09-11-2018, 10:06 PM
Kastamonu Şey Saban-i Veli Camii
Halvetiyye tarikatının Şaban-ı Veli’ye (ö. 976/1569) nisbet edilen kolu.
Halvetiyye tarikatının dört ana kolundan (Cemaliyye, Ahmediyye, Ruşeniyye, Şemsiyye) Cemaliyye’nin bir şubesidir. ii. Bayezid devrinde İstanbul’a gelip kendisine tahsis edilen Kocamustafapaşa Dergahı’nda irşad faaliyetine başlayan Cemal-i Halveti tarafından kurulan Cemaliyye, Sünbüliyye ve Şabaniyye adlı iki büyük kola ayrılmıştır. Cemal-i Halveti’nin halifelerinden Sünbül Sinan’a nisbet edilen Sünbüliyye, İstanbul merkezli bir tarikat olma özelliği taşırken seyrü sülukünü Bolu’da Cemal-i Halveti’nin diğer halifesi Hayreddin Tokadi’nin yanında tamamlayan Şaban-ı Veli memleketi Kastamonu’da faaliyet göstermiş, Şabaniyye tarikatı, XVi. yüzyılda çevre illerde yayıldıktan sonra XVii. yüzyılda İstanbul’da temsil edilmeye başlanmıştır. Şabaniyye bu yüzyıldan itibaren Anadolu ve Balkanlar’dan Suriye, Hicaz, Mısır, Kuzey Afrika ve Hindistan’a kadar geniş bir coğrafyaya yayılmıştır.
şabaniyye ’nin silsilesi Şaban-ı Veli, Hayreddin Tokadi, Cemal-i Halveti, Pir Muhammed Bahaeddin Erzincani vasıtasıyla Halvetiyye tarikatının ikinci piri Seyyid Yahya-yı Şirvani’ye (ö. 868/1464) ulaşır. Çok sayıda halife yetiştiren Şaban-ı Veli, bazı halifelerini irşad göreviyle çevre illere göndererek tarikatın kuruluş sürecini başlatmıştır. Nitekim kendisinden sonra sırasıyla makamına geçen Kastamonulu Osman Efendi’yi (ö. 976/1569) Tokat’a, Hayreddin Efendi’yi Amasya’ya, İskilipli Abdülbaki Efendi’yi Çorum’a, Muhyiddin Efendi’yi Şam’a yollamıştır. Halifelerinden Muharrem Efendi’nin İstanbul’da Süleymaniye Camii vaizi olduğu bilinmektedir. Gelibolulu ali Mustafa Efendi, Şaban-ı Veli’nin Mehmed Daği adlı bir dervişi irşad için Alaeddin Efendi adlı bir halifesini Gelibolu’ya gönderdiğini, Alaeddin Efendi, Mehmed Daği seyrü sülukünü tamamlamadan vefat edince Şaban-ı Veli’nin ona seyrü sülukünü manen tamamlattığını anlatır. Bu bilgilerden, Şaban-ı Veli’nin sağlığında Şabani halifelerinin Şam, İstanbul ve Gelibolu’da faaliyet gösterdikleri anlaşılmaktadır. Bununla birlikte Şaban-ı Veli’nin Kastamonu’daki merkez tekkede görev yapan ilk dört şeyh döneminde halifelerin faaliyet alanı Kastamonu çevresiyle sınırlı kalmıştır. Merkez tekkenin dördüncü şeyhi Muhyiddin Efendi’nin yanında seyrü sülukünü tamamlayan ve ondan sonra yerine geçip otuz iki yıl şeyhlik makamında bulunan Ömer Fuadi, Şaban-ı Veli hakkında bir menakıbname kaleme almış, devlet ricaliyle temas kurarak türbesinin yapımına öncülük etmiş, yetiştirdiği halifeler ve tarikata dair yazdığı eserlerle Şabaniyye’nin müstakil bir tarikat halinde gelişmesi yolunda önemli hizmetler yapmıştır.
