Konuyu Oyla:
  • Toplam: 0 Oy - Ortalama: 0
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Orta Asya'da Din Meselesine Dair Bazı Gözlemler
#1
Geçtiğimiz aylarda önce Kırgızistan sonra Özbekistan’da başlayan gelişmeler dikkatlerin yeniden Orta Asya’ya yönelmesine neden olmuştur. 
Bölgeye uluslararası güçler tarafından biçilmek istenen hammadde ve pazar olma rolünün yanısıra jeopolitik ve jeostratejik önemi de farklı güç odaklarının bölgeyi bir oyun alanı olarak görmelerine neden olmaktadır. Değişik uluslararası aktörlerin bu oyunu sürdürürken kullanmak istedikleri önemli unsurlardan biri de din meselesidir.

Demek ki bugün Orta Asya’da gerek iç gerekse dış dinamiklerden de güç alan bir din meselesi vardır? ve eğer gerekli önlemler alınmazsa bu sorunun daha da büyüyeceğine bölgeyi bir süre gözlemleyen her araştırmacının görmesi kaçınılmazdır. Bölgede yaşanan siyasi istikrarsızlıklar ve asırlardır yerleşmiş dini yapılanmaya yabancı siyasi-dini akımların Orta Asya’ya özellikle Sovyetlerin dağılması sonrasında oluşan koşullarda girmesi, günümüzde tek tek devletleri değil bütün bölge istikrarını tehdit eden bir boyut kazanmıştır. Bu tehdit unsurunun ortadan kaldırılmasına yönelik gerek bölgede, gerekse uluslararası alanda farklı çözüm önerilerinin tartışıldığı dikkat çekmektedir.

Bu makalede önce Orta Asya’da İslam’a ilişkin tarihsel arka plan sergilenmeye çalışılacak, ardından bu sorun çeşitli cepheleriyle ortaya konulduktan sonra çözüm önerilerine geçilecektir. Gerek yazılı kaynaklar gerekse yaklaşık dört yıldır Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan’daki bazı gözlemlerim makalede yer alan düşüncelerin temelini oluşturmaktadır.

 

Öncelikle 1990’lı yıllara kadar Orta Asya’da İslam’ın yaşadığı süreci özetlemek istiyorum. İslam’ın, Orta Asya’ya girmesi sonrasında özellikle Talas Savaşı (751) sonrasında giderek hakim din haline geldiği bilinmektedir. Bu süreç sonrasında İslam gerek seçkin yüksek tabakalar arasında gerekse çoğunluğu oluşturan normal halk kitleleri arasında yerleşmiş ve asırlarca bölgenin Ruslarca işgaline kadar bu yapılanma devam edegelmiştir. Orta Asya’daki İslam anlayışı, yüzyıllardır eski inançları da içeren bir tarzda devam etmiştir. Kendine özgü nitelikleri olan bu İslam anlayışının izleri bugün hala Orta Asya’da yaşamayı sürdürmektedir. Bölgenin İslamlaşmasında sufiliğin özel bir yeri bulunmaktadır. Konunun uzmanlarının da ifade ettiği üzere, İslam’ın hem bir din hem de ulusal geleneklerle birlikte bir yaşam biçimi olarak varlığını halk arasında sürdürmesinde sufî tarikatlerin sürekli ve sistemli çalışmaları birinci derecede rol oynamıştır. Sufiliğin kurumlaşması sonucunda ortaya çıkan tarikatlar İslam’ın yayıldığı coğrafyalarda olduğu gibi Orta Asya’da da oldukça etkili olmuşlardır. Bu tarikatların etkileri halk katında asırlardır yaşamayı sürdürmüş ve yeni görünümler altında günümüze de ulaşabilmiştir.

