Konuyu Oyla:
  • Toplam: 0 Oy - Ortalama: 0
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Alevi-Bektaşilerin Türkiye Aydınlanma Hareketindeki Yeri
#1
İlhan SELÇUK


“Aydınlanma Çağı ” Avrupa düşünce dünyasında 18’inci yüzyılda oluşan bir felsefenin ürünüdür. Feodalitenin gerilemesi ve sanayi burjuvazisinin yükselmesiyle ortaya çımıştır. Bu süreçle birlikte oluşan kavramların sözcülerini anımsayalım:“İnsan hakları, sanayileşme , modernizasyon laiklik, temel özgürlükler uluslaşma,.. vb.”
İnsan hakları ve temel özgürlüklere dayalı demokrasi, Aydınlanma felsefesinin siyasal ideolojisidir; daha sonra işçi sınıfının devlet yönetimine ağırlığını koymasıyla, siyasal demokrasi, sosyal demokrasiye dönüşecetir.
Aydınlanmayı kısaca tanımlarsak insanlık tarihinde “aklın inançtan bilimin dinden bağımsızlaşmasıdır” diyebiliriz.
Aydınlanmanın yayılması
Aydınlanma Avrupa ile sınırlı kalmamış; bütün dünyaya yansıyan bir siyasal ideoloji olarak ister istemez yayılmıştır. “İster istemez” diyoruz, çünkü Aydınlanma ideolojisinin altyapısını oluşturan sanayileşme, hiçbir toplumun kaçınamayacağı bir maddi gelişmedir. Tarım düzeninde geçerli olan dinsel siyasal yaşam biçimi, yerini aklın egemenliğindeki bir dünyaya bırakmaktadır.

Ancak bu dönüşüm ne Avrupa’da kolay olmuştur ne de dünyanın öteki ülkelerinde kolayca taklit edilebilecek bir içeriği vardır.

Doğu’da, özellikle İslâm dininin geçerli olduğu, Aydınlanma Felsefesi’nin bir siyasal ideolojiye dönüşmsi, demokrasinin yaşam biçimi olarak toplumda gerçekleşmesi anlamına gelir.21’inci yüzyılın eşiğinde demokrasiyi benimsemiş İslâm ülkesi yok gibidir. Demokrasiye en yakın ülkenin Türkiye olması da bir rastlantı değildir. Çünkü 1923 Cumhuriyet devrimiyle, laiklik, devletin temel ilkesi olarak benimsendi. Laiklik demokrasinin “olmazsa olmaz” koşuludur. Avrupa’da toplumların seküler yaşam biçimini benimsemeleri uzun bir tarihsel süreç sonucudur. Rönesans ve Reform’dan sonra “Aydınlanma Çağı”na erişilmiştir. Fransa’da 1789 Devrimi tüm Avrupa’da bir depreme yol açtı. Bu depremde kilise öğretisine bağlı dinsel siyasal rejimler yıkıldı, devletin dini yerine kişinin inancı öne çıktı; ümmet yerini ulusa, kul yerini yurttaşa bıraktı; demokrasinin insan malzemesini meydana getiren birey ortaya çıktı.

Türkiye’nin tarihinde ne Rönesans var, ne de reform.. Aydınlanma Felsefesi’nin altyapısını oluşturan endüstri devriminden uzakta yaşayan bir tarım ülkesinde 1923 devrimi ile laik devlet nasıl ortaya çıkıyor?.. Avrupa’da sanayi burjuvazisi, kiliseye bağlı dinsel devlet düzenini yıkan devrimin lokomotifi oluyor. Osmanlı toplumunda sanayi burjuvazisi yok!.. Cumhuriyet dönemine geçtikten sonra bile Türkiye’de Avrupa’dakine benzer bir burjuva sınıfı var denemezdi. Buna karşın dünyada iki devletin anayasasında laik oldukları yazılı; bunlardan birincisi Fransa Cumhuriyeti, ikincisi Türkiye Cumhuriyeti’dir. Bu durumda soruyu yineleyelim:

