09-17-2018, 11:02 PM
Sıddık Şeyhanzade ve İzzeddin Yıldırım’ın başını çektiği Kürt kökenli bir grup Nurcu, Yeni Asya Grubunun Risale-i Nurlarda “tahrifat” yaptıgını, Said-i Nursi’nin Kürt kimliği ve Kürtlerle ilgili söylediklerinin sansürlendiğini iddia ederek, ana akım nurculuktan ayrılıp Med-Zehra Vakfını kurarlar. İzzeddin Yıldırım’ın başında bulunduğu bu grup “tahrifatsız” risaleleri yayınlamaya başlarlar. Aynı zaman da bu grubun amacı, Said-i Nursi’nin vasiyeti olan, Van’da El Ezher’e denk bir üniversitenin kurulmasını gerçekleştirmektir. Said-i Nursi’nin “Medresetül Zehra” adını verdiği bu üniversitenin kurulmasını gerçekleştirmek için çalışmalarını Med-Zehra Vakfının bünyesinde yürütürler. O münasebetle kamuoyunda “Med- Zehracılar” olarak bilinirler.
Risale-i Nur Külliyatı’nı basmaya yetkili birkaç Nurcu akımdan birisi olan Med-Zehra Grubu’nun ağabeyi Sıddık Şeyhanzade, Bediüzzaman’ın eserlerinde ki Kürtlerle ilgili bölümlerin siyasi amaç lar uğruna sansürlenmesinden rahatsız oldukları için ana akım Nurculuk’tan ayrıldıklarını söyler. Ana akımdan ayrıldiktan sonra, Bediüzzaman’ı anlatan birçok esere imza atan Sıddık Şeyhanzade nin, “Dava Dergisi ve Nurculuğun Tarihi” isimli eserleri Bediüzzaman’ın yolunu izleyen gruplar arasında uzun süre tartışma ve hizip konusu olur.
Nur cemaatinin Kürt meselesi hakkında düşüncelerini tahlil etmek ve Med-Zehra Ekolü hakkında sağlıklı bir değerlendirmede bulunmak için, vakfın kurucu genel başkanı İzzeddin Yıldırım’ın fikir ve düşüncelerinden bahsetmeden olmaz.
Yıldırım’a göre; Türkiye Cumhuriyeti günümüze kadar, bir devlet politikası olarak, Kürt dili ve kimliğini inkar ede gelmiştir. Ona göre bu inkar ve zulme karşı çıkan PKK hareketi, Kürtler arasında rahatlıkla taraftar bulmuş ve her geçen gün büyümüştür. Zehra Vakfı, İslâmî emir ve yasakları referans alan bir oluşum olarak, her iki tarafında tarz-ı hareketlerinin yanlış olduğunu savunmuştur. Vakfa göre ne Kürtler inkar edilmeliydi, ne de bu inkara karşı silahla mücadele verilmeliydi.
Ülkenin doğusunda şiddet sormalı ve baskıdan bunalan halkın talebi, her iki tarafın da bazı meselelerde “tavizler” vererek, artık şiddeti durdurmaları arzusudur. İşte bu manada İzzeddin Yıldırım Türkiye’de Kürtçe İslami yayın olan “Nubihar’ın” yayınlanmasını sağlar, ve bu yayının etkisini gösterecek sohbet ve hizmetlerle ön planda bir çalışmanın önderliğini yapar. Bir taraftan da Van’da inşaatı devam eden Bediüzzaman’a ait bir projenin Zehra Üniversitesinin kuruluş aşamasını tamamlaması için gayret sarf eder.
Kürt meselesi konusunda, İzzeddin Yıldırım’ın, İslami kesim arasında “Nubihar” dergisi vasıtasıyla başlattığı etnik ayidiyet ve Kürt kimliğinin tanınması hareketi, İslamcı Entellektüel kesim arasinda fazla elestiriye maruz kalmaz ve bir manada kabul görür. İslamcılar, Kürtleri sağcı-muhafazakar ve milliyetçi kesimlerin algısından farklı algılayarak, millet-i İslam, yani ümmetçilik anlgısıyla tarif edip, kürt kimliğinin inkar edilmesine rıza göstermezler.