Önce İslam’ın Çarlık rejimi altındaki durumuna genel olarak bakalım. Bölgede XIX. yüzyıldan itibaren yayılma siyaseti güden Çarlık Rusyası dinin önemini bildiğinden açıkça din karşıtı bir yaklaşıma girmekten kaçınmış, yayılma sürecinde İslam dininden de yararlanma yolunu benimsemiştir. Bu bağlamda Ruslar, Orta Asya’da yayılmaları sonrasında rejime sadık dini kurumlar oluşturmaya çalışmışlar din işlerini bu kurumlar yoluyla çözmeye çalışmışlardır. Örnek olarak vermek gerekirse İslam Dini’ni bir merkezden idare için 2 Eylül 1788’de Çariçe II. Ekaterina Ufa’da Kazak topraklarına yönelik “Musulmandardın Orınborlık Jinalısı” adlı dini kurumu kurmuştur. Kazaklar onu Orınbor Bölgesinin Müftülüğü olarak adlandırmış ve Müftü, doğrudan Çariçe II. Katerina’ya bağlı olarak çalışmıştır. (Aknazarov, 1987: 42) Ayrıca Tataristan’ın başkenti Kazan’ın, din adamları yetiştirilen ve dini kitaplar basılan bir merkez işlevi görmesi sağlanmış örneğin Sovyet dönemi kaynaklarındaki verilere göre, 1853-1859 yılları arasında Kazan’da 82 300 adet Kur’an, 77 500 adet de Şeriat-el-imam adlı kitaplar yayınlanarak (Şülembayev, 1978: 54) Orta Asya ve Kafkaslar’da dağıtılmıştır. Görüldüğü üzere halkın İslam’a olan bağlılığı, bu topraklarda uzun dönemli bir hakimiyet amaçlayan Ruslar için dinin kullanılması şeklinde uygulamaları da beraberinde getirmiştir. Öyle ki 1865 yılında Türkistan Bölgesi Gubernatoru General Çernayaev müslüman olup da müslümanlığın ilkelerine uymayanların cezalandırılmasına ilişkin bir buyruk dahi çıkardı. (Dorjenov, 1987: 55-56) 


Uluslararası ve bölgesel koşulların da yardımıyla zaman içerisinde Rus hakimiyeti giderek yayıldı. Orta Asya’daki Türk hanlıklarının birbiriyle olan anlaşmazlıkları Rus hakimiyetini kolaylaştıran en önemli unsur oldu. 1855’te Ruslar, Sırderya’nın güneyindeki ülkelere giden yola açılmışlar, 1865’te Taşkent’i işgal ederek, 1873’te Buhara Emiri’ne 1874’te de Hive Hanı’na himayeleri altına girmeyi zorla kabul ettirmişlerdir. 1875’te ise Fergana Vadisi Çarlık Rusyası tarafından istila edilerek, 1876 yılında bölgenin hakimi Kokand Hanlığı ortadan kaldırılmıştır. Çarlık 1873 ile 1884 arasında Türkmenistan’ı işgal etmiş, 1900’de de Yukarı Pamir yaylasına ulaşmışlardır. (Bennigsen, 1988: 52) Böylece Orta Asya Sovyetler Birliğ’nin kurulması arifesinde Rus hakimiyetine girmiş durumdaydı. 


Çarlık rejimi gizlice, daha sonra Sovyet rejimi ise açıkça geleneksel İslamı potansiyel tehdit olarak görmüş ve kendine sadık din adamlarınca yürütülen devlet destekli bir İslam siyasetini esas almıştır. Bu siyasetini yürütürken kendine bağlı kurumların bünyesinde en uzak bölgelere kadar halkın arasına yolladığı din adamlarını kullanmıştır. Burada amaç İslam’ı denetim altına almaktan başka bir şey değildir. Bu bakımdan kendine özgü dini kurum ve ritüelleriyle kontrol edilmesi neredeyse olanaksız bir yapıya sahip olan tarikatlara Çarlık tarafından da şüphe ile yaklaşıldığı görülmektedir. Kaldı ki daha sonra Sovyet rejimine yönelik en büyük muhalefetin de belli dini ziyaretgahlar etrafında örgütlenmiş din adamları ve tarikatlardan geldiği görülmüştür. (Örn. Bkz. Klimoviç, 1936: 118) 