1923 Devrimi’nin lideri Mustafa Kemal laik devleti hangi güçlere dayanarak kurabilmiş? Tarihi kahramanların mı, yoksa halkın mı yaptığı sorusu tartışmalıdır; ama, bir lider arkasında toplumsal güçler olmadan tarihte yeni bir sayfa açamaz.
Atatürk’ün karizması ne kadar büyük olursa olsun, liderin ayaklarını dayayabileceği bir toplumsal temele ve bir tarihsel birikime ihtiyacı vardır.
Tanzimat Reformları
Osmanlı İmparatorluğu’nda yenilik hareketleri 3’üncü Selim ve 2’nci Mahmut döneminde başlamıştır; Tanzimat batılılaşma yolunda önemli bir adımdır. Tanzimat olayı, Avrupalı devletlerin baskısıyla en başta İngiltere’nin dayatmasıyla gündeme girmiştir. İngiliz sefareti bu işin arkasında bulunuyordu.Ünlü Fuat Paşa, Tanzimat hareketinde halkın eksikliğini çarpıcı bir biçimde şöyle vurguluyor: “Bir devlette iki kuvvet olur. Biri aşağıdan biri yukarıdan gelir. Bizim memlekette yukarıdan gelen kuvvet cümlemizi eziyor. Aşağıdan ise bir kuvvet hasıl etmeye imkân yoktur. Bunun için pabuçcu putası gibi yandan bir kuvvet kullanmaya muhtacız. O kuvvet sefaretlerdir.”

Tanzimat paşaları halktan destek görmüyorlar; saray gerektiğinde hepsini ezebilir; batıcılık yabancı elçiliklerin desteğiyle yürüyor.
Ancak bu tür batıcılık “Aydınlanma Devrimi” değildir; imparatorlukta yaşayan Hıristiyan etnik grupların haklarını güvenceye alma için yapılmaktadır; demokrasi hukuku yerine ülkeyi sömürgeleştiren bir düzeni yeğlemektedir.
Avrupa’da Aydınlanma Devrimi, batılılaşma olamazdı. Çünkü Avrupa Batı’nın kendisiydi. Türki ye’de batılılaşma, Aydınlanma’ nın özü sayılan laikliği bir yana bırakıp taklitçilikle gerçekleşe bilir miydi?..
Tanzimat, Osmanlı İmparatorluğu’nu çökmekten ve sonunda yıkılmatan kurtaramadı.

