesi: Kızılbaşların Ortaya Çıkışı
Fikret Sarıcaoğlu, Akkoyunlular Karakoyunlular Safeviler
Ömer Faruk Teber, Buyruqlara_Gore-Qizilbashliq_(Doghan_Kaplan)_(Konya_2008).pdf&usg=AFQjCNGxUciNrcaMq9sSDpZ4rwgHeD4x6Q&sig2=zvtZmwvvvCExZBfg3eShaQ XVI. Yüzyılda Kızılbaşlık Farklılaşması
______
 Aşığın hikâyesini durmaksızın feryat eden bülbüle değil, sessiz sedasız can veren pervanelere sor..
Ara
Cevapla


Hızlı Menü:


Şu anda bu konuyu okuyanlar: 1 Ziyaretçi

Online Shopping App
Online Shopping - E-Commerce Platform
Online Shopping - E-Commerce Platform
Feinunze Schmuck Jewelery Online Shopping