Sovyet Rusya da Çarlık döneminden kalan bazı uygulamaları komünist ideoloji ile de yeniden yapılandırarak kısmen sürdürmeye çalışmıştır. Oldukça geniş Sovyetler Birliği coğrafyasında çeşitli dini merkezler kurularak İslam’ın sosyal hayattaki önemini zayıflatıcı sağlayan çeşitli önlemlere başvurulmuştur. 1917 Ekim Devrimi ile başlayan Sovyet hakimiyeti döneminde izlenen siyaset, bölgedeki dinsel yapılanma dolayısıyla tarikatların durumu bakımından yeni bir döneme işaret etmektedir. Orta Asya ve Kafkasya’daki Türk toplulukları yaklaşık yetmiş yıllık bir zaman dilimi içerisinde Sovyet hakimiyetinde bulunmuşlardır. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği (SSCB) adındaki modern dünyanın son imparatorluğu olarak görülebilecek bu devlet Marksist-Leninist ideolojiye dayalı Rus tipi bir komünizm modelini uygulamaktaydı. Çok milletli, çok dilli ve çok dinli bir görünüm sergileyen SSCB, bu farklılıklara karşı “saygılı” bir izlenim uyandırmaya ve buna ilişkin bazı düzenlemeler yapmaya çalışmakla birlikte, esas olarak uzun vadede bu farklılıkları ortadan kaldırarak bir “Sovyet” insanı oluşturmayı amaçlamıştır. Bu modelin öngördüğü insanın dilinin “Rusça”, dininin “bilimsel ateizm”, milliyetinin ise “Sovyet” olması devletin resmi politikası olup, bu amaca ulaşılabilmesi için çeşitli önlemler alınmıştır. Din konusundaki çalışmaların bu önlemlerin en önemlilerinden olduğu söylenebilir. Çünkü artık SSCB içerisinde yaşayan insanların Sovyet tipi insan olmalarını engelleyen en önemli sorun onların geçmişleriyle ilgili, farklı din ve milliyetlere mensubiyetleri meselesiydi. Bu nedenle bilimsel ateizm eğitimi Komünist Partisi’nin önemle üzerinde durduğu alanlardandı. Bu doğrultuda SSCB’nin dağılmasına kadar din karşıtı ve ateizm eğitimini amaçlayan sayısız yayınlar yapılmıştır. (Örn. Bkz. Brajnik-Dolgih, 1963; Janpeyisova, 1966; İskakov, 1976; Surapbergenov, 1979) “Bilimsel” ateizm, hem din ile mücadele yöntemi ve hem de dinin yerini alması amaçlanan, Sovyet sisteminde dinin karşılığı olacak sosyal bir olgu, bir kurum idi.


SSCB’de resmi İslam’ın yönetimi dört dini nazırlık tarafından yürütülmekte olup Orta Asya bölgesindeki kurum bunların en güçlüsüydü. 1943’te Taşkent’te kurulan Orta Asya ve Kazakistan Müslümanları Dini İdaresi adlı bu kurumun başında bir müftü bulunmaktaydı. Bu müftüye “Büyük Müftü” de denilir ve bütün SSCB Müslümanları adına resmen konuşmaya ancak o çağrılırdı. Bu kurumun yetkisi bütün Orta Asya cumhuriyetleri ve Kazakistan’ı kapsamaktaydı. (Bennigsen, 1988: 33) Birlik merkezi Moskova’dan en uzak köşeye kadar çok merkezi ve totaliter bir yapılanma içerisinde bu devlete bağlı dini kurumların amacı az sayıda açık dini eğitim kurumları ve camilerin yönetimi ve basın yayın yoluyla Sovyet ideolojisi ile İslam’ın uzlaşır olduğunu yaymaya çalışmaktır. Bunun dışında uygulanan sosyo-ekonomik program da dinin etkisini mümkün olduğunca toplum hayatının dışına çıkararak dar bir alana hapsetmek üzere planlanmıştır. İlk öğretim kurumlarından yüksek eğitim kurumlarına kadar eğitim ve öğretimin bütün aşamalarında dini, “bilim karşıtı ve zararlı bir gerici kurum” olarak yaymış, ateizmin içinde bir bölüm olarak görmüştür. Dini gelenek ve bayramların yerine rejimin yeni kutlama günleri getirilmeye çalışılmıştır. Bütün bu ve benzeri uygulamalarla Sovyet rejimi dini yok ettiğini sosyal hayattaki rolünü çok sınırlandırdığına da inanmış ve bunu çeşitli istatistikler ve araştırmalar yoluyla da yaymaya çalışmıştır. Halbuki dinin Orta Asya’da asırlara dayanan rolü ve önemi her ne kadar yetmiş yıllık Sovyet idaresinde yok sayılmaya çalışılmışsa da halk katında yaşamaya devam etmiştir. Dini ve/veya ulusal gelenekler yasaklanmasına rağmen gizli gizli de olsa yaşatılmıştır. Bu noktada sufi tarikatlarının önemli rol oynadığını da kabul etmek gerekmektedir. Monteil gibi araştırmacıların da ifade ettiği üzere sufi tarikatları, Sovyet rejimine dahi meydan okuyabilen katı bir disiplinle hiyerarşik olarak yapılandırılmış organizasyonlardır. Sovyet kaynaklarına göre de geleneksel kabilelerin çevresinde toplanmış, coşkulu ve estetik törenlerle dikkat çeken, fanatik bir anti-Sovyet güç olarak var olmuşlardır. (Monteil, 1992: 229-230) Geçmişte aktif olarak varolan Laçiler, (Yaman, 2004) Saçlı İşanlar gibi toplulukların yapılarında bu özellikler görülmektedir. 


Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrası Orta Asya’da dinin yeniden canlanması ve bu bağlamda yaşanan dönüşüm, değişik dinamiklere dayanmaktadır. Bunların anlaşılabilmesi için geçmişten günümüze uzanan dinsel sürecin çok iyi bir şekilde incelenmesi gerekmektedir. Şüphesiz bu dinsel sürecin, siyasal, sosyo-ekonomik ve kültürel gelişmelerle de etkileşim halinde olduğu ve bunların da ışığında anlaşılabileceği akıldan çıkarılmamalıdır. 


1990’larla birlikte iki kutuplu yapının sonlanması uluslararası alanda dini ve ulusal değerlerin ön plana geçmeye başladığı görülmüştür. Hele eski Sovyetler Birliği’nin din karşıtı idaresindeki yeni bağımsız cumhuriyetlerde bu değerler çok daha hızlı bir dönüşüme ve açığa çıkma olgusuna şahit olmuştur. Günümüzde Orta Asya’da yaşanan İslam’ı şöyle sınıflandırmak mümkün görünmektedir. 


1.Halkın çoğunluğunca kabul gören geleneksel İslam: Bu anlayış asırlardır halkın ulusal değerlerini de içine alan bir İslami anlayıştır. Bu anlayışın önemli bir özelliği de ziyaret merkezli bir inanç anlayışına dayanmasıdır. Orta Asya’nın her yerinde varolan ziyaretgahlar Sovyet döneminde de İslama bağlılığın yegane sembolleri olmuşlardır. Bugün bu ziyaretgahlara gitmenin daha serbest olmasının da etkisiyle ziyaretgahlar bölgedeki İslam’ın çok önemli unsurları olarak halkın daha fazla ilgi ve sevgisini çekmektedirler. 


2.Devletin kurumlarınca yürütülen devlet destekli İslam: Yeni bağımsızlıklarını kazanan cumhuriyetlerde din konusunun önemine binaen, devletin dini kurumları ve kadroları da oluşturulmuştur. Şimdilik tam oturmamış olan ve geleneksel İslam anlayışı ile de pek sorunları olmayan bu kurumlar, ibadethaneleri kendilerine bağlamak yönünde çalışmalar içindedirler. Bu çabanın bugün için tam başarıya ulaştığı söylenemeyeceği gibi, çeşitli organize dini gruplar ve tarikat mensuplarınca da eleştiriler yöneltilmektedir. Ayrıca yeni ihtiyaçlardan kaynaklanan gelişmeler de ortaya çıkmakta, bunda da bu kurumların ön planda rol oynayacağı tahmin olunabilir. Örneğin Sovyet zamanında olmayan eğitim kurumlarında din derslerinin, yakın gelecekte genel kabul gören bir olgu halini alacağı söylenebilir. Bu durum gerek dersin içeriği gerekse öğretim kadrosu konularında yeni düzenlemeleri beraberinde getirecektir. 