Ulusal Kurtuluş Savaşı
Türkiye’nin“Ulusal Kurtuluş Savaşı” kendine özgü bir olgudur; bu savaşın içinde savaşlar vardır;
a) Emperyalizme karşı savaş (İngiltere, Türkleri Avrupa dışına sürüp cezalandırmak istiyordu savaşın baş aktörüdür)
b) İç savaş (Çerkez Ethem Anzavur, iç isyanlar ve Hilafet Ordusuna karşı savaş)
c) Din savaşı (imparatorlukta yaşayan Hıristiyanlarla Müslümanlar savaşıyorlardı;Birinci Büyük Millet Meclisi’nde bir tek Hıristiyan milletvekili yoktur)
d) Dışa karşı savaş (Yunanlılar 15 Mayıs 1919’da İzmir’e çıktılar; Türk-Yunan savaşı sonucu belirledi)
e) Etnik savaş (Rumlarla Türkler ve Ermenilerle Türkler savaşın tarafları idiler)
Ulusal Kurtuluş Savaşı bu içerikte bir yapıya sahip olmasına karşın “uluslaşma süreci’ni hızlandırdı. Çünkü yazgı birliği halktaki ulusal bilinci uyarmıştı. Yine de 1919-20’ nin Anadolusu’nda halk padişahı tanıyor; cemaatler tarikatlar ve dinsel gruplar içinde kimliğini arıyordu. Mustafa Kemal bunu bildiği için tüm Anadolu halkını bir amaçta birleştirmek yolunda her çabayı harcıyordu.
19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktığı zamanki durumu Atatürk şöyle anlatır:
“Millet ve ordu, padişah ve halifenin hıyanetinden haberdar olmadığı gibi o makama ve o makamda bulunana karşı yüzyılların kökleştirdiği dinsel ve geleneksel bağlarla itaatkâr ve sadık. Millet ve ordu, kurtuluş çaresi düşünürken, bu mirasın alışkanlığıyla, kendinden önce yüksek makamı, hilafet ve saltanatın kurtuluşunu ve korunmasını düşünüyor. Halife ve padişahsız kurtuluşun anlamını kavramak yeteneğinde değil. Bu düşünceye karşıt bir oy ve görüş açıklayacakların vay haline!.. Derhal, dinsiz, imansız, dışlanmış olur.”(Nutuk, cilt 1 sayfa 10-11)
Bağımsız cumhuriyet kurmak, şeriatı hukuk düzeninden silmek, laikliği devletin temel ilkesi yapmak, 1919 yılında bir düş gibiydi. Mustafa Kemal bu düşü Mazhar Müfit Kansu’nun not defterine yazdırmakla yetiniyor.
Erzurum Kongresi bitmiş, Sıvas Kongresi hazırlığı başlamıştır. Bitlis Valisi iken Damat Ferit’in emriyle görevinden alınan Mazhar Müfit, Mustafa Kemal Paşa’nın yanındadır; temmuz ayının 7’nci gününü 8’e bağlayan gecenin geç vaktinde Mustafa Kemal, Mazhar Müfit’i çağırtır ve not defterine şunları yazdırır:
1) Zaferden sonra hükümet biçimi cumhuriyet olacaktır.
2) Padişah ve hanedan için zamanı gelince gereken işler yapılacaktır.
3) Tesettür kalkacaktır.
4) Fes kalkacak, uygar toplumlar gibi şapka giyilecektir.
5) Latin harfleri yürürlüğe girecektir. Bunları defterine yazan Mazhar Müfit, “Darılmayın ama paşam, hayalci yanlarınız var” dedikten sonra ekler: “Cumhuriyetin ilanını başaralım, üst yanı yeter de artar.”
Çünkü Atatürk, Anadolu’daki ulusal, dinsel, toplumsal, siyasal, asker ve sivil güçleri kurtuluş savaşı zamanında bir araya toplamak istiyordu. Hedefin zamanından önce açıklanması istenmeyen sonuçlar yaratabilirdi.
Mustafa Kemal ile Alevi-Bektaşi Topluluğu
4 Eylül’de Sıvas Kongresi’nden sonra M.Kemal, Ankara’ya yöneldi. O günlerde Anadolu’nun nüfusu 10-11 milyon dolaylarındadır. Üç-dört milyon tahmin edilen Alevi-Bektaşi topluluğunun lideri Cemalettin Çelebi, Hacı Bektaş’ta oturuyor.
İleride “Atatürk “ soyadını alacak olan Mustafa Kemal, gelecekte Türkiye’nin başkentine dönüşecek Ankara’ya giderken Bektaşi başkentini ziyaret ediyor.

Daha önce, ittihatçılardan Talat ve Enver Paşalar da Hacı Bektaş’a gelmişlerdi. Bu iki devlet büyüğünü Dergâh’ta bekleyen Çelebi Cemalettin Efendi, Mustafa Kemal’i Beştaşlar’da karşıladı.
Mustafa Kemal Paşa 19 Mayıs 1919’ da Anadolu’ya padişahın fahri yaveri ve ordu müfettişi olarak çıkmıştı. Aradan geçen altı ay içinde görevlerinden alınmış, askerlikten de uzaklaşmıştı. Sonunun ne olacağı bilinmeyen bir serüvene atılıyordu. Çelebi Cemalettin Efendi’nin, bu konumdaki Mustafa Kemal’e kimseye göstermediği bir saygı ve yakınlıkla yaklaşması dikkat çekicidir.
Enver Behnan Şapolyo olayı anlatırken “Kızılbaşların Çelebisi Cemalettin Efendi Atatürk’ü karşılamaya çıktı” diye yazıyor.
Dergâhta Çelebi’nin oğlu Hamdullah Efendi’nin odasında cem ayini düzenleniyor. Baba postunda oturan Salih Niyazi Baba ziyaret ediliyor; burada yapılan “ikrar töreni” ile Mustafa Kemal’e “kılıç kuşa tı lı yor” ve “yola kabul” ediliyor. Çelebi Cemalettin Efendi, Salih Niyazi Baba ve öteki ileri gelenlerle bir toplantı yapılıyor. Mustafa Kemal ulusal kurtuluş savaşının gereğini dile getiriyor neler düşündüğünü anlatıyor; bu arada hazır bulunanlar arasında konuşmalar oluyor.