Gerek Zehra Vakfı ve gerekse İzzeddin Yıldırım’ın ideolojik yapısı ve hedeflerinin anlaşılması bakımından 90’larda yayınlanan “Sözleşme ve Yeni Zemin” dergilerinden bahsetmemek olmaz ve verilen bilgiler eksik kalır.
1993 yılında, Fatih’te kurulan Yeni Zemin dergisinin Sahibi: Osman Tunç’tur. Tunç, Zehra Vakfı’nın yöneticilerindendir. Yeni Zemin’in Genel Yayın Yönetmeni: Mehmet Metiner’dir ve Metiner, bugün AKP’nin Milletvekilidir. Yeni Zemin’in yayın kurulu: Altan Tan, Abdurrrahman Dilipak, Ali Bulaç gibi vs isimlerden oluşmuştur… Yeni Zemin dergisinin Teknik Müdürü: Yalçın Akdoğan! Akdoğan bir müddet sonra derginin Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı olur. Yine Akdoğan’ın kamuoyunda barış süreci ya da diğer adıyla Kürt açılımı projesinin baş mimarlarından olduğu da bilinir.
Hizbullah’ın öldürdüğü ve Kürt-İslam sentezi savunucularından Zehra Vakfı’nın yönetim kurulu Başkanı İzzeddin Yıldırım’a sahip çıkmadığı için, HDP li Altan Tan tarafından sert bir şekilde eleştirilen, Başbakan’ın Başdanışmanı Yalçın Akdoğan, Mehmet Metiner, İhsan Arslan, Ali Bulaç gibi isimlerin Yeni Zemin dergisinde işleyerek, siyasi zemine taşıdıkları konu başlıklarından bazıları şunlar; “Kürt sorunu, sivil anayasa, Genelkurmay nasıl sivilleşir” gibi başlıkları, manşet dosyaları olarak hazırlayıp tartışmışlar. Bugün bu isimlerin karşısında olan Altan Tan da o kapak dosyalarında ya tartışmacı ya da yazar olarak katkıda bulunmustur!
Doğu ve Güneydoğu’nun en güçlü Nurcu akımı olarak bilinen Med Zehra Grubunun Ağabeysi Sıddık Şeyhanzade’nin, Kürt sorununun çözümünde AK Parti’nin açılım projelerini koşulsuz destekliyor olması, bir çok siyasi ve akademik çevre de açılım projesinin Nurcuların Kürtçü kanadı olarak tabir edilen, Med-Zehra akımının içerideki adamları vasıtasıyla hükümete empoze edilen bir proje olduğu yününde bir kanaat oluşmuştur.
İZZETTİN YILDIRIM kimdir?
Ağrı’nın Patnos ilçesinin Kızılkaya köyünde 1946 yılında dünyaya geldi. İmam olan babası Tahir Yıldırım’ı genç yaşta kaybetti. İlkokul öğrenimini köyünde tamamladıktan sonra Doğu’nun çeşitli vilayetlerinde medrese tahsili gördü. O sırada Nureddin Geylani isimli hocası vasıtasıyla Risale-i Nur eserleriyle tanıştı ve Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin bu kıymetli eserlerini tetkik etmeye başladı. Ardından İstanbul’a gelerek askerlik görevini yaptı . Askerlikten sonra Risale -i Nur ekolünün önemli isimlerinden Tahiri ağabeyle bir süre birlikte kaldı. Duygu ve düşünce alemini Risale -i Nur eserlerine açan İzzettin Yıldırım hizmet etmek için Gaziantep’e gitti ve Nazım Gökçek bey ile uzun süre birlikte hizmet etti. Yıldırım’ın o tarihten itibaren çileli hizmet hayatı başlamıştı. Daha sonra ağabeyleri tensibiyle Çorum vilayetine gönderildi. Vakıf insan olarak bu şehirde önemli hizmetler gördü. Gösterdiği üstün performansla Risale-i Nur’a kahramanca ve fedakarlıkla nasıl hizmet edilebileceğini örneklerini sergileyen Yıldırım, bir çok kişiyi o güzel, nazik, narin ve bey efendi tavrıyla kendisinden bahsettirdi. Çorum’dan sonra ikinci hizmet noktası Eskişehir’di. Risale-i Nur mesajını insanlara iletecek yetkin bir kişiye ihtiyaç hissedilen bu şehirde İzzettin Yıldırım uzunca bir süre kaldı. Diğer kardeşleri ve annesinin de bu şehre yerleşmesiyle Eskişehir Yıldırım’ın memleketi oldu. Yıldırım, binlerce gencin yetişmesine katkıda bulundu.