3.Halkın çoğunluğunca benimsenmeyen Hizbu’t-tahrir, Vehhabilik, İslami hareket vb. radikal grupların savundukları İslam: Bölgedeki geleneksel İslam’dan farklı özellikleri olan ve Sovyetlerin dağılması sonrasında ortaya çıkan koşullarda etkinliğini daha da arttıran radikal dini grupların savundukları İslam anlayışı bölgedeki halkın ve din adamlarının çoğunluğu tarafından kabul görmemektedir. Bu örgütler özellikle Fergana Vadisi’nde faaliyet halindedirler. Bu merkeze yakın alanlar olarak Kazakistan’ın güney, Kırgızistan’ın güney bölgeleri ile Tacikistan ve Özbekistan’da da örgütlü oldukları bilinmektedir. Bu örgütler gizli örgüt evlerinde hazırladıkları basılı materyaller de dağıtmak suretiyle yandaş kazanmaya çalışmaktadırlar. Bölge dışındaki çeşitli devlet ve örgütlerden de gerek finansal, gerekse lojistik destek görmektedirler. 


Özbekistan’da fergana Vadisi’ndeki araştırmalarımızda din adamlarının Özbekistan yönetimi hakkında olumlu konuşmaya özen gösterdiklerini gördük. Gerek dinlediğim hutbe konuşmalarında, gerek varsa basılı materyallerinde bu noktaya dikkat edilmektedir. Aslında 1990’lardan sonra dini gelişmelerin çok olumlu başladığını ancak Vehhabilik ve Hizb’ut-tahrir gibi dış kaynaklı akımların yasadışı ve düzen karşıtı faaliyetleri ile devletin de dinle ilgili konularda katı bir yaklaşımı benimsediğini ifade ediyorlar. Görüştüğümüz bütün dini önderler Vehhabilik ve Hizb’ut-tahrir gibi dış kaynaklı ve bölge dini yapılanmasına sonradan dahil olan dini akımların, genel olarak Özbekistan’da özelde de Fergana Vadisi’ndeki dini hayata büyük zarar verdiğini ifade ediyorlar. Öyle ki bu akımların bölgeye gelişiyle birlikte daha önce aynı görüşleri paylaşan din adamlarının bile fikir ayrılığına düştüklerini söylemektedirler. Bunun yanısıra bu akımların devlet düzenini yıkmaya yönelik açık/gizli niyetleri ile de bağımsızlık sonrası olumlu olan, dini kurumlar – devlet ilişkilerine de büyük darbe indirdiklerini üzüntüyle ifade etmektedirler. 


Genelde Orta Asya’nın özelde de Fergana Vadisinin siyasi amaçlar güden bu dinsel organizasyonların faaliyetlerine uygun bir ortam sağlamasına yol açan çeşitli faktörler bulunmaktadır. Orta Asya’nın değişik bölgelerinde varolan koşullara bağlı olarak bu faktörlerin nüfuz durumları da değişiklik göstermektedir. Burada genel olarak açıklanmaya çalışılacağımız faktörler sırasıyla şu şekildedir: 
Öncelikle sosyo-ekonomik bir gerçeklik olarak fakirlik olgusundan söz etmek gerekir. Halkın bu durumundan yararlanmak isteyen çeşitli yerel veya dış kökenli güçlerin bu olguyu kendi çıkarları için kullandıkları görülmektedir. Bu durum gerek yerel dillerde yayınlanan kitaplar vb. yayınlar, gerek doğrudan para yardımı gerekse ibadethane ve başka dini kurumların inşası veya mali destek sağlanması şeklinde gerçekleştirilmektedir.


Bir diğer sorun ise bölgede varolan yolsuzluk ve rüşvet meselesidir. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ortaya çıkan henüz rekabet şartlarının tam oluşmadığı ekonomik yapı ve henüz tam kurumsallaşamamış siyasal demokratik düzen yolsuzluk sorununun çözümünü zorlaştırmaktadır. Adil bir düzen yaratma olgusunu merkez alan bir propaganda siyaseti güden dini örgütler de bu durumdan faydalanmaktadırlar. Rüşvet ve yolsuzluktan bıkan kitleler çeşitli radikal örgütlerde kendilerine sığınak arayabilmektedirler.


İşsizlik, sorunu da Orta Asya’daki halklar arasında önemli bir hoşnutsuzluk ve istikrarsızlık unsurudur. Sovyet sisteminin çökmesinden sonra ortaya çıkan ve bugün de kısmen süren geçiş dönemi ekonomik yapılanmasında önemli düzeyde bir işsizlik sorununun ortaya çıktığı görülmektedir. 