M.Kemal Paşa hazır bulunanların kendi aralarında ne konuştuklarını merak etmiştir. Soruyor. Aldığı yanıt ilginçtir: “Canlar derler ki acaba Hacı Bektaş sıfat mı değiştirmiş! Çünkü yüzyıllar önce ulu pirimizde böyle konuşmuştu.”

Hacı Bektaş buluşmasında Mustafa Kemal ile Çelebi Cemalettin arasındaki görüşmenin boyutları düşmana karşı Kurtuluş Savaşı’nın kapsamını aşıyor; geleceğe yönelik fikir birliğini de vurguluyor; cumhuriyet devrimine açılan bir çizgiyi de içeriyor. Mazhar Müfit’e göre Cemalettin Çelebi, Kuvayı Milliye’ye yandaş olduğunu dile getirmekle kalmamış, cumhuriyet rejiminden yana olduğunu da belirtmiştir.

Mustafa Kemal Paşa, belki de zamanlamanın önemini düşünerek olumlu olumsuz hiçbir karşılık vermeden tedbirli bir yaklaşımı yeğlemiştir.

Mazhar Müfit Kansu, anılarında “Anlaşılıyorki Cemalettin Efendi cumhuriyetten yana, hele Salih Baba özgür düşünceli, çok ileri bir zat” diye yazıyor.
Daha sonraki gelişmeler Mustafa Kemal ile Bektaşi liderliğinin cumhuriyet rejimine dönük işbirliğini kanıtlamaktadır.
23 Nisan 1920’ de açılan Büyük Millet Meclisi’nde Mustafa Kemal Paşa’nın karşıtları da elbet vardı. Sonunda muhalifler ikinci grubu kurdular.
Kurtuluş Savaşı zaferle sonuçlandıktan sonra yol ayrımına da gelinmişti. Düşman yenilgiye uğratılmıştı, şimdi sıra devrimlerdeydi. Ancak devrimleri yürürlüğe koyabilmek için yeni bir seçime gerek vardı. Türkiye Büyük Millet Meclisi 16 Nisan 1923’te seçimlerin yenilenmesine karar vererek dağıldı.

Hacı Bektaş Çelebisi Veliyettin, dokuz gün sonra 25 Nisan 1923’ te şu bildiriyi yayımlıyordu:

“…Büyük Millet Meclisi Başkanı Gazi adıyla Mustafa Kemel Paşa Hazretleri’nin yayımladıkları bildiriler, tümümüzce bilinmektedir. Gazi Paşa’nın vatanın ilerleme ve yükselmesi hakkındaki hertürlü isteğini yerine getirmek bizim için farzdır. Ulusumuzu kurtaracak, mutluluğumuzu sağlayacak O’nun amaca uygun görüşleridir. Bunu yadsıyanların bizimle kesinlikle ilgisi yoktur. Yüce tarikatımızdan olanlara Mustafa Kemal Paşa’nın gösterdiği adaylardan başkasına oy vermemelerini,vatanımızın kurtuluşunun bu yolla olacağını sizlere güvenle söyleyebilirim.
Bu öğüdüme uymayanlar bizden değildir.
Hak Erenler onlara destek olmaz.
Yeniden bildiririm ki, bu halkı kurtaracak olan Gazi Mustafa Kemal Paşa’dır. Onunla birlikte kutsal vatanımızın öz evlatlarıdır. Hiç kimsenin sözünü dinlemeyiniz, sözümden dışarı çıkmayınız. Sizin mutluluğunu düşünenler, sizi kölelikten kurtaracak Büyük Millet Meclisi Başkanı ve tümümüzün büyüğü Mustafa Kemal Paşa Hazretleridir”. (Baki Öz, Kurtuluş Savaşı’nda Alevi-Bektaşiler)