Şabaniyye’nin gelişip yayılması ve kurumsallaşması Karabaş Veli döneminde gerçekleşmiştir. Önce Ömer Fuadi’nin halifesi İsmail Kudsi Çorumi’ye, onun ölümü üzerine oğlu ve halifesi Mustafa Muslihuddin Efendi’ye intisap edip hilafet alan Karabaş Veli’nin 1081’de (1670) İstanbul’a giderek bir Halveti dergahı olan Üsküdar’daki Atik Valide Sultan Dergahı’nda şeyh olmasıyla birlikte Şabaniyye İstanbul’da temsil edilmeye başlanmıştır. Limni’ye sürgüne gönderildiği 1090 (1679) yılına kadar İstanbul’da irşad faaliyetinde bulunan Karabaş Veli, Şabaniyye’nin ikinci piri sayılır ve kendisine tarikatın Karabaşiyye kolu nisbet edilir. Karabaş Veli’nin İstanbul’a gelip tarikatı yayması ve pir kabul edilmesinin ardından tarikatın merkezi ve “zat postu” İstanbul’a intikal etmiştir.
Mehmed Nasuhi, Ünsi Hasan, Mustafa Fani, Kerestecizade Mehmed Ledünni, Ömer arifi ile oğlu Mustafa Manevi, 685 halife yetiştirdiği kaydedilen Karabaş Veli’nin İstanbul’da tarikatın yayılmasını sağlayan başlıca halifeleridir. Bunlardan, 1099 (1688) yılında Üsküdar Doğancılar’da açtığı, kendi adıyla anılan tekkede irşad faaliyetine başlayan Mehmed Nasuhi, Şabaniyye-Karabaşiyye’nin Nasuhiyye kolunun piridir. Nasuhi Dergahı, Şabaniyye’nin İstanbul’daki asitanesi olmuş ve önemli bir tasavvuf ve kültür merkezi özelliğini tekkelerin kapatıldığı tarihe kadar sürdürmüştür. Tekkenin meşihatı Nasuhi soyundan gelen Alaeddin Ali, Mehmed Fazlullah, Abdurrahman Mehmed Şemseddin, Mehmed Muhyiddin, Mehmed Kerameddin Efendi (ö. 1934) tarafından yürütülmüştür. Ünsi Hasan Efendi, Sirkeci’deki Aydınoğlu Tekkesi’nde 1095 (1683) yılından ölümüne kadar (1136/1723) şeyhlik görevinde bulunmuş, ölümünün ardından halifesi Mehmed Galib Efendi şeyh olmuştur. Karabaş Veli’nin diğer halifesi Mustafa Fani Efendi (ö. 1122/1710) Maçka Tekkesi’nin kurucusudur. Bu tekke daha sonra Nasuhiyye’ye bağlanmıştır. Kerestecizade Mehmed Ledünni Efendi Kasımpaşa’daki Saçlı Emir Tekkesi’nde Şabaniyye’yi temsil etmiştir. Karabaş Veli’nin oğlu Mustafa Manevi, Kadırga’daki Sokullu Mehmed Paşa Külliyesi’nde şeyhlik yapmıştır.