Bir diğer mesele ise Orta Asya ülkeleri arasındaki sınır sorunları ve sınırların açıklığından kaynaklanmaktadır. Sovyet döneminde oluşturulan Orta Asya ülkelerinin yer yer sorunlu sınır yapılanması, ülke sınırları arasındaki geçişlerin yasadışı yollardan da yapılabilmesi gibi olgulardan çeşitli terörist örgütlerin yararlandıkları görülmektedir. Çeşitli gruplar bu sınır sorunlarını kendi yararlarına başka ülkelere sızmak için kullanmaktadırlar. 


Orta Asya ülkeleri arasındaki bir diğer mesele de etnik sürtüşmelerdir. Bunun örneklerine Sovyet döneminde de pek çok kez rastlanmıştır. Sovyetlerin Orta Asya cunhuriyetlerine yönelik izledikleri siyasetin bir sonucu olarak, değişik etnik gruplar farklı cumhuriyet sınırları içerisinde bırakılmak suretiyle sorunlu bir zemin hazırlanmıştır. Bu durum da bölgeyi istikrarsızlığa sürüklemek isteyenlere uygun bir fırsat daha sağlamaktadır. 


Bölgedeki halkın Sovyetlerin dağılması sonrasında giderek artan oranda dine yönelmesinin de, dini siyasi amaçları için kullanmak isteyen gruplara büyük kolaylık sağladığı bir gerçektir. Din karşıtı politikaların sonlanmasıyla birlikte halk dini bayramlara, dini ziyaretgahlara ve ibadete yönelmektedir. Her geçen gün yeni camiler inşa edilmektedir. Bu durumdan yararlanmak isteyen çeşitli dini gruplar da yandaşlarının sayısını arttırmak için her yola başvurmaktadırlar. 


Bölge devletlerinin izledikleri batı yanlısı politikanın yanısıra, Amerikan üslerinin varlığı da halk arasında büyük eleştiriye konu olmakta ve özellikle dini hassasiyetlere sahip toplum kesimleri arasında ülkelerinin idarecilerinden yabancılaşmaya ve milli/dini duygulara daha fazla sarılmaya neden olmaktadır. Halk arasında Kırgızistan ve Özbekistan’da varolan Amerikan üslerine karşı özellikle Amerika’nın Afganistan ve Irak’a müdahalesi sonrasında çok daha fazla tepki gösterildiği görülmektedir. 
Uzmanlar arasında Orta Asya’daki din sorununun nedenleri arasında gösterilen bir diğer husus ise bölgenin Kafkaslar, Afganistan, Ortadoğu gibi çatışma ve siyasal istikrarsızlık bölgelerine yakın oluşunu göstermektedirler. Doğal olarak bu bölgenin çevresindeki gelişmeler Orta Asya’yı etkilemekte, uluslararası alanda farklı hedeflere sahip aktörler, bölgeyi kendi çıkarları için kullanmak için çeşitli yollara başvurmaktadırlar.


Sonuç olarak günümüzde Orta Asya’da varolan statükoyu, dini kullanmak suretiyle değiştirmek isteyen çeşitli gruplar bulunmaktadır. Bu grupların istikrarı bozma yönündeki çabalarının önüne geçebilmek için İslam dininin tarihten bugüne izlediği süreci dönüşümü çok iyi değerlendirmek gerekmektedir. Bu bağlamda İslam’a geçiş yıllarında bir sosyal reçete olarak Yeseviliğin üstlendiği rolü de çok iyi kavramak zorundayız. O halde Yeseviliğin bugünün pek çok sorunlarına çare olabilecek unsurları bünyesinde taşıdığını unutmamalıyız.
______
 Aşığın hikâyesini durmaksızın feryat eden bülbüle değil, sessiz sedasız can veren pervanelere sor..
Ara
Cevapla


Hızlı Menü:


Şu anda bu konuyu okuyanlar: 1 Ziyaretçi

Online Shopping App
Online Shopping - E-Commerce Platform
Online Shopping - E-Commerce Platform
Feinunze Schmuck Jewelery Online Shopping