1990 yılında yakın arkadaşları Zekeriya Özbek, Hüseyin Daşkın, Gıyaseddin Bingöl ve Yasin Yıldırım’la birlikte Zehra Eğitim ve Kültür Vakfı’nın kuruculuğunu yaptı. bu arada Bediüzzaman hazretlerinin de bir ideali olan Van’da Medresetü’z-Zehra manasında bir üniversite kurulması için yanıp tutuşuyordu. Amacı Anadolu, Kafkasya ve Ortadoğu arasında kalan bu bölgede bir eğitim seferberliği başlatmak, dini ilimlerle müspet ilimlerin kaynaşacağı bir eğitim anlayışı geliştirmekti. Bölgedeki ekonomik ve kültürel geri kalmışlığın bir çok sorunun sebebi olduğunu gördüğü için, bölge çocuklarına eğitim imkanı sağlamayı çok önemsiyordu. Zehra Üniversitesi’nin yeri alındığında mutluluktan uçar bir haldeydi. Daha sonra bu proje ilk adım olarak lise şeklinde düşünülerek inşa faaliyetlerine başlanıldı.
İzzettin Yıldırım Zehra Eğitim ve Kültür Vakfı kuruluşundan sonra İstanbul’a yerleşti. İzzettin Yıldırım sıra dışı bir insandı. Kişisel ubudiyetinin ötesinde tüm hayatını İslami hizmetlere adayabilecek bir fedakarlık ve metanet sahibiydi. Hizmet etmek için evlenmek şart değildir belki, ancak kimi insanların tüm hayatlarını bu uğurda feda etmeleri, dünyevi arzu ve emellerini geri plana itmeleri çok nadir görülen bir feragat örneğidir. Dünyadan tam manasıyla yüz çeviren, ancak hizmet boyutuyla Dünya’ya bakabilmek zor bir haslettir. Risale-i Nur ekolünde görülen bu vakıf insan misyonu binlerce vatan evladının İslam’ın güzel değerleriyle tanışmasında önemli bir rol oynamıştır. Ayrıca hayatının başından sonuna kadar aynı çizgiyi sürdürebilmek, tüm zorluklara göğüs gererek bu misyonu devam ettirebilmek de büyük bir metanet ve öğrencileriyle birlik sabır gerektirmektedir. İzzettin Yıldırım bu güçlü iradeyi ortaya koyabilen ender insanlardandı. Onun dünya namına en ufak bir beklentisi veya korkusu yoktu. Tüm mesaisini, tüm hislerini ve düşüncelerini ‘’daha fazla nasıl hizmet edebilirim”sorusuna cevap aramakla geçirirdi. İçindeki bu dayanılmaz coşku onu bireysel anlamda ahiretini kurtarma çizgisinin çok ötesine taşımıştı. O adeta tüm ümmetin selameti için yaşamaktaydı.
İzzettin Yıldırım aşırı derecede istiğna sahibi bir insandı. Mütevazı yaşantısı onun davasının en önemli bürhanı niteliğindeydi. İnandığı gibi yaşar, yaşantısıyla numune-i imtisal olurdu. En yakın arkadaşlarının bile misafirlik tekliflerini nadiren kabul eder, tüm zamanını öğrencileriyle birlikte geçirmeyi tercih ederdi. Uzunca bir süre vakıf insan olarak kalabilmenin gereği belki de dünyadan ve insanlardan istiğna etmektir. İzzettin Yıldırım şoför, koruma, aşçı gibi yardımcıları kabul etmezdi. Vapurla Üsküdar’dan Fatih’e gelir, kendi yemeğini çoğunlukla kendisi pişirirdi. Çamaşırlarını annesi dahil hiç kimseye yıkatmamıştır. Kaçırıldığı gün Ramazan’ın son günlerinden biriydi. Kış günleri kısa olduğu için ikametgahında kalmış, gününü kitap okumakla ve gelen gençlerle sohbet etmekle geçirmişti. Akşam üzeri ise mutfağa girmiş ve iftar hazırlıkları yapıyordu. Yanında kalan misafiriyle birlikte teravih namazına hazırlanırken de bilinen hadise vuku bulmuş ve kaçırılmıştı. Onun bu istiğnası sadece kişisel yaşamıyla ilgili değildi. Düşünsel anlamda ve siyasal olarak da kimsenin minneti altına girmek istemezdi. İçinde bulunduğu camiayı, yönlendirmelere maruz bırakabilecek tüm ilişkilere kapalı tutardı. Bu belki de tavizsiz yaşantısının da bir uzantısıydı. Herhangi bir fayda gelecek veya maslahat var diye doğru bildiği çizgiden sapma göstermezdi. Keyfiyeti, samimiyeti, muhlisiyeti kaybettirecek her türlü yaklaşımdan uzak dururdu.
İzzettin Yıldırım’ın kişisel denebilecek tek duası Allah’ın onu ele güne muhtaç bırakmaması ve yaşlılığın vereceği acziyetten önce ruhunu kabzetmesiydi. İzzettin Yıldırım’ın şefkati inanılmaz boyutlardaydı. Hiç kimseyi kırmaya tahammülü yoktu, bu yüzden dargın durmayı da beceremezdi. Vakıf camiası dışında sadece onunla ikili ilişki içinde olan ve onun zatına hüsnü teveccüh gösteren yüzlerce insan vardı. O, kimseyi kaybetmek istemezdi. Tanıştığı bir kişiyle nereye giderse gitsin ilişkisini devam ettirir, küçük büyük demez tüm tanıdıklarını her bayramda ilk o arardı. Protokol ve şa’şaaya hiç izin vermezdi. İzzettin Yıldırım bildiğini söylemekten kesinlikle çekinmezdi. Kimse onu hak bildiği yoldan ayıramazdı. Çünkü onun için ölüm bir terhis tezkeresiydi;görevi tamamlayarak, büyük kurtuluşa ermekti. O ölümü baş-göz üstüne karşılamaya hazırdı, ancak hizmet noktasındaki idealleri ve amaçlarında aklından çıkaramazdı. Onu kaçıranların ölümle tehdit etmelerine herhalde epey tebessüm etmiştir. Zaten kaçıranlarda onun bu halini epey bir süre anlayamamışlardı. Ölüm tehdidi altında bile karşısındakilere bile doğru yolu tavsiye eden, onların dahi kurtuluşu için dua edebilecek kamil bir insandı o. Bir kişinin istifade etmesi için kilometrelerce yol gidebilecek kadar tebliğe önem verirdi.
İZZETTİN YILDIRIM içtimai ve siyasi yönü çok gelişmiş bir insandı. Bu anlamda klasik alimler içinde yer almamaktaydı. Sol-sağ kamplaşmasının dorukta olduğu dönemlerde dahi her türlü gazeteyi ve yayını takip eden, hiçbir düşünceyi dinlemeden yargılamayan, sosyal günü gelişkin bir kişiydi. Aktüel politikayla ilgilenmezdi ve Nurculuk ekolündeki bu tür tartışmalarda siyasal çizgi yerine sosyal alanda kalmayı daha doğru bulmaktaydı. Ancak düşünce aleminde İslami normların gerektirdiği siyasal temaların üzerinde de ağırlıkla dururdu. Özellikle ülke sorunlarının yakın takip eder, öğrencilerine bu konularda da bir yön vermenin çabası içinde olurdu. İslami gelişmeleri akamete uğratacak her türlü olayı izlerdi. Sivil inisiyatife büyük önem verir, pasif direnişin demokratik bir hak olduğunu ve yanlışlıklara karşı gerekli