Karabaş Veli’den en son hilafet alan kişi, aslen Edirneli olup Bolevi, Mısri, Doğani nisbeleriyle anılan Mustafa Efendi’dir (ö. 1129/1717). Doğancılar Ocağı’na girip doğancıbaşılığa yükselen, bu görevdeyken Karabaş Veli’ye intisap eden, Şam’da kul kethüdası iken bu görevden ayrılarak Mekke’ye gidip şeyhine hizmet eden, şeyhi vefat ederken Kahire’de bulunan Doğani Mustafa Efendi’nin Suriye, Mısır ve diğer Afrika ülkelerinde tarikatın yayılmasında önemli hizmetleri olmuştur. Halifesi Abdüllatif b. Hüsameddin el-Halebi, Şabaniyye-Karabaşiyye’nin Bekriyye kolunun kurucusu Kutbüddin Mustafa Kemaleddin el-Bekri’nin mürşididir. Kutbüddin el-Bekri ve yetiştirdiği halifeler tarikatın Halep, Şam, Kudüs, Hicaz, Yemen, Mısır, Trablus, Cezayir ve Fas’ta yayılmasını sağlamıştır. Kutbüddin el-Bekri’nin müntesiplerinin 100.000’i aştığı kaydedilmektedir. Paul Andre, Trimingham, B. G. Martin gibi Batılı araştırmacılar Kutbüddin el-Bekri’nin Mısır’da Halvetiyye’yi yeniden canlandırdığını söylemiştir. Bekriyye tarikatı şeyhinin Mısır’da 1976 yılına kadar kanun gereği Meşayihu’t-turuki’s-sufiyye’nin reisi olması tarikatın Mısır’daki etkinliğini göstermesi bakımından önemlidir.
Şabaniyye-Bekriyye, Kutbüddin Mustafa el-Bekri’den sonra;
1.Hifniyye (kurucusu: Muhammed b. Salim el-Hifni, ö. 1181/1767),
2. Semmaniyye (kurucusu: Muhammed b. Abdülkerim es-Semman, ö. 1189/1776) ve
3. Kemaliyye (kurucusu: Ebü’l-Fütuh Muhammed b. Mustafa el-Bekri, ö. 1199/1784) adlı üç kola ayrılmıştır.
1. Hifniyye’den ;
Derdiriyye (kurucusu: Ahmed b. Muhammed ed-Derdir), Ticaniyye (kurucusu: Seyyid Ahmed et-Ticani), Rahmaniyye (kurucusu: Muhammed b. Abdurrahman el-Gaştuli), Ezheriyye (kurucusu: Ebu Abdullah Muhammed b. Abdurrahman ez-Zevavi el-Ezheri) kolları meydana gelmiştir.
2. Semmaniyye’den;
Tayyibiyye (kurucusu: Ahmed et-Tayyib b. Beşir) ve Feyziyye (kurucusu: Seyyid Feyzüddin Hüseyin el-Mısri) kolları,
3. Derdiriyye’den;
Saviyye (kurucusu: Ahmed b. Muhammed es-Savi), Sibaiyye (kurucusu: Salih es-Sibai) ve Vefaiyye (kurucusu: Nureddin Ali b. Abdülber el-Vefai) kolları doğmuştur. Haririzade, Şabaniyye-Karabaşiyye’nin Nasuhiyye ve Bekriyye adlı iki ana kolunun yanı sıra Karabaş Veli’nin halifelerinden Ömer arifi el-İstanbuli’ye arifiyye, bir diğer halifesi şeyh Hüseyin Kastamoni’ye Hüseyniyye şubelerini nisbet eder. Halveti şubelerinden Sinaniyye’den de hilafeti olduğu için Şehremini’deki Sinani dergahında şeyhlik yapan, XVii. yüzyılın tanınmış Şabani şeyhlerinden şair ve bestekar Mustafa Zekai Efendi’nin silsilesi bu iki kola ulaşmaktadır.
