09-12-2018, 12:02 AM
Halvetiye tarikatının kollarındandır.
İbrahim Gülşeni tarafından kuruldu.
1422'de Diyarbakır'da doğan İbrahim Gülşeni,
önce kendi çevresinde tahsil ile meşgul oldu,
daha sonra da bilgisini artırmak için Tebriz'e gitti. Orada yöneticilerin dikkatini çekti.
Tahsil ve terbiyesini ilerletti.
İslami ilimleri iyice öğrendi.
O yıllarda Halvetiliğin ikinci piri Seyyid Yahya Şirvani'nin halifesi Ömer Ruşeni'nin ünü tüm Azarbeycan'ı tutmuştu.
Sultan Uzun Hasan'ın kardeşi İdris, bağlı olduğu şeyhi Ruşeni'yi Tebriz'e davet için İbrahim Gülşeni'yi gönderdi.
İbrahim, Ruşeni ile daha ilk karşılaşmasında şeyhin tesiri altında kaldı ve ona bağlandı.
Kısa süre sonra da Ruşeni'den hilafet aldı.
O sıralarda Erdebil hanedanına mensup Şiilerin propagandaları İbrahim Gülşeni'yi rahatsız ediyordu. Gülşeni'nin Sünniler üzerindeki etkisini kırmak isteyen Şah İsmail onu hapsettirdi. Öldürülmek üzere iken oğlu Ahmet Hayali ile birlikte ülkeden kaçarak Diyarbakır'a geldi, kısa süre sonra da Mısır'a gidip yerleşti.
İbrahim Gülşeni Mısır'da, yöneticilerin de büyük sevgi ve saygısını kazandı.
Yavuz Selim'in Mısır seferinden sonra pek çok Yeniçeri Gülşeni'ye intisap etti.
Saray ve halk üzerindeki etkisini kıskanan Mısır Valisi İbrahim Paşa, Şeyhi İstanbul'a gönderdi.
Fakat Gülşeni'nin bilgisinin ve manevi kişiliğinin farkına varan İstanbul din bilginleri ve bilim adamları, başta Kemalpaşazade olmak üzere Nişancı Celalzade Mustafa Bey ve Fenari Muhyiddin Efendiler, Gülşeni'nin çevresinde yer alınca düşmanları herhangi bir hareket yapamadılar.
Kanuni Sultan Süleyman'ın da saygı ve sevgisini kazanan İbrahim Gülşeni, İstanbul'da çok ünlendi.
Vaazları ile halkı kendine bağladı, alimlerle yaptığı sohbetlerle de devlet adamlarının,
Şeyhülislam'ın saygısını kazandı.
Kanuni, yaşlılıktan gözleri kapanan şeyhi,
tedavi ettirdi ve gözleri yeniden görmeye başladı.
Gülşeni daha sonra padişahın izniyle Kahire'ye döndü ve 1534'te 112 yaşında orada öldü.
***
Halveti-Cerrahi Tarikatı:
Haçlı seferleri sürerken ve Kudüs Krallığı henüz yaşarken İslam coğrafyasının ana hatlarını oluşturan Ortadoğu, doğudan da büyük bir saldırıyla karşı karşıya kaldı.
Bu, Cengiz Han'ın, Moğol devletinin saldırısıydı ve Moğollar, İpek Yolu'nun iki ucunu yavaş yavaş kontrolü altına almaya başlamış,
kısa zamanda bütün Orta ve Ön Asya'yı tek yönetim altında birleştirebilmişlerdi.
Moğol akınları sayesinde sistematik olarak yürümekte olan Orta Asya'dan Ön Asya'ya doğru gerçekleşen bu göç hareketi büyük Moğol egemenliği döneminde de tümüyle denetimsiz bir akın halini aldı ve Anadolu'da böylece Orta Asya'nın farklı kültürel bölgelerinde gelişmiş olan bu yeni kültür karmaşasının etkisi altına girmiş oldu.
Bu yeni kültür karmaşası ile birlikte Orta Asya'nın inanç akımları, İslam kültürüyle İran ve Anadolu coğrafyası üzerinde ortak bir sentez yaratma çabası yakalayabildi.
Orta Asya'nın, zanaat ve ticarete dayalı kentlerinin halkı Anadolu'ya yerleşince, bir yandan Haçlılar bir yandan Bizans tarafından kıstırılmakta olan ve İlhanlılar'ın da acımasız boyunduruğu altında ezilen Anadolu'da yüzlerce kasabada zengin bir el sanatları uygarlığı yaratılabilmiş, yüzlerce medresede temeli kent kültürüne dayalı zengin bir kültür de gelişmeye başlamıştır.
Ancak siyasal zayıflık ve ekonomik olanaksızlıklar inanç bakımından keskin çatışmalara da yol açmaktadır.
İslam'ın ulema tarafından saptanmış kitabi yorumu, Uzak Doğu kültürlerinden de esinlenmiş olan bu kitleye yeterli gelmemişti.
Bu sebeple bölgenin zengin geçmiş kültüründen de esinlenen onlarca İslam üst kimlikli denebilecek inanç akımı ''tarikat'' doğmuştu ki, bu akımlar da İslamın yorumlanışı yönünde değişik metodlar sunmaktaydılar.
Genel olarak bu yeni inanç etkinlikleri ''Yüksek İslam'a kıyasla bir ölçüde iptidai ve eski dini tasavvurlardan devşirilen aşağı bir ''Halk Dini'ni'' de temsil ediyorlardı''.
Çünkü daha önce de aktardığımız şekliyle ''Sünni'' yorum, mevcut rasyonalitesi ve akademik prestijiyle Anadolu'nun yeni sakinlerinin inanç duygularına çok az şey sunabiliyordu.
Pratik açıdan ulemaya karşılık münzevi bir derviş,
bu göç temelli halk kitlelerine, onlar tarafından oldukça iyi bilinen inanç motiflerini rahatça sergileyebilmekteydi.
Böylelikle de Orta Asya ve Anadolu kültürleriyle bezenmiş ve inanca getirmiş oldukları alternatif yorumlarıyla bu inanç etkinlikleri, sosyolojik açıdan ifade edilirse teşkilatlanmış bir ''İslam alt dini'ni,'' yine İslam'ın kemikleşmiş resmi kurumsallığına karşı tesis etmeyi başarmışlardı.
Tarihsel özne olarak incelemeye aldığımız Halveti Tarikatı da, yukarıda aktardığımız şekliyle inancın bu yöndeki bir kültürel atmosferinde hayat bulmuş ve gelişebilmişti.
______
Aşığın hikâyesini durmaksızın feryat eden bülbüle değil, sessiz sedasız can veren pervanelere sor..
Aşığın hikâyesini durmaksızın feryat eden bülbüle değil, sessiz sedasız can veren pervanelere sor..