hassasiyetin gösterilmesi gerektiğini düşünürdü. Bu çerçevede başörtüsü için yapılan kimi elele gösterilerinde ön saflarda durmayı da ihmal etmezdi. İzzettin Yıldırım her türlü ülke sorunun da demokratik zeminlerde tartışılması ve çözülmesi gerektiğini düşünürdü. Özellikle Güneydoğu sorununun bölge insanını derinden yaraladığını gördüğü için İslam kardeşliği çerçevesinde sorunun barışçı yollarla çözümünü aciliyetle arzu etmekteydi. Bölge gençlerinin istikamet üzeri olup, islami düşünceden sapmamaları için büyük bir fedakarlıkla hizmet ederdi. Onun yakınından hiçbir genç de bu çizgiden sapmamıştır . Kimileri onun yıllar öncesinden Kürt sorununu insan hakları çerçevesinde dile getirmesine yanlış yönlere çekerek, onu milliyetçilikle itham etmiştir. Halbuki onun düşünce aleminde ırki taassuba ve menfi milliyetçiliğe kesinlikle yer yoktur. Onun yıllar öncesinden dile getirdiği düşünceler bugün herkes tarafından dillendirilmektedir. O sessiz kalmak yerine konuşmanın binlerce insanı yanlış yola sürüklenmekten koruyacağını görüyordu. Birlik ve beraberliğin korunmasında İzzettin Yıldırım sembol bir isimdi. O bir nevi kardeşlik timsali gibiydi. Değişim ve dönüşüm talepleri de onu “muhalif” bir insan konumuna getirmişti. O statükoculuğa karşıydı. Ülkesini seven herkes gibi sistemin aksayan yönlerini eleştiriyordu. Bu çerçevede bazı arkadaşlarının 1993 yılında bir düşünce dergisi çıkarmasını teşvik etmişti. Yeni Zemin dergisi sivil, demokratik, insan haklarına saygılı bir hukuk devletinin tarifini yapıyor, bugünlerde moda olan uzlaşma ve toplumsal barış taleplerinin temellerini atıyordu. O zamanlar değişim rüzgarının yönünü kestiremeyenler, seneler sonra ne kadar yanıldıklarını anlıyorlardı. Risale-i Nur terbiyesinden geçmiş sosyal bir kişilik olarak İzzettin Yıldırım her türlü gayrı meşru yaklaşımlara uzak biriydi. İzzettin Yıldırım, herhangi bir siyasi yapılanmayla ilişkili değildi, tanıdığı fertlerin kişisel tercihlerine ise saygı gösterirdi.
Şehadeti. .
İzzettin Yıldırım 29 aralık 1999 günü teravih namazına hazırlanırken kimliği belirsiz kişilerce kaçırıldı. Haftalarca kendisinden bir haber alınamadı. 28 Ocak 2000 günü kendisinden bir gün önce kaçırılan M. Şehid Avcı ile birlikte şehit edilmiş olarak Kartal’da bir evde bulundular. 1 Şubat 2000 Salı günü Eyüp Sultan Camiinde kılınan öğle namazı sonrasında Eyüp Kabristanında defnedildiler. Cenazeye katılan on binlerce kişi İzzettin Yıldırım ve Şehid Avcı’yı ne kadar sevdiklerini, onların ne kadar önemli bir misyona sahip olduklarını ortaya koyuyorlardı. Cenazeye katılan on binler, gösterdikleri metin ve sağduyulu tavırlarıyla bu kirli olayı lanetliyor ve karanlık kalmamasını talep ediyordu.
Kapatılan 'Zehra Vakfı' basın açıklaması
Kapatılan Zehra Vakfı yöneticileri ve İzzettin Yıldırım'ın dava arkadaşları bir basın açıklaması yayınladı.
Yeni yılla birlikte 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun (CMK) 102. maddesi gereği yapılan tahliyeler toplum vicdanını derinden yaralamıştır. Kamuoyu tarafından bilinen ve basın tarafından ilgiyle takip edilen tahliyeler yeni soru işaretleri oluşturmuştur. 10 yıldır bitirilmeyen davalarda tahliyelerle kime, ne mesajlar verilmek istenmektedir?
Bir davanın 11 yılı aşan uzun bir süre içerisinde karara bağlanmamış olması hem mağdur hem de sanık açısında adil yargılanma hakkının ihlali demektir. Toplum vicdanını yaralayan davaların bu kadar uzun süre sürüncemede kalması / bırakılmasının hiç bir makul ve haklı mazereti olamaz. Bu tahliyelerin sorumlusu ağır işleyen yargı ve gerekli tedbirleri almayan devlettir.
Tahliyeler toplum vicdanını yaralığı gibi en çok da bizim vicdanımızı derinden yaralamıştır. Zira bu tahliyelerden faydalananlardan bir kısmı Zehra Vakfı Başkanı rahmetli İzzettin Yıldırım ağabeyimizin kaçırılması ve daha sonra şehit edilmesi olayına karışanlardır. Muhatap olduğumuz sorular, bizleri süreçle ilgili değerlendirme yapmaya ve düşüncelerimizi kamuoyuyla paylaşmaya zorlamıştır.
Bilindiği gibi “Zehra Eğitim ve Kültür Vakfı” geçmişte memleketin dört bir tarafında binlerce insanımızın fikir, eğitim, kültür ve manevi hayatına değerli hizmetleriyle katkı sunmuş vakıflarımızdan idi. Vakıf başkanı İzzettin Yıldırım ağabeyimiz, yaşamı süresince barıştan, adaletten, kardeşlikten ve sevgiden yana olmuş, hayatını örnek bir Medresetüz-Zehra nesli yetiştirmeye adamıştı. Ancak ağabeyimiz, 28 Şubat sürecinin puslu havasında, mübarek Ramazan ayı içinde, evinden kaçırıldı ve günlerce uygulanan vahşi işkenceler sonunda şehit edilmiş şekilde bulundu. Akabinde bir kaç dergide çıkan bir kısım yazılar gerekçe gösterilerek, bilirkişi raporları lehte olmasına rağmen, aleyhinde herhangi bir soruşturma veya kovuşturma bulunmamasına rağmen, yargı mekanizması kullanılarak vakıf kapatıldı ve vakfın tüm mal varlığına el konuldu. Kanaatimizce 28 Şubat sürecini başlatan zihniyet ve daha sonra siyasi ve karanlık odaklar tarafından alınan kararla yaşanan bu süreç olayın arkasındaki güçlerin karanlık yönlerini ortaya koymaktadır.
Şehit İzzettin Yıldırım ağabeyimizin temsil ettiği Zehra Vakfı fikri yapısı; nefret ve husumet ikliminden uzak durarak, ülkedeki tüm insanlar arasında ırk, din, mezhep ve düşünce ayrımı yapmadan, barıştan, adaletten ve hukukun üstünlüğünden yana idi. Gönüldaşları üstadları Bediüzzaman’dan ve şehit ağabeylerinden aldıkları bu mirası kendilerinden sonraki nesillere de aktarmaya devam edeceklerdir.
Dünyada bu davanın şahitliği dışında bizler çoktan uhrevi mahkemeye dilekçelerimizi sunduk. O, hesapları seri gören, zerre ağırlığınca iyiliği ve kötülüğü yok saymayan ve her şeye gücü yetendir. Bunun dışında ne provokasyonlara gelmeye ne de üstadımız ve şehidimizin yol ve yöntemi dışına çıkmaya niyetimiz vardır.
Elbette bu planların sahipleri, kirli oyunun tezgâhçıları ve bilhassa 28 Şubat ve sonrasında değişik örgütler tarafından işlenen cinayetlerin faillerinin bulunup yargılanarak cezalarının dünyada da görülmesi toplumun olduğu kadar bizim de öncelikli talebimizdir. Şüphesiz bu görev de öncelikle yargının olmak üzere yürütme ve yasama erklerinin de sorumluluğundadır. Ne var ki bugüne kadar bu üç erkin de görevlerini hakkıyla yerine getirmediği açıkça ortadadır.
Kamu vicdanını yaralayan bu olayların bir daha yaşanmaması için tüm yetkilileri bir an önce görevlerini hakkıyla yapmaya davet ediyor ve sürecin takipçisi olacağımızı kamuoyu ile paylaşıyoruz.
______
Aşığın hikâyesini durmaksızın feryat eden bülbüle değil, sessiz sedasız can veren pervanelere sor..
Aşığın hikâyesini durmaksızın feryat eden bülbüle değil, sessiz sedasız can veren pervanelere sor..