Hacı Bektaş Çelebisi’nden Türkiye’nin geleceğinden aydınlık yoluna katılımını gerçekleştirmiş, desteği sağlamıştı. Bildirinin yayınlandığı 25 Nisan 1923 tarihinden sonra soluk soluğa bir süreç yaşandı. 28 Haziran 1923 Seçimlerinde Mustafa Kemal’den yana olanlar üstünlük sağladılar.

24 Temmuz’da Lozan Barış Antlaşması imzalandı.
9 Ağustos’ta Halk Fırkası kuruldu.
11 Ağustos’ta meclis toplandı başkanlığa yine Mustafa Kemal’i seçti.
23 Ağustos’ta meclis Lozan Antlaşması’nı onayladı.
2 Ekim’de itilaf devletlerinin işgal kuvetleri İstanbul’dan ayrıldı.
6 Ekim’de Türk ordusu İstanbul’a girdi.
13 Ekim’de Ankara, yeni Türk devletinin başkenti ilan edildi.
29 Ekim’de Cumhuriyet ilan edildi.
Dört yıl önce 23 Aralık 1919’da Hacı Bektaş Dergahı’nda Çelebi Cemalettin Efendi’nin Mustafa Kemal Paşa’dan istediği gerçekleşmişti.
Ne var ki cumhuriyetle birlikte padişahlığa son verilmişti ama hilafet sürüyordu. Sünnilerin halifesi, arkasında azımsanmayacak bir güçle İstanbul’da oturuyordu. 1923 yılının 4 Mart günü Hilafet Şeriye ve Evkaf Vekaleti ile birlikte kaldırıldı; Tevhidi Tedrisat (Öğretim birliği) Yasası kabul edildi.

Vicdan özgürlüğüne giden yolda yürünüyordu. Sünni iktidarın baskıları altında yüzlerce yıldan beri bunalan Aleviler ve Bektaşiler öteki inanç sahipleriyle eşit konuma geçiyorlardı. 1928’de “devletin din-i İslâmdır” tümcesi anayasadan çıkarıldı. Aydınlanma Devrimi yolunda büyük bir adım atıldı; laik devlet oluşuyordu.

Ulusal kurtuluş sürecinde yürürlüğe giren devrimler, Türk halkının çağdaşlaşması yolundaki bütün engelleri kaldırabilecek nitelikteydi.

Varılan sonuç, yalnız Alevi ve Bektaşilerin değil, hangi din ve mezhepten olurlarsa olsunlar, bütün yurttaşların insanlık haklarını vicdan özgürlüğü kapsamında güvenceye alıyor, demokrasinin kapısını açıyordu.

Atatürk ileri görüşlü bir liderdi; Nutuk’un 11’inci sayfasında altını çizdiği gerçek önemliydi:“Halife ve padişahsız bir kurtuluşun anlamını (toplum) kavramak yeteneğinde değil. Bu düşünceye karşıt bir oy ve görüş açıklayacakların vay haline!.. Derhal, dinsiz, imansız, dışlanmış olur.”
Gerçekte halifelik yönetimindeki Osmanlı Devleti’nde “Dinsiz, imansız ve dışlanmış” bir halk topluluğu vardı: Aleviler ve Bektaşiler!..
Mustafa Kemal bunu görmüş halk desteğini yaymak için Alevi-Bektaşi kesimle bütünleşmişti..
Ara
Cevapla


Hızlı Menü:


Şu anda bu konuyu okuyanlar: 4 Ziyaretçi

Online Shopping App
Online Shopping - E-Commerce Platform
Online Shopping - E-Commerce Platform
Feinunze Schmuck Jewelery Online Shopping