09-30-2018, 09:53 PM
KURUCUSU:
Abdullah Farukî’dir. Miskin Şah, Hadimü’l-Fukara, Pir, Sultan, Evlâd-ı Kiram gibi isimleri de vardır. Aslen Siirt’in Verganis (yeni ismiyle Kasımlı) köyünden olup, 1936 yılında dünyaya geldi. Babası Muhammed Hamdi Efendi, Hz. Ömer’in soyundan ve Şeyh Varkanîsî diye bilinen Bitlis şehir merkezinde metfun olan Fethullah Varkanîsî (k.s.)’nin akrabalarındandır. Muhammed Hamdi Efendi ile Nazire Suzan Hanım’ın izdivacından dünyaya gelen dört çocuktan ikincisidir. Abdullah Çetin adı; Farukî ise resmi soyadıdır.
Çocukluk yılları önce Bitlis’e göçle başladı. Sonra Muş’a, oradan da Malatya’ya hicret etti ve bir dönem orada ikamet etti. 1954?1957 yıllarında gördüğü bazı rüyalarla tasavvuf yoluna seyr ü sulûk ederek İslâm’a hizmet görevi kendisine işaret edilmişti. Tasavvufa sulûkünden sonra kendini ilim öğrenmeye adamış ve daha çok hadis ilmi ile meşgul olmuştur.
Ticaretle meşgul olmuş, geçim hayatını kendi hırdavat dükkânında alın teri ile bizzat çalışarak kazanmaya gayret etmiştir. ’Herkese çalıştığı kadar vardır? emr-i ilâhisini, hayatının her alanında ahlâk edinmiş ve ihsan makamında kulluk yapabilmenin gayret ve çabası içinde olmuştur.
TASAVVUF İLMİNDEKİ YERİ VE SİLSİLESİ:
Zahirde, Siirtli Allâme Şeyh Muhammed Hazin’in oğlu Ârifi billah Şah Alaaddin Fersafî (k.s.)’nin halifesidir. Alaaddin Fersafî Hazretleri, Irak’ta Halepçe’ye bağlı Bağa köyünde ikamet eden, manevi hal ve nazarları çok yüksek olan Şah Muhammed Ali Hüsameddin’in bağlısıdır. Şah Muhammed Ali Hüsameddin’in bir gerisindeki halka ise kökü Hz. Muhammed (s.a.v.), Hz. Ali (r.a.), Hz. Hüseyin (r.a.)’a uzanan Osman Sirâceddin Tivâlî Hazretlerine ulaşmaktadır. Osman Sirâceddin de, Hz. Abdulkadir Geylanî Hazretlerinden gelen bütün kolların Anadolu’ya yansıtıcısı olan Mevlanâ Halid Bağdâdî Hazretlerinin halifesidir. Bu silsile Abdullah Farukî Hocaefendi’nin varis olduğu Nakşibendiyye-i Hâlidiyye silsilesidir.
Hocaefendi, Hâlidî silsilenin yanında Nakşibendiyye tasavvuf okulunun diğer bir silsilesi olan Ömerî-Müceddidî silsileye de 1976 yılında Kayseri’de mukim İmam-ı Rabbânî Hazretlerinin torunlarından Şeyh Abdulhalil Müceddidî’nin icazeti ile varis olmuştur. Daha sonra Farukî Hocaefendi el-Müceddidî nisbesini kullanmıştır. Abdulhalil Müceddidî, Hocaefendi’ye ders vermek istemişse de Farukî Hocaefendi: ’Bizzat Peygamber Efendimizden manen ders almış bulunuyorum? diyerek mazeretini kabul etmesini istemiş ve ders almamıştır.
İlk dersini Alaaddin Fersafî Hazretlerinden alan Abdullah Farukî Hocaefendi, uzun zaman Siirt’te bulunan mürşidinin yanına gidip gelmiş; irşad için seyahatlerine yaşlı olmasına rağmen hiç ara vermeden devam eden Fersafî Hazretlerinin 1965 yılında bir Malatya ziyareti sırasında kendisine fenâ hallerinin kapıları açılmış ve Hz. Ali (r.a.)’da fenâfi’ş-şeyh olduktan sonra Hz. Fahri Âlem Efendimiz (s.a.v.)’de fenâfi’r-rasul makamına ulaşmıştır. Ardından Cenâb-ı Hak tarafından kendisine ihsan edilen iki hediye ile irşad vazifesini sürdürmüş ve 1982 yılında Ankara’ya Hacı Bayramı Velî Hazretlerinin doğup büyüdüğü Zülfadıl (Solfasol) semtine yerleşmiştir.
Abdullah Farukî Hocaefendi, hayatta iken zahirî ve mânevî icazetlerine sahip olduğu Kadiriye, Nakşibendiyye-i Müceddidiyye, Nakşibendiyye-i Halidiyye, Dusûkiyye, Bedeviye, Şâzeliyye, Mevleviyye ve Bayramiyye’den ders vermekte idi. Fakat veysî olarak Hz. Ali (r.a.), Ehl-i Beyt, Ricâli Gayb ve özellikle Seyyid Abdulkadir Geylânî Hazretleri tarafından terbiye edilen Efendi Hazretleri, mânen Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.)’den aldığı dersi ihvanlarına telkin ve tavsiye ederek bir gün içerisinde mutlaka bitirilmesini emretmiştir.
Tasavvuf anlayışı, zengin fakir demeden bütün halk tarafından kabul görmüş ve ehl-i sünnet çizgisinde Hanefi fıkhına göre sürmüştür. Eğitime büyük önem vermiş ve şeriatla tarikatı birbirinden ayırmamıştır.
O, bir mürşid olarak, halka dinini öğretirken sünnete tabi olmak gerektiğini sık sık vurgulamış; ’Allah Rasûl’ünde sizin için çok güzel örnekler vardır? âyetini bizzat kendisi yaşayarak hayata geçirmek için gayret etmiştir. Hayattayken bir çok insan irşadıyla kemale ermiş, sohbetlerinden kesretler istifade etmiştir.
ESERLERİ:
1. Zâhirî ve Bâtınî Edepler: Hocaefendi’nin ilk yayınlanan kitabı 1996’da basılan ’Zâhirî ve Bâtınî Edebler? adlı eseridir. İbadetlerle ilgili sünnet ve edebleri ihtiva etmesiyle ’fıkhu’s-sünne’ türünden, günlük yaşantıyla ilgili sünnet ve edebleri anlatması yönünden, ’zahirî âdâb?; ve tasavvuf öğrencilerinin dikkat etmesi gereken edeblere yer vermesiyle de ’tasavvufî ahlâk? türünden bir eserdir. Fıkhî bir eserdir, fıkh-ı zahir ve fıkh-ı bâtınla ilgili bilgiler ihtiva etmektedir. Bir âdâb kitabıdır, zahirî ve bâtıni edebleri konu almaktadır. Tasavvufi bir eser olup, salikin örnek ahlâkını ele almaktadır.
2. Evrâd-ı Şerife-i Farukiyye: Bu kitap da 1996’da yayınlandı. Eser, Arapça olarak günlük okunması gereken vird ve tesbihleri içine almaktadır. Bir el kitabı hüviyetindedir. Tasavvuf yolunda tesbih ve virdlerle ilerlemek isteyen talipler için Hocaefendi’nin bir yadigârıdır.
3. İslâm’da Zikir ve Rabıta: Yine aynı yıl içinde İslâm’da Zikir ve Rabıta (1997) ve Fıkhî Risaleler (1997) olmak üzere iki eseri daha yayınlanmıştır.
Bunlardan ’İslâm’da Zikir ve Rabıta?, tasavvuf ilminin belli başlı konularını ele almaktadır. Eser, tasavvufa aşina ve meyyal olanlar için son derece lüzumlu bilgileri cem etmekle birlikte, tasavvufî konulara yabancı olanlar için de oldukça açıklayıcı ve doyurucu bir üslûba sahiptir. Aynı zamanda bazı kimseleri, tasavvuf karşıtı olmaya iten, zor anlaşılır veya incelikli konuları en anlaşılır ve kapsamlı bir şekilde ele alıp büyük bir vukufla açıklamaktadır. Bu eserde ele alınan başlıca tasavvuf konuları; zikir, rabıta, velayet, keramet, seyr-i sülûk, nefs mertebeleri, tevessül, ilm-i ledün, ilham gibi Kur’ânî tasavvufi kavramlardır.
4. Fıkhî Risaleler: ’Fıkhî Risaleler?, içerik olarak, 1980-90’lı yıllarda çokça tartışılan ve birçok istismarcının kalemiyle temiz gönüllerin kirlenmesine kapı açan mühim mevzulara getirilen sarih cevap ve açıklamaları ihtiva etmektedir. Tartışıldığı ve gündemi allak bullak ettiği dönemlerde risaleler halinde telif edilmiştir. Kaleme alındığı dönemlerde, bu konuları tartışan ve zihni bulanan Müslümanlar açısından çok büyük bir hizmet vesilesi olmuş olan bu risaleler, bizzat hoca efendi tarafından, daha sonra iki kapak arasa alınarak müstakil bir eser hüviyeti kazanmıştır.
Abdullah Farukî el-Müceddidi (rh.a), günümüzde tartışılan bu meselelere bir tasavvuf erbabı olarak, Kur’an, Sünnet ve Ehl-i Sünnet ulemasının re’y ve anlayışlarıyla yaklaşmış ve bu konuları vukufiyetle ele almıştır. Yüzyılımızın son çeyreğinde Müslümanları meşgul eden birçok tartışma konusundaki aydınlatıcı muhtevasıyla bu eser, ülkemizde XX. yüzyılın fikir tarihini kaleme alacak olanlar için önemli bir kaynaktır.
5. Salâvat-ı Şerife-i Farukiyye: Hocaefendi’nin en çok önem verdiği ibadetlerin başında salât-ü selâm gelmekteydi. Kur’an’da emredilmiş (Ahzab/56) olan bu ibadet, onun bir salâvat-ı şerife kitabı hazırlamasına vesile olmuştur. ’Salâvat-ı Şerîfe-i Farukiyye? adı verilen bu eserinin aynı yıl içinde (1998) iki ayrı baskısını yaptırmıştır. İlk baskısında Türkçe bir mukaddime ile birlikte salâvat-ı şerîfelerin Arapçaları yer almış, ikinci baskısında ise, yine aynı mukaddime ile birlikte, bütün salâvatlar, tercümeleriyle birlikte verilmiştir. Bu eserde salâvat-ı şerîfeler, haftanın günlerine taksim edilmiş, büyük Allah dostlarının salât-ü selâmları bir araya getirilmiştir. Son derece pratik bir planı vardır.
6. Ehl-i Beyt ve On İki İmamlar: Hocaefendi’nin vefatından bir müddet önce müstakil olarak kaleme aldığı ve çok önem verdiği bir eseri de ’Ehl-i Beyt ve On İki İmamlar? adlı hacimli eseridir. Zaten kendisi de üveysi bir zat olarak, daha çok Ehl-i Beyt kanalıyla manen yetiştirildiği için, bu hususta çok hassastı. Ehl-i Sünnet uleması içinde On İki İmamlar hakkında eser yazan nadir zatlardan biri de Abdullah Farukî el-Müceddidî Hazretleridir. Eser yayınlandıktan sonra çok geniş kesimlerce ilgi görmüş ve üst üste iki baskı yapmıştır (Haziran ve Temmuz 1999). Farukiyye Vakfı’na telefon eden birçok kimse, böyle bir kitabı hazırlayan zatın Sunnî mi, Şii mi olduğunu sormuş ve bu durum Ehl-i Beyt ve onların mirasçıları olan On İki İmamlar konusunun ülkemizde Sunnî ulema tarafından ne kadar ihmal edilmiş olduğunu açıkça ortaya koymuştur. Her Müslüman’ın sevmesi gereken Ehl-i Beyt önderleri ve mensupları, Hocaefendi (rh.a.)tarafından yazılan bu eserle ülkemiz insanına geniş bir şekilde tanıtılmış olmaktadır.
7. Basıma Hazırlanan Eserleri: Efendi Hazretleri’nin baskıya hazırlanan bir eseri de ’Edeb Ya Hu’ başlıklı eseridir. Geçmiş mutasavvıfların ’hikem’ tarzı eserlerine benzeyen bu eserinde konu başlıklarına göre veciz ve hikmetli sözler yer almaktadır. Edeb Ya Hu/Hikem-i Farukiyye adını alması düşünülen bu hikmetler, Fark dergisinin her sayısında arka kapakta yayınlanmaktaydı. Hocaefendi, bu bölümü özel olarak her sayı için ayrıca hazırlar ve dizgisi Vakıf’ta yapılan dergiye dizilmek üzere gönderirdi. Bu hikmetlerin bir kısmı ise 80’li yıllarda Ribat dergisinde yayınlanmıştır. Faruki Hazretlerine ait bu kısa ve veciz ifadeler, Fark dergisinin en çok okunan bölümlerinden biri idi. Okumayla arası pekiyi olmayan veya zamanı olmayan kimselere de hitap ediyor ve herkes tarafından kolayca okunabiliyordu. Bu bakımdan birçok tasavvufi incelikler böylece daha çok kişiye ulaşıyordu. Bu sebeple Efendi Hazretleri, derginin arka kapağına reklâm alınması teklifini kesinlikle kabul etmemiş, bu hikmetlerden elde edilecek manevi kazancı, reklâmdan elde edilecek gelire yeğlemişti.
Efendi Hazretleri’nin tasavvufî-ledünni âyet tefsirleri ise, inceliklerle dolu ve anlaşılması güç bazı âyetler üzerinde Allah Teâlâ’nın bir mevhibesi/ilâhi bir bağışı olmak üzere yapılmış tefsirlerdir. Tefsir edilen âyetlerden bir kısmı ise mana olarak açıktır; fakat Efendi Hazretleri’nin ilham-ı ilâhiye dayalı tefsirleriyle ilk bakışta görülemeyen manaları gözler önüne serilen ayetlerdir. Tam olarak tefsir ettiği tek sure ise Duha Suresi’dir. Bunun dışında tefsirini yaptığı âyetler şunlardır:
Besmele-i Şerife, Âl-i İmran Sûresi/14, 110-104, 133, 134 ve 135; Tahrim Sûresi/6; Nisa Sûresi/79; Mutaffifîn Sûresi/14; Mü’minun Sûresi/13-14; Tâhâ Sûresi/124; Hacc Sûresi/46; Bakara Sûresi/148 ve 151; Maide Sûresi/67. âyet-i kerimeler.
Abdullah Farukî el-Müceddidî Hazretleri’nin bu tefsirleri her ne kadar tasavvufî ve ledünni ise de o, zahirî ilme de yer vererek, ’Zahire aykırı her batın batıldır? anlayışına bağlı kalmıştır. Bu nedenle, tefsirlerinde şer-i şerife aykırı herhangi bir yorum bulmak mümkün değildir. Bu tefsirler, hem rivayet, hem de dirayet tefsiri sayılır.
Bunların dışında Hocaefendi’nin kitaplarına girmemiş makaleleri ve kendisiyle yapılan röportajlar da bir kitap teşkil edecek boyuttadır.
8. Kitaplarına Girmemiş Çeşitli Konulardaki Makaleleri:
? ’İmâm-ı Rabbânî’yi Anlamak?, Özlenen Fark (Bülten), Ağustos 1995, Sayı: 6, s. 2.
? ’Mevlîd-i Nebevî ve Muhammed Ümmeti?, Özlenen Fark (Bülten), Eylül 1995, Sayı: 7, s. 2.
? ’Maarif-i Nefs/Nefsi Bilmek ve Terbiyesi?, Özlenen Fark, Yıl: 1, Ağustos 1996, Sayı: 1, s. 2-4. Bu yazının bir özeti daha önce bir dergide yayınlanmıştır: ’Nefsi Bilmek?, İslâm Mecmuası, Yıl: 1, Haziran, 1984, Sayı: 10, s. 45.
? ’Tevhid ve Tasavvuf?, Özlenen Fark, Yıl: 1, Eylül, 1996, Sayı: 2, s. 2?3.
? ’Sünnet-i Seniyye ve Rasûle İttiba?, Özlenen Fark, Yıl: 2, Ağustos 1997, Sayı: 13, s.3-5.
? ’Nefs Terbiyesi ve Sigara?, Özlenen Fark, Yıl: 2, Şubat 1998, Sayı: 19, s. 5?7.
? ’Tasavvufi Açıdan İmanın Çeşitleri?, Özlenen Fark, Nisan, 1998, Sayı: 21, s. 3?4.
? ’İnsanları Allah’a Yaklaştıran Yollar ve Sekiz Kapısı?, Özlenen Fark, Kasım-Aralık 1998, Sayı: 28?29, s. 3?6.
? ’Yurtlarından Çıkarılanlar, Katledilenler ve Hicret?, Özlenen Fark, Mayıs 1999, Sayı: 34, s. 3-4.
? ’Aşura Günü ve Hazret-i Hüseyin (r.a.)?, Özlenen Fark, Haziran, 1999, Sayı: 35, s. 3-6.
? ’Sevgi ve Barış Haritasının Merkezinde Hünkar Hacı Bektaş Veli el-Horasani (k.s)?, Özlenen Fark, Yıl: 4, Sayı: 37, s. 3-5.
? ’İlm-i Ledün, Batınî ve Zahiri İlimler?, Özlenen Fark, Yıl: 4, Sayı: 38, s. 3-4.
? ’Tasavvuf Tarihinde Ömerî-Müceddidî Kolu?, Özlenen Fark, Kasım 1999, Sayı:40, 5.3-4.
İNTİSAB, BİAT VE TEVBE:
1. Tasavvuf yoluna talip olan mürid, bu talebinde kararlı olmalıdır.
2. Her zaman olmasa bile bazı durumlarda müridden istihare yapması istenir.
3. Mürid, mürşidin huzurunda diz üstü oturur ve onun elini tutar.
4. Daha sonra mürşid tarafından kendisine tevbe verilir ve kelime-i tevhid tekrar ettirilir.
5. Mürid, verilen görevleri yapacağına mürşidine sadık olacağına söz verir.
6. Mürid, bunu sözün ardından mürşid tarafından kardeşliğe kabul edilir.
MÜRİDİN GÖREVLERİ:
1. Edebe riayet etmek.
2. Mürşide biat edip teslim olmak.
3. Karşılaştığı özel durumları, sıkıntılarını ve rüyalarını mürşide iletmek.
4. Mürşidin talimatlarına riayet etmek.
5. Hakk’ın hoşnutluğunu gaye bilmek.
6. Sözüne sadık olmak ve ahde vefa göstermek.
7. Biatinde sadık olmak ve sıkıntılara katlanmak.
8. Tarikat sırlarına sahip olmak ve sırrı ifşa etmemek.
9. Mal ve canı fedaya hazır olmak.
10. Hizmet ehli olmak.
11. Cömert davranmak ve muhtaçlara yardım etmek.
12. Emanete riayet etmek.
13. İhvan ile ilişkilerini diğer insanlar ile olan ilişkilerinden daha sağlıklı bir şekilde sürdürme gayreti içinde olmak.
14. Öfkelenmemek, münazara ve tartışmalardan uzak kalmak.
15. Başkalarının ayıp ve kusurlarını araştırmamak.
16. Feraset sahibi, zeki ve ayık olmak.
17. Tarikat esaslarına riayet etmek.
TARİKAT ESASLARI:
1. Samimi bir tevbe esastır.
2. Yabancı tesirlerden uzak, sade ve samimi bir tevhid anlayışı benimsenir.
3. Allah’ın emrettiklerine sarılarak nehiylerinden kaçınmak temel şarttır.
4. Hakk’a yönelme konusunda Rasûlullah (s.a.v.)’e kayıtsız şartsız teslimiyete önem verilerek çokça hadis okuma ve ezberleme teşvik edilir.
5. En fazla doksan gün içinde mutlaka mürşid ile yüz yüze gelmek, sohbetinde bulunmak esastır.
6. Sürekli Allah’ın huzurunda bulunulduğu düşünülerek, Rabbimizin (c.c.) her anımızı gördüğünü bir an olsun unutmamak, rabıta ve tezekkürü’l-mevt’e (ölümü hatırlamak) devam edilir.
7. Halvet, uzlet ve çile anlayışından çok, sohbete önem verilerek sürekli katılmaya çalışmak gerekli görülmüştür.
8. Ferdî olarak zikri hafîye, cemaatle ise cehrî zikre devam edilir.
9. Kullukta kusur etmeden sosyal hayata katılmak şarttır.
10. Daha çok, ruhsatlarla değil, azîmetle amel benimsenir.
11. Kazaya kalan namazların bir an önce kılınıp bitirilmesi esastır.
12. Büyük cihad olarak da kabul edilen nefis tezkiyesine devam edilir.
13. Ehl-i sünnet anlayışının dışında her türlü batınî akımlar ile bidatler reddedilerek şeriat ve tarikat birleştirilmiştir.(1)
TARİKATTA ÖNEM VERİLEN HUSUSLAR:
1. Farz, vacip, sünnet ve nafilelerin ifasına son derece dikkat etmek; haram ve tüm kerahetlerden, şüphelilerden şiddetle kaçınmak.
2. Müsbet İlim, Salih amel ve güzel ahlâk bütünlüğü kazanmaya gayret etmek.
3. Sünnetleri ihya etmek.
4. Abdestli olmaya çalışmak.
5. Cemaatle namaza dikkat etmek.
6. Sabah namazının sünneti ile farzı arasında Yâ-Sîn sûresini okumak.
7. Güneş doğarken İşrak namazı vaktine kadar uyanık kalmaya gayret ederek Evrâd-ı Şerife-i Farukiyye’yi bu zaman aralığında okumaya çalışmak.
8. İşrak namazına devam etmek.
9. Nebe sûresi ve Salâvat-ı Şerife-i Farukiyye virtlerini ikindi namazından sonra okumak. Cuma günü ise Kehf sûresi ile birlikte tamamını bitirmeye gayret etmek.
10. Akşam namazından sonra Evvâbîn namazına kılmak.
11. Vitir namazını yatmadan önce veya teheccüd vaktinde kılmak
12. Gafletten uzak kalmak için günlük virdleri günün tamamına yaymak.
13. Sürekli İlâhi huzurda bulunulduğu anlayışına sahip olup, ihsan mertebesini yakalamaya gayret göstermek.
14. Yalnız kalmamaya dikkat ederek ihvanlarla beraber olmaya çalışmak.
15. Misafiri gözetmek ve en güzel şekilde ağırlamak.
16. Misafire ikramı ganimet bilerek hizmetini bizzat kendisi yapmak.
17. Mürşidine, ihvan kardeşlerine tüm müminlere dua etmek.
SOHBET VE ZİKİR:
1. En az haftada bir defa katılmak gerekir.
2. Kılık kıyafete dikkat edilir.
3. İlim sahibi ve hafızlara yer verilir ve öncelik tanınır.
4. Sohbete başlamadan önce mutlaka Kur’ân-ı Kerim okunur.
5. Sohbet konuları ve sohbet yapacak olanlar zamana ve yere göre öncelik sırası dâhilinde belirlenir.
6. Bilenlerin sırayla Arapçasından hadis okuması istenir.
7. Tevbe edilir.
8. Tasavvufta önemli bir terbiye metodu olan rabıta ve tezekkürü’l-mevt gerçekleştirilerek Allah’ın her şeyi bildiği ve gördüğü düşünülür.
9. Gözlerin kapalı tutulmasına dikkat edilir.(2)
10. Mürşidin veya görevlinin telkinleri doğrultusunda zikir ve sema icra edilir.
11. Sohbetin sonunda Kur’ân-ı Kerim okunur ve dua yapılır.
12. İlâhî ve kasidelerle cehrî olarak yapılan zikir esnasında edebe riayet etmek gereklidir. Şöyle ki; herkes esmalara dikkat edecek, kimse kimseyi geçmeye çalışmayacak, birbirini rahatsız etmeyecek ve kendi başına ilahi söylemeyecek.
NEFİS TEZKİYESİ VE RUH TASFİYESİ:
1. Nefis terbiye yolu, tasavvufi eğitimin temel esası olarak kabul edilir.
2. Sürekli rabıta halinde bulunmak gerekli görülmüştür.
3. Farz ibadetlerin yerinde ve zamanında yapılması şarttır.
4. Nefsin kötü ahlâklardan kurtulması ve kalbin mutmain olması ancak zikr-i ilâhî ile mümkündür.
5. Nefis mertebelerinin geçilebilmesinde günlük yapılan derslerle birlikte şartsız sünnete tabi olma ve hayata tatbik ederek Allah ve Rasûl’ünün ahlâkıyla ahlâklanma temel esastır.
6. Kısa zamanda mesafe kat edebilmek için Mürşidin telkinlerine ve uyarılarına dikkat etmek ve gayretli olmak gerekir.
7. Bir sâlikin yaşamı boyunca en azından ’Mutmainne? makamını geçmiş olması beklenir.
8. Kalp letaiflerinin çalıştırılabilmesi de yine günlük evrâd ve ezkâra bağlıdır.
9. Mürid, seyr-ü sulûk esnasındaki hâllerini, müşahedelerini, rüyalarını vs. sadece mürşidine anlatır.
10. Bol bol Kur’ân-ı Kerim okumak, yaklaşık kırk günde bir hatim yapmak, Allah ve Rasûl’ünün yakınlığını kazanmanın diğer bir yolu ve eğitim metodudur.
Yukarıda saymaya çalıştığımız Tarikat-ı Farukiyye ve Ahkâmı ile ilgili olarak Mübarek Efendim Abdullah Farukî el-Müceddidî Hazretleri (k.s.), hayatı boyunca İslâm dininin doğru anlaşılması ve sünnet-i seniyye çizgisinde idâme edilmesi gayreti içinde olmuştur. Bütün bu güzellikleri, yüreği sevgi dolu cesur bir davetçi olarak tanıdığımız Efendi’mizin gönlünden bizlere açan, tanıtan Rabbimize hamd ediyor; tüm kardeşlerimizden bu güzel yolun muhafazası için tembellik ve atâletten uzak gayretler bekliyoruz. Zira bir insanın kaybedilmesi, Mübarek Efendi’min sözüyle ’şeytana bırakılması? ne kadar kolay ve zahmetsizse, kazanılması ve yetiştirilmesi de o nispette gerçekten zordur.
Mübarek Efendi’mi, vefatının altıncı sene-i devriyesinde rahmetle anıyor ve şu mısralarla sözlerimize son veriyoruz.
Abdullah Farukî’dir. Miskin Şah, Hadimü’l-Fukara, Pir, Sultan, Evlâd-ı Kiram gibi isimleri de vardır. Aslen Siirt’in Verganis (yeni ismiyle Kasımlı) köyünden olup, 1936 yılında dünyaya geldi. Babası Muhammed Hamdi Efendi, Hz. Ömer’in soyundan ve Şeyh Varkanîsî diye bilinen Bitlis şehir merkezinde metfun olan Fethullah Varkanîsî (k.s.)’nin akrabalarındandır. Muhammed Hamdi Efendi ile Nazire Suzan Hanım’ın izdivacından dünyaya gelen dört çocuktan ikincisidir. Abdullah Çetin adı; Farukî ise resmi soyadıdır.
Çocukluk yılları önce Bitlis’e göçle başladı. Sonra Muş’a, oradan da Malatya’ya hicret etti ve bir dönem orada ikamet etti. 1954?1957 yıllarında gördüğü bazı rüyalarla tasavvuf yoluna seyr ü sulûk ederek İslâm’a hizmet görevi kendisine işaret edilmişti. Tasavvufa sulûkünden sonra kendini ilim öğrenmeye adamış ve daha çok hadis ilmi ile meşgul olmuştur.
Ticaretle meşgul olmuş, geçim hayatını kendi hırdavat dükkânında alın teri ile bizzat çalışarak kazanmaya gayret etmiştir. ’Herkese çalıştığı kadar vardır? emr-i ilâhisini, hayatının her alanında ahlâk edinmiş ve ihsan makamında kulluk yapabilmenin gayret ve çabası içinde olmuştur.
TASAVVUF İLMİNDEKİ YERİ VE SİLSİLESİ:
Zahirde, Siirtli Allâme Şeyh Muhammed Hazin’in oğlu Ârifi billah Şah Alaaddin Fersafî (k.s.)’nin halifesidir. Alaaddin Fersafî Hazretleri, Irak’ta Halepçe’ye bağlı Bağa köyünde ikamet eden, manevi hal ve nazarları çok yüksek olan Şah Muhammed Ali Hüsameddin’in bağlısıdır. Şah Muhammed Ali Hüsameddin’in bir gerisindeki halka ise kökü Hz. Muhammed (s.a.v.), Hz. Ali (r.a.), Hz. Hüseyin (r.a.)’a uzanan Osman Sirâceddin Tivâlî Hazretlerine ulaşmaktadır. Osman Sirâceddin de, Hz. Abdulkadir Geylanî Hazretlerinden gelen bütün kolların Anadolu’ya yansıtıcısı olan Mevlanâ Halid Bağdâdî Hazretlerinin halifesidir. Bu silsile Abdullah Farukî Hocaefendi’nin varis olduğu Nakşibendiyye-i Hâlidiyye silsilesidir.
Hocaefendi, Hâlidî silsilenin yanında Nakşibendiyye tasavvuf okulunun diğer bir silsilesi olan Ömerî-Müceddidî silsileye de 1976 yılında Kayseri’de mukim İmam-ı Rabbânî Hazretlerinin torunlarından Şeyh Abdulhalil Müceddidî’nin icazeti ile varis olmuştur. Daha sonra Farukî Hocaefendi el-Müceddidî nisbesini kullanmıştır. Abdulhalil Müceddidî, Hocaefendi’ye ders vermek istemişse de Farukî Hocaefendi: ’Bizzat Peygamber Efendimizden manen ders almış bulunuyorum? diyerek mazeretini kabul etmesini istemiş ve ders almamıştır.
İlk dersini Alaaddin Fersafî Hazretlerinden alan Abdullah Farukî Hocaefendi, uzun zaman Siirt’te bulunan mürşidinin yanına gidip gelmiş; irşad için seyahatlerine yaşlı olmasına rağmen hiç ara vermeden devam eden Fersafî Hazretlerinin 1965 yılında bir Malatya ziyareti sırasında kendisine fenâ hallerinin kapıları açılmış ve Hz. Ali (r.a.)’da fenâfi’ş-şeyh olduktan sonra Hz. Fahri Âlem Efendimiz (s.a.v.)’de fenâfi’r-rasul makamına ulaşmıştır. Ardından Cenâb-ı Hak tarafından kendisine ihsan edilen iki hediye ile irşad vazifesini sürdürmüş ve 1982 yılında Ankara’ya Hacı Bayramı Velî Hazretlerinin doğup büyüdüğü Zülfadıl (Solfasol) semtine yerleşmiştir.
Abdullah Farukî Hocaefendi, hayatta iken zahirî ve mânevî icazetlerine sahip olduğu Kadiriye, Nakşibendiyye-i Müceddidiyye, Nakşibendiyye-i Halidiyye, Dusûkiyye, Bedeviye, Şâzeliyye, Mevleviyye ve Bayramiyye’den ders vermekte idi. Fakat veysî olarak Hz. Ali (r.a.), Ehl-i Beyt, Ricâli Gayb ve özellikle Seyyid Abdulkadir Geylânî Hazretleri tarafından terbiye edilen Efendi Hazretleri, mânen Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.)’den aldığı dersi ihvanlarına telkin ve tavsiye ederek bir gün içerisinde mutlaka bitirilmesini emretmiştir.
Tasavvuf anlayışı, zengin fakir demeden bütün halk tarafından kabul görmüş ve ehl-i sünnet çizgisinde Hanefi fıkhına göre sürmüştür. Eğitime büyük önem vermiş ve şeriatla tarikatı birbirinden ayırmamıştır.
O, bir mürşid olarak, halka dinini öğretirken sünnete tabi olmak gerektiğini sık sık vurgulamış; ’Allah Rasûl’ünde sizin için çok güzel örnekler vardır? âyetini bizzat kendisi yaşayarak hayata geçirmek için gayret etmiştir. Hayattayken bir çok insan irşadıyla kemale ermiş, sohbetlerinden kesretler istifade etmiştir.
ESERLERİ:
1. Zâhirî ve Bâtınî Edepler: Hocaefendi’nin ilk yayınlanan kitabı 1996’da basılan ’Zâhirî ve Bâtınî Edebler? adlı eseridir. İbadetlerle ilgili sünnet ve edebleri ihtiva etmesiyle ’fıkhu’s-sünne’ türünden, günlük yaşantıyla ilgili sünnet ve edebleri anlatması yönünden, ’zahirî âdâb?; ve tasavvuf öğrencilerinin dikkat etmesi gereken edeblere yer vermesiyle de ’tasavvufî ahlâk? türünden bir eserdir. Fıkhî bir eserdir, fıkh-ı zahir ve fıkh-ı bâtınla ilgili bilgiler ihtiva etmektedir. Bir âdâb kitabıdır, zahirî ve bâtıni edebleri konu almaktadır. Tasavvufi bir eser olup, salikin örnek ahlâkını ele almaktadır.
2. Evrâd-ı Şerife-i Farukiyye: Bu kitap da 1996’da yayınlandı. Eser, Arapça olarak günlük okunması gereken vird ve tesbihleri içine almaktadır. Bir el kitabı hüviyetindedir. Tasavvuf yolunda tesbih ve virdlerle ilerlemek isteyen talipler için Hocaefendi’nin bir yadigârıdır.
3. İslâm’da Zikir ve Rabıta: Yine aynı yıl içinde İslâm’da Zikir ve Rabıta (1997) ve Fıkhî Risaleler (1997) olmak üzere iki eseri daha yayınlanmıştır.
Bunlardan ’İslâm’da Zikir ve Rabıta?, tasavvuf ilminin belli başlı konularını ele almaktadır. Eser, tasavvufa aşina ve meyyal olanlar için son derece lüzumlu bilgileri cem etmekle birlikte, tasavvufî konulara yabancı olanlar için de oldukça açıklayıcı ve doyurucu bir üslûba sahiptir. Aynı zamanda bazı kimseleri, tasavvuf karşıtı olmaya iten, zor anlaşılır veya incelikli konuları en anlaşılır ve kapsamlı bir şekilde ele alıp büyük bir vukufla açıklamaktadır. Bu eserde ele alınan başlıca tasavvuf konuları; zikir, rabıta, velayet, keramet, seyr-i sülûk, nefs mertebeleri, tevessül, ilm-i ledün, ilham gibi Kur’ânî tasavvufi kavramlardır.
4. Fıkhî Risaleler: ’Fıkhî Risaleler?, içerik olarak, 1980-90’lı yıllarda çokça tartışılan ve birçok istismarcının kalemiyle temiz gönüllerin kirlenmesine kapı açan mühim mevzulara getirilen sarih cevap ve açıklamaları ihtiva etmektedir. Tartışıldığı ve gündemi allak bullak ettiği dönemlerde risaleler halinde telif edilmiştir. Kaleme alındığı dönemlerde, bu konuları tartışan ve zihni bulanan Müslümanlar açısından çok büyük bir hizmet vesilesi olmuş olan bu risaleler, bizzat hoca efendi tarafından, daha sonra iki kapak arasa alınarak müstakil bir eser hüviyeti kazanmıştır.
Abdullah Farukî el-Müceddidi (rh.a), günümüzde tartışılan bu meselelere bir tasavvuf erbabı olarak, Kur’an, Sünnet ve Ehl-i Sünnet ulemasının re’y ve anlayışlarıyla yaklaşmış ve bu konuları vukufiyetle ele almıştır. Yüzyılımızın son çeyreğinde Müslümanları meşgul eden birçok tartışma konusundaki aydınlatıcı muhtevasıyla bu eser, ülkemizde XX. yüzyılın fikir tarihini kaleme alacak olanlar için önemli bir kaynaktır.
5. Salâvat-ı Şerife-i Farukiyye: Hocaefendi’nin en çok önem verdiği ibadetlerin başında salât-ü selâm gelmekteydi. Kur’an’da emredilmiş (Ahzab/56) olan bu ibadet, onun bir salâvat-ı şerife kitabı hazırlamasına vesile olmuştur. ’Salâvat-ı Şerîfe-i Farukiyye? adı verilen bu eserinin aynı yıl içinde (1998) iki ayrı baskısını yaptırmıştır. İlk baskısında Türkçe bir mukaddime ile birlikte salâvat-ı şerîfelerin Arapçaları yer almış, ikinci baskısında ise, yine aynı mukaddime ile birlikte, bütün salâvatlar, tercümeleriyle birlikte verilmiştir. Bu eserde salâvat-ı şerîfeler, haftanın günlerine taksim edilmiş, büyük Allah dostlarının salât-ü selâmları bir araya getirilmiştir. Son derece pratik bir planı vardır.
6. Ehl-i Beyt ve On İki İmamlar: Hocaefendi’nin vefatından bir müddet önce müstakil olarak kaleme aldığı ve çok önem verdiği bir eseri de ’Ehl-i Beyt ve On İki İmamlar? adlı hacimli eseridir. Zaten kendisi de üveysi bir zat olarak, daha çok Ehl-i Beyt kanalıyla manen yetiştirildiği için, bu hususta çok hassastı. Ehl-i Sünnet uleması içinde On İki İmamlar hakkında eser yazan nadir zatlardan biri de Abdullah Farukî el-Müceddidî Hazretleridir. Eser yayınlandıktan sonra çok geniş kesimlerce ilgi görmüş ve üst üste iki baskı yapmıştır (Haziran ve Temmuz 1999). Farukiyye Vakfı’na telefon eden birçok kimse, böyle bir kitabı hazırlayan zatın Sunnî mi, Şii mi olduğunu sormuş ve bu durum Ehl-i Beyt ve onların mirasçıları olan On İki İmamlar konusunun ülkemizde Sunnî ulema tarafından ne kadar ihmal edilmiş olduğunu açıkça ortaya koymuştur. Her Müslüman’ın sevmesi gereken Ehl-i Beyt önderleri ve mensupları, Hocaefendi (rh.a.)tarafından yazılan bu eserle ülkemiz insanına geniş bir şekilde tanıtılmış olmaktadır.
7. Basıma Hazırlanan Eserleri: Efendi Hazretleri’nin baskıya hazırlanan bir eseri de ’Edeb Ya Hu’ başlıklı eseridir. Geçmiş mutasavvıfların ’hikem’ tarzı eserlerine benzeyen bu eserinde konu başlıklarına göre veciz ve hikmetli sözler yer almaktadır. Edeb Ya Hu/Hikem-i Farukiyye adını alması düşünülen bu hikmetler, Fark dergisinin her sayısında arka kapakta yayınlanmaktaydı. Hocaefendi, bu bölümü özel olarak her sayı için ayrıca hazırlar ve dizgisi Vakıf’ta yapılan dergiye dizilmek üzere gönderirdi. Bu hikmetlerin bir kısmı ise 80’li yıllarda Ribat dergisinde yayınlanmıştır. Faruki Hazretlerine ait bu kısa ve veciz ifadeler, Fark dergisinin en çok okunan bölümlerinden biri idi. Okumayla arası pekiyi olmayan veya zamanı olmayan kimselere de hitap ediyor ve herkes tarafından kolayca okunabiliyordu. Bu bakımdan birçok tasavvufi incelikler böylece daha çok kişiye ulaşıyordu. Bu sebeple Efendi Hazretleri, derginin arka kapağına reklâm alınması teklifini kesinlikle kabul etmemiş, bu hikmetlerden elde edilecek manevi kazancı, reklâmdan elde edilecek gelire yeğlemişti.
Efendi Hazretleri’nin tasavvufî-ledünni âyet tefsirleri ise, inceliklerle dolu ve anlaşılması güç bazı âyetler üzerinde Allah Teâlâ’nın bir mevhibesi/ilâhi bir bağışı olmak üzere yapılmış tefsirlerdir. Tefsir edilen âyetlerden bir kısmı ise mana olarak açıktır; fakat Efendi Hazretleri’nin ilham-ı ilâhiye dayalı tefsirleriyle ilk bakışta görülemeyen manaları gözler önüne serilen ayetlerdir. Tam olarak tefsir ettiği tek sure ise Duha Suresi’dir. Bunun dışında tefsirini yaptığı âyetler şunlardır:
Besmele-i Şerife, Âl-i İmran Sûresi/14, 110-104, 133, 134 ve 135; Tahrim Sûresi/6; Nisa Sûresi/79; Mutaffifîn Sûresi/14; Mü’minun Sûresi/13-14; Tâhâ Sûresi/124; Hacc Sûresi/46; Bakara Sûresi/148 ve 151; Maide Sûresi/67. âyet-i kerimeler.
Abdullah Farukî el-Müceddidî Hazretleri’nin bu tefsirleri her ne kadar tasavvufî ve ledünni ise de o, zahirî ilme de yer vererek, ’Zahire aykırı her batın batıldır? anlayışına bağlı kalmıştır. Bu nedenle, tefsirlerinde şer-i şerife aykırı herhangi bir yorum bulmak mümkün değildir. Bu tefsirler, hem rivayet, hem de dirayet tefsiri sayılır.
Bunların dışında Hocaefendi’nin kitaplarına girmemiş makaleleri ve kendisiyle yapılan röportajlar da bir kitap teşkil edecek boyuttadır.
8. Kitaplarına Girmemiş Çeşitli Konulardaki Makaleleri:
? ’İmâm-ı Rabbânî’yi Anlamak?, Özlenen Fark (Bülten), Ağustos 1995, Sayı: 6, s. 2.
? ’Mevlîd-i Nebevî ve Muhammed Ümmeti?, Özlenen Fark (Bülten), Eylül 1995, Sayı: 7, s. 2.
? ’Maarif-i Nefs/Nefsi Bilmek ve Terbiyesi?, Özlenen Fark, Yıl: 1, Ağustos 1996, Sayı: 1, s. 2-4. Bu yazının bir özeti daha önce bir dergide yayınlanmıştır: ’Nefsi Bilmek?, İslâm Mecmuası, Yıl: 1, Haziran, 1984, Sayı: 10, s. 45.
? ’Tevhid ve Tasavvuf?, Özlenen Fark, Yıl: 1, Eylül, 1996, Sayı: 2, s. 2?3.
? ’Sünnet-i Seniyye ve Rasûle İttiba?, Özlenen Fark, Yıl: 2, Ağustos 1997, Sayı: 13, s.3-5.
? ’Nefs Terbiyesi ve Sigara?, Özlenen Fark, Yıl: 2, Şubat 1998, Sayı: 19, s. 5?7.
? ’Tasavvufi Açıdan İmanın Çeşitleri?, Özlenen Fark, Nisan, 1998, Sayı: 21, s. 3?4.
? ’İnsanları Allah’a Yaklaştıran Yollar ve Sekiz Kapısı?, Özlenen Fark, Kasım-Aralık 1998, Sayı: 28?29, s. 3?6.
? ’Yurtlarından Çıkarılanlar, Katledilenler ve Hicret?, Özlenen Fark, Mayıs 1999, Sayı: 34, s. 3-4.
? ’Aşura Günü ve Hazret-i Hüseyin (r.a.)?, Özlenen Fark, Haziran, 1999, Sayı: 35, s. 3-6.
? ’Sevgi ve Barış Haritasının Merkezinde Hünkar Hacı Bektaş Veli el-Horasani (k.s)?, Özlenen Fark, Yıl: 4, Sayı: 37, s. 3-5.
? ’İlm-i Ledün, Batınî ve Zahiri İlimler?, Özlenen Fark, Yıl: 4, Sayı: 38, s. 3-4.
? ’Tasavvuf Tarihinde Ömerî-Müceddidî Kolu?, Özlenen Fark, Kasım 1999, Sayı:40, 5.3-4.
İNTİSAB, BİAT VE TEVBE:
1. Tasavvuf yoluna talip olan mürid, bu talebinde kararlı olmalıdır.
2. Her zaman olmasa bile bazı durumlarda müridden istihare yapması istenir.
3. Mürid, mürşidin huzurunda diz üstü oturur ve onun elini tutar.
4. Daha sonra mürşid tarafından kendisine tevbe verilir ve kelime-i tevhid tekrar ettirilir.
5. Mürid, verilen görevleri yapacağına mürşidine sadık olacağına söz verir.
6. Mürid, bunu sözün ardından mürşid tarafından kardeşliğe kabul edilir.
MÜRİDİN GÖREVLERİ:
1. Edebe riayet etmek.
2. Mürşide biat edip teslim olmak.
3. Karşılaştığı özel durumları, sıkıntılarını ve rüyalarını mürşide iletmek.
4. Mürşidin talimatlarına riayet etmek.
5. Hakk’ın hoşnutluğunu gaye bilmek.
6. Sözüne sadık olmak ve ahde vefa göstermek.
7. Biatinde sadık olmak ve sıkıntılara katlanmak.
8. Tarikat sırlarına sahip olmak ve sırrı ifşa etmemek.
9. Mal ve canı fedaya hazır olmak.
10. Hizmet ehli olmak.
11. Cömert davranmak ve muhtaçlara yardım etmek.
12. Emanete riayet etmek.
13. İhvan ile ilişkilerini diğer insanlar ile olan ilişkilerinden daha sağlıklı bir şekilde sürdürme gayreti içinde olmak.
14. Öfkelenmemek, münazara ve tartışmalardan uzak kalmak.
15. Başkalarının ayıp ve kusurlarını araştırmamak.
16. Feraset sahibi, zeki ve ayık olmak.
17. Tarikat esaslarına riayet etmek.
TARİKAT ESASLARI:
1. Samimi bir tevbe esastır.
2. Yabancı tesirlerden uzak, sade ve samimi bir tevhid anlayışı benimsenir.
3. Allah’ın emrettiklerine sarılarak nehiylerinden kaçınmak temel şarttır.
4. Hakk’a yönelme konusunda Rasûlullah (s.a.v.)’e kayıtsız şartsız teslimiyete önem verilerek çokça hadis okuma ve ezberleme teşvik edilir.
5. En fazla doksan gün içinde mutlaka mürşid ile yüz yüze gelmek, sohbetinde bulunmak esastır.
6. Sürekli Allah’ın huzurunda bulunulduğu düşünülerek, Rabbimizin (c.c.) her anımızı gördüğünü bir an olsun unutmamak, rabıta ve tezekkürü’l-mevt’e (ölümü hatırlamak) devam edilir.
7. Halvet, uzlet ve çile anlayışından çok, sohbete önem verilerek sürekli katılmaya çalışmak gerekli görülmüştür.
8. Ferdî olarak zikri hafîye, cemaatle ise cehrî zikre devam edilir.
9. Kullukta kusur etmeden sosyal hayata katılmak şarttır.
10. Daha çok, ruhsatlarla değil, azîmetle amel benimsenir.
11. Kazaya kalan namazların bir an önce kılınıp bitirilmesi esastır.
12. Büyük cihad olarak da kabul edilen nefis tezkiyesine devam edilir.
13. Ehl-i sünnet anlayışının dışında her türlü batınî akımlar ile bidatler reddedilerek şeriat ve tarikat birleştirilmiştir.(1)
TARİKATTA ÖNEM VERİLEN HUSUSLAR:
1. Farz, vacip, sünnet ve nafilelerin ifasına son derece dikkat etmek; haram ve tüm kerahetlerden, şüphelilerden şiddetle kaçınmak.
2. Müsbet İlim, Salih amel ve güzel ahlâk bütünlüğü kazanmaya gayret etmek.
3. Sünnetleri ihya etmek.
4. Abdestli olmaya çalışmak.
5. Cemaatle namaza dikkat etmek.
6. Sabah namazının sünneti ile farzı arasında Yâ-Sîn sûresini okumak.
7. Güneş doğarken İşrak namazı vaktine kadar uyanık kalmaya gayret ederek Evrâd-ı Şerife-i Farukiyye’yi bu zaman aralığında okumaya çalışmak.
8. İşrak namazına devam etmek.
9. Nebe sûresi ve Salâvat-ı Şerife-i Farukiyye virtlerini ikindi namazından sonra okumak. Cuma günü ise Kehf sûresi ile birlikte tamamını bitirmeye gayret etmek.
10. Akşam namazından sonra Evvâbîn namazına kılmak.
11. Vitir namazını yatmadan önce veya teheccüd vaktinde kılmak
12. Gafletten uzak kalmak için günlük virdleri günün tamamına yaymak.
13. Sürekli İlâhi huzurda bulunulduğu anlayışına sahip olup, ihsan mertebesini yakalamaya gayret göstermek.
14. Yalnız kalmamaya dikkat ederek ihvanlarla beraber olmaya çalışmak.
15. Misafiri gözetmek ve en güzel şekilde ağırlamak.
16. Misafire ikramı ganimet bilerek hizmetini bizzat kendisi yapmak.
17. Mürşidine, ihvan kardeşlerine tüm müminlere dua etmek.
SOHBET VE ZİKİR:
1. En az haftada bir defa katılmak gerekir.
2. Kılık kıyafete dikkat edilir.
3. İlim sahibi ve hafızlara yer verilir ve öncelik tanınır.
4. Sohbete başlamadan önce mutlaka Kur’ân-ı Kerim okunur.
5. Sohbet konuları ve sohbet yapacak olanlar zamana ve yere göre öncelik sırası dâhilinde belirlenir.
6. Bilenlerin sırayla Arapçasından hadis okuması istenir.
7. Tevbe edilir.
8. Tasavvufta önemli bir terbiye metodu olan rabıta ve tezekkürü’l-mevt gerçekleştirilerek Allah’ın her şeyi bildiği ve gördüğü düşünülür.
9. Gözlerin kapalı tutulmasına dikkat edilir.(2)
10. Mürşidin veya görevlinin telkinleri doğrultusunda zikir ve sema icra edilir.
11. Sohbetin sonunda Kur’ân-ı Kerim okunur ve dua yapılır.
12. İlâhî ve kasidelerle cehrî olarak yapılan zikir esnasında edebe riayet etmek gereklidir. Şöyle ki; herkes esmalara dikkat edecek, kimse kimseyi geçmeye çalışmayacak, birbirini rahatsız etmeyecek ve kendi başına ilahi söylemeyecek.
NEFİS TEZKİYESİ VE RUH TASFİYESİ:
1. Nefis terbiye yolu, tasavvufi eğitimin temel esası olarak kabul edilir.
2. Sürekli rabıta halinde bulunmak gerekli görülmüştür.
3. Farz ibadetlerin yerinde ve zamanında yapılması şarttır.
4. Nefsin kötü ahlâklardan kurtulması ve kalbin mutmain olması ancak zikr-i ilâhî ile mümkündür.
5. Nefis mertebelerinin geçilebilmesinde günlük yapılan derslerle birlikte şartsız sünnete tabi olma ve hayata tatbik ederek Allah ve Rasûl’ünün ahlâkıyla ahlâklanma temel esastır.
6. Kısa zamanda mesafe kat edebilmek için Mürşidin telkinlerine ve uyarılarına dikkat etmek ve gayretli olmak gerekir.
7. Bir sâlikin yaşamı boyunca en azından ’Mutmainne? makamını geçmiş olması beklenir.
8. Kalp letaiflerinin çalıştırılabilmesi de yine günlük evrâd ve ezkâra bağlıdır.
9. Mürid, seyr-ü sulûk esnasındaki hâllerini, müşahedelerini, rüyalarını vs. sadece mürşidine anlatır.
10. Bol bol Kur’ân-ı Kerim okumak, yaklaşık kırk günde bir hatim yapmak, Allah ve Rasûl’ünün yakınlığını kazanmanın diğer bir yolu ve eğitim metodudur.
Yukarıda saymaya çalıştığımız Tarikat-ı Farukiyye ve Ahkâmı ile ilgili olarak Mübarek Efendim Abdullah Farukî el-Müceddidî Hazretleri (k.s.), hayatı boyunca İslâm dininin doğru anlaşılması ve sünnet-i seniyye çizgisinde idâme edilmesi gayreti içinde olmuştur. Bütün bu güzellikleri, yüreği sevgi dolu cesur bir davetçi olarak tanıdığımız Efendi’mizin gönlünden bizlere açan, tanıtan Rabbimize hamd ediyor; tüm kardeşlerimizden bu güzel yolun muhafazası için tembellik ve atâletten uzak gayretler bekliyoruz. Zira bir insanın kaybedilmesi, Mübarek Efendi’min sözüyle ’şeytana bırakılması? ne kadar kolay ve zahmetsizse, kazanılması ve yetiştirilmesi de o nispette gerçekten zordur.
Mübarek Efendi’mi, vefatının altıncı sene-i devriyesinde rahmetle anıyor ve şu mısralarla sözlerimize son veriyoruz.
______
Aşığın hikâyesini durmaksızın feryat eden bülbüle değil, sessiz sedasız can veren pervanelere sor..
Aşığın hikâyesini durmaksızın feryat eden bülbüle değil, sessiz sedasız can veren pervanelere sor..