Şabaniyye’yi XViii. yüzyılda İstanbul, Anadolu ve Balkanlar’da temsil eden Nasuhiyye kolundan, bu yüzyılın sonlarına doğru doğduğu Kastamonu civarında Çerkeş’te Çerkeşi Mustafa Efendi’ye nisbet edilen bir kol zuhur etmiş, bu kol XiX ve XX. yüzyıllar boyunca etkili olmuştur. Şabaniyye mensuplarınca pir-i sani kabul edilen Çerkeşi Mustafa Efendi’nin tarikat silsilesi Zoralı Şeyh Mehmed Efendi, Mudurnulu Abdullah Rüşdü vasıtasıyla Nasuhiyye’nin piri Mehmed Nasuhi’ye ulaşır. On bir veya on üç halife yetiştirdiği kaydedilen Çerkeşi Mustafa Efendi’nin Beypazarlı Ali Efendi ve Semerci Şeyh diye tanınan İbrahim Efendi adlı iki halifesi İstanbul’a gidip irşad faaliyetinde bulunmuş, Beypazarlı Ali Efendi, Fındıkzade’deki Beşikçizade Dergahı’nda, Semerci Şeyh İbrahim Efendi, Sokullu Mehmed Paşa Dergahı’nda şeyhlik yapmıştır. Çerkeşiyye, Mustafa Çerkeşi Efendi’nin halifelerinden Geredeli Halil Efendi’ye nisbet edilen Haliliyye, Beypazarlı Ali Efendi’den hilafet alan Kuşadalı İbrahim Efendi’ye nisbet edilen İbrahimiyye (Kuşadaviyye) adlı iki kola ayrılmış, Haliliyye daha çok Anadolu’da, İbrahimiyye İstanbul’da faaliyet göstermiştir. Bununla birlikte Halil Efendi’nin Ömer Fuadi, Mustafa Hulusi gibi bazı halifeleri İstanbul’a gidip irşad faaliyetinde bulunmuş, Ömer Fuadi, Sofular’daki Ekmel Dergahı’nda, Mustafa Hulusi, Sokullu Mehmed Paşa Dergahı’nda şeyhlik yapmıştır. Geredeli Hacı Halil Efendi’nin silsilesi Kütahyalı Salih, Söğütlü Hacı Osman, Çaltılı İsmail Hakkı, Eskişehirli Sadık, Uşaklı Yamalızade Hacı Ali Rıza ve Yakup Baba lakaplı Uşaklı Mustafa (Özyürek, ö. 1973) efendiler vasıtasıyla devam etmiştir. Çerkeşi Mustafa Efendi’nin halifelerinden Ankaralı Tiritzade Hüseyin Efendi ile devam eden silsilesi de günümüze ulaşmıştır. Kuşadalı İbrahim Efendi tekke, taç, hırka, hilafet gibi geleneksel tasavvufi uygulamaları reddeden görüşleriyle tasavvuf tarihinde çok önemli bir yere sahiptir. Müridlerine hilafet vermeyip “sırr-ı hilafet” kimde tecelli ederse ona tabi olmalarını tavsiye eden Kuşadalı’nın ardından silsilesi Mehmed Tevfik Bosnevi, Fatih türbedarı Ahmed Amiş, Kayserili Mehmed Tevfik, Maraşlı Ahmed Tahir, Mucurlu Mustafa Efendi ile (Özeren, ö. 1982) son döneme kadar gelmiştir. Babanzade Ahmed Naim, Abdülaziz Mecdi Tolun, Mehmed Ali Yitik, Osman Nuri Ergin, Ahmet Avni Konuk, Süheyl Ünver ve Fethi Gemuhluoğlu bu silsileden feyiz almış önemli şahsiyetlerdir. Üsküdar Nalçacı Dergahı şeyhi Mustafa Enveri, Kaşgar emirinin kardeşi Yakub Han, Hacı Kamil Efendi ve Seyyid Mahmud Celaleddin Efendi’yi Mehmed Tevfik Bosnevi’nin diğer mensupları arasında zikretmek gerekir. Bunlardan Fuśuś şarihi Yakub Han, Şabaniyye’yi Hindistan’da yaymak için çalışmıştır.
Şabaniyye Tarikat Adabı
Şabaniyye tarikatına girmeki isteyen talibi mürşid ya doğrudan kabul eder veya önce istihare yapmasını ister. Biatın ardından mürid günlük virdine ve halvette tevhide devam eder. Şabaniyye’nin günlük virdinde istiğfar, salavat ve kelime-i tevhid zikri esas alınmıştır. Mürid ayrıca zikre sayısız olarak devam eder. Bu uygulamalarda dikkat edilmesi gereken en önemli husus rabıtadır. Rabıta ve devamlı zikir salikin vecde ermesini, vakıalarının ve hallerinin değişip manevi makamları aşmasını sağlar. Salik müşahede (rüyet) makamına ulaşıncaya kadar zikirle meşgul olur. Bu makama ulaştığında dil zikri gönül zikrine dönüşür. Şabaniyye’de salikin sülukünün amacı vahdet-i vücuda ulaşmaktır. Bunun için mürid aşk, cezbe ve melamet yoluyla Hakk’ın birliğini (tevhid) idrak etmeye çalışır. Bu idrak tevhid-i ef‘al, tevhid-i sıfat, tevhid-i zat denilen üç makamı, yedi nefis merhalesini (emmare, levvame, mülhime, mutmainne, raziyye, marziyye, kamile) ve yedi esmayı (lailahe illallah, Allah, hu, hak, hay, kayyum, kahhar) seyrederek gerçekleşir. Süluk sırasında yaşanan tevhid makamları İslam, iman ve ihsan makamlarıyla da açıklanır. Buna göre derviş seyrü sülukün ilk mertebesinde İslam, ruhani hükümlerinin hakim olduğu seyrü sülukün ortasında iman, hakkaniyyetin belirtileri zuhur ettiği son mertebede ihsan makamındadır. Bu üç makamın her birinde salikin geçmesi gereken ikişer mertebe vardır. Sadr ve kalp mertebelerini içeren İslam makamında salik kelime-i tevhid ve ism-i celalin (Allah) dairesindedir. Bu makamda tevhid-i ef‘al gerçekleşir. İman makamının ilk mertebesi olan ruh mertebesinde hu ismi, ikincisi olan sır mertebesinde Hak ismi dairesindedir. Bu makamda tevhid-i sıfat gerçekleşir. İhsan makamının ilk mertebesi sırr-ı hafi, ikincisi sırr-ı ahfa mertebesi olup salik hay ve kayyum ismi dairesindedir. Bu makamda tevhid-i zat gerçekleşir. Salikin ulaşacağı yedinci makam “makām-ı hafa-yı mutlak”tır. Bu makamdaki salik kahhar ismi dairesinde olup vuslata ermiş, fenafillah olmuştur. Manevi yolculuğun sonu olan bu makama vahdet veya mutlak hafa mertebesi de denilir. Salik bu yedi mertebeyi aşıp safiye makamına gelmedikçe nefsini bilip kamil olamaz. Bu makamları yaşarken gönül aleminde hazerat-ı hamse kendisine keşfolunur, bütün kayıtlardan kurtulup Hakk’ı müşahede eder. Bundan sonra seyir yine devam eder ve süluk-i sani denen bu yolculuğa nihayet yoktur. Şabaniyye tarikatında halvet üç, beş veya yedi gündür. Dervişi halvete tarikat adabı üzere şeyh koyup çıkarabilir. Dervişin kendi kendine halvete girmesi yararsızdır ve kendisine perde olur. Erbain sadece şeyhler içindir. Şeyh olanlar halvete ve erbaine pirlerinin ruhaniyetinden yardım istemek için girerler.
Şabaniyye Tarikatında Zikir Nasıl Yapılır ?
Şabaniyye tarikatında cehri zikir esas olmakla birlikte kısmen hafi zikir de uygulanmaktadır. Zikir esnasında ilahiler eşliğinde ney, kudüm, def gibi musiki aletleri kullanılabilir. Toplu zikirler kuudi olarak başlar, kıyami ve cehri olarak devam eder. “Darb-ı esma” denilen kuudi zikir özel bir ritim ve hareket içinde icra edilir. Şeyhin ellerini yere vurmasıyla kuudi zikirden kıyami zikre kalkılır. Kıyami zikir “ayak esması” ve dönerek yapıldığı için “devran” diye de adlandırılmaktadır. Bu sebeple Halveti Şabaniler’e “Devraniler” adı da verilmektedir. Nitekim toplu zikir sırasında okunan bazı ilahilerde, “Halvetiler derler bize / Devraniler derler bize” şeklindeki nakaratlar tarikatın devrani oluşundandır. Şabaniyye’de toplu zikir genellikle perşembeyi cumaya ve pazarı pazartesiye bağlayan gecelerde yapılır. Bunun dışında kandillerde ve bilhassa muharrem ayında aşure gecesinde meclis ihya edilir. Bu arada ilahiler ve Kerbela mersiyeleri okunur. Ömer Fuadi’nin, “Şah Hüseyin’in firkatine ağlayan gelsin bize / ah ü vah edip demadem ağlayan gelsin bize” matlaıyla başlayan muharremiyyesinin bu ihya merasiminde özel bir yeri vardır. Toplu zikrin uygulanması kısaca şöyledir: Dervişler önce halka olarak iki diz üzerine otururlar. Şeyh efendi, euzü besmele ve Fatiha suresinden sonra “innallāhe ve melaiketehu yusallune ale’n-nebiyy ya eyyühellezine amenu sallu aleyhi ve sellimu teslima” ayetini okur ve salat-ı ümmiyye denilen, “Allāhümme salli ala seyyidina Muhammedin abdike ve nebiyyike ve habibike ve resulike’n-nebiyyi’l-ümmiyyi ve ala alihi ve sahbihi ve sellim” şeklindeki salatü selam ile devam eder. Salat-ı ümmiyye yedi veya Nasuhi Efendi’nin uygulamasında görüldüğü gibi on bir defa okunur. Ardından şeyh yüksek sesle “fa‘lem ennehu la ilahe illallah” diyerek (Muhammed 47/19) kelime-i tevhid zikrini başlatır. Kelime-i tevhid üç defa gayet ağır eda ile okunur. Daha sonra yüksek sesle Allah ismi adeta sayha halinde tekrarlanır, ardından eskisinden biraz daha süratli olarak dört defa kelime-i tevhid, daha sonra 300 defa hızlı bir şekilde yine kelime-i tevhid okunur. Ardından şeyh efendi “illallah” der, bunun üzerine sükunet hasıl olur. Halkanın baş tarafında ve şeyh efendinin solunda oturan zakir cumhur veya durak denilen bir ilahi okur. İlahi veya durak bitince şeyh efendi “Allah hu” diye “hu” ismine başlar ve altı defa hep beraber bu isim zikredilir, yedinci hu daha hızlı ve yüksek sesle söylenir. Bundan sonra “hizb-i esma”ya başlanır. Hizb-i esma, halakada bulunanların esma-yı seb‘adaki dereceleri ayrı olduğundan ahengin korunması için herkesin kendi esmasını kalben çekerken “hu” ismini sesli olarak okumaları suretiyle oluşturulan ahenktir. Bu sırada duyulan tek ses hançereden çıkan hu zikridir. Yine bu esnada zakirler ilahi, na’t-ı şerif ve kasideler okur. Hizb-i esmayı takiben bir aşr-ı şerif tilavet edilir ve kısa bir duadan sonra şeyh efendi, “es-Salatü ve’s-selamü aleyke ya Resulallah es-salatü ve’s-selamü aleyke ya habiballah es-salatü ve’s-selamü aleyke ya seyyide’l-evveline ve’l-ahirin ve selamün ale’l-mürselin ve’l-hamdü li’llahi rabbi’l-alemin” der ve Fatiha çeker. Devran yapılacaksa kelime-i tevhid çekildikten ve cumhur ilahisi okunduktan sonra, “hu” ism-i şerifi çekilerek devrana başlanır. Halakadakiler sağdan sola zakirler tarafından okunan ilahilerin ahengine uyarak devrana devam ederler. Devran sırasında sol kol soldaki kişinin omuzuna atılır, sağ kol da sağdaki kişinin beli hizasına temas ederek halaka sıklaştırılır. Devran halinde hizb-i esmaya devam edilir. Devran şeyhin işaretiyle “illallah” denilerek durulur ve tekrar iki diz üstüne oturulur. Bir aşr-ı şerif, kısa bir dua ve salatü selamdan sonra salavat çekilir. Şeyh efendi tarafından “tekabbelallāh hu” denilerek ayin tamamlanır.
Şabani Tarikatı Kıyafetleri
Halveti-Şabani mürşid ve halifeleri bilhassa özel günlerde siyah renkli taç ve hırka giyerler. Şabaniyye mensuplarının giydiği üç çeşit hırka vardır. Takva hırkası ve irfan hırkası salike, iradet hırkası mürşid-i kamile aittir. Takva hırkası salike tecelli-i ef‘al, irfan hırkası tecelli-i sıfat, iradet veya hakikat hırkası tecelli-i zati makamına ulaştığında giydirilir. Hilafet ve irşad sahiplerinin giydiği bu hırkanın rengi siyahtır. Şabaniyye’de dört çeşit taç vardır. Yol tacının sarığı ve tepesi yeşil olup risalesi bunlara göre daha açık yeşildir. Üçüncü es-maya (hu) gelen salike giydirilir. Velayet tacının sarığı yeşil veya beyaz, tepesi beyazdır. Dördüncü esmaya (Hak) gelen salike giydirilir. Hilafet (irşad) tacının tepesi ve sarığı beyaz, risalesi siyahtır. Esma-i seb‘ayı tamamlamış olan müntehi saliklere giydirilir. Mürşid tacının tepesi beyaz, sarığı siyah, risalesi beyazdır. Ortasında bir düğme vardır. Velayete ve irşad sırrına ulaşan mürşidlere mahsus olup insan-ı kamili remzeder (Şabani taçları ve bunların özellikleri için bk. Yahya b. Salih el-İslamboli, s. 100-106). Şabaniyye tarikatında mürşid postu beyaz veya siyah olduğu gibi mor renge boyanabilir. Mor renk bütün renklerin karışımı olup zahir ve batın bütün varlıkların toplam rengidir.
Şabaniyye’de vakit namazlarında okunan virdler dışında her salikin uygulaması gereken günlük vird 100 “estağfirullah”, 100 salavat ve 300 kelime-i tevhidden ibarettir. Bunun yanında salik yedi esmadan hangisine yükseldiyse bu ismi önceki esmalarına ilave ederek ders yapar. Yahya-yı Şirvani tarafından tanzim edilen vird-i settar diğer bütün Halveti kollarında olduğu gibi sabah namazından sonra güneş doğuncaya kadar okunur. Şabani mürşidleri virdle ilgili ana erkanı korumakla birlikte gördükleri lüzum üzerine saliklerine ilave bazı virdler de verebilirler. Ancak bunlar umumileşmemiş ve geçici olarak verilmiş olup bir müddet sonra bırakılır. Kutbüddin Mustafa el-Bekri’nin vird-i settarın önünde okuttuğu vird-i seher buna örnek teşkil eder.
Yahya-yı Şirvani’den beri uygulanagelen Halvetiyye adabı bazı ilavelerle Şaban-ı Veli’ye intikal etmiştir (Ömer Fuadi, s. 32-33, 49). Ömer Fuadi, Şaban-ı Veli’nin, “Gerçek talip iseniz bu tarikatname ile amelde ve vird-i şerifte ve halvetlerde ikdam ve mücahede edip bir nokta kadar amel etmeyesiz ziyade ve bir nokta kadar eksik amel etmeyesiz. Zira tarikimizde okunan vird ve sürülen erkan sultan-ı evliya Seyyid Yahya hazretlerinin huzur-ı şeriflerinde okunan vird ve sürülen erkandır ve onun huzurunda olan levh-i mahfuza yazılandır” dediğini söyler (a.g.e., s. 49). Şaban-ı Veli’nin yazdırdığı tarikatname (mi‘yar) Arapça olup Ömer Fuadi tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir (Tercüme-i Mi‘yar-ı Tarikat, Milli Ktp., nr. A-95l, vr. 140b-144b). Karabaş Veli Mi‘yar-ı Tarikat’ı sohbetlerinde şerhetmiş ve bu şerh Arapça olarak kaydedilmiştir. Karabaş Veli’nin arzusuyla halifelerinden Şeyh Nureddin Efendi tarafından genişletilerek Türkçe’ye tercüme edilen eser iki defa yayımlanmıştır (Karabaş Veli, Mi‘yar-ı Tarikat, nşr. Mustafa Tatcı - Cemal Kurnaz, Ankara 2001; Kara, Karabaş-ı Veli, s. 627-674). Şabaniyye’nin adab ve erkanı, seyrü süluk usulü bu eserin yanı sıra Karabaş Veli’nin Tarikatname (a.g.e., s. 703-745), Ünsi Hasan’ın Kelam-ı Aziz (haz. M. Tatcı - C. Kurnaz, Tasavvufi İncelikler, İstanbul 2001), Kutbüddin el-Bekri’nin Hediyyetü’l-ahbab (Haririzade, Tibyan, ii, içinde, i, vr. 360a-373b) ve diğer eserlerinde, Safranbolulu Mehmed Emin’in Mir’atü’l-aşıkīn’inde (haz. M. Tatcı - M. Yıldız, Ankara 2003) geniş biçimde anlatılmıştır. Yukarıda anlatılan adab ve erkanın Kuşadalı kolu dışındaki diğer Şabaniyye kolları için geçerli olduğu unutulmamalıdır. Kuşadalı kolundan Ahmed Amiş Efendi yoluna mensup olanlar ise vird olarak Rahman suresinin tamamını, Bakara, Tevbe, Enbiya, Nur, Şura, Vakıa ve Haşr surelerinin bazı ayetlerini, İhlas ve Fatiha surelerini okurlar.
Şabaniyye meşayihi mensupları ve muhipleri arasında çok sayıda alim, arif, divan sahibi şair ve musikişinas yetişmiştir. Karabaş Veli, Kutbüddin Mustafa el-Bekri ve halifeleri, Mehmed Nasuhi, Çerkeşi Mustafa Efendi ve Kuşadalı İbrahim Efendi aynı zamanda ilmi kişilikleriyle tanınmıştır. Şeyhülislam arif Hikmet ve Mehmed Sadeddin Efendi, Hacı Mehmed Zihni, Abdüllatif Harputi ve Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır birer Şabani dervişidir. Karabaş Veli’nin oğlu Mustafa Manevi, Hasan Ünsi, İbrahim Has, Mustafa İbreti, Mehmed Nasuhi, Üsküdarlı Mustafa Zekai, Geredeli Halil Efendi’nin oğlu Mustafa Rumi, Kuşadalı’nın mensuplarından Mustafa Aczi, Mehmed Aydi Baba, Abdülaziz Mecdi Tolun divan sahibi şairler olarak dikkat çekmektedir. Diğer tarikatlar gibi Şabaniyye tarikatında musikiye önem verilmiş, tarikat mensupları arasında büyük musikişinas ve bestekarlar yetişmiştir. Mehmed Nasuhi’nin dervişlerinden İbrahim Ağa ile Mudurnulu Şeyh Mehmed Tului Efendi, Mustafa Zekai Efendi bestekarlık, Mustafa Enveri’nin müridlerinden Hacı Nazif Bey bestekarlık ve zakirlikleriyle ön plana çıkar. Nasuhi’nin torunlarından Şeyh Mesud Efendi ve kardeşi Şeyh Said Efendi (Özok), Mustafa Enveri’nin torunu ve Nalçacı Dergahı’nın son şeyhi İhsan Efendi (İyisan), musiki nazariyatına dair çalışmalarıyla tanınan Abdülkadir Töre, Hacı arif Bey’in oğlu Zeki arif Ataergin, Mihrimah Sultan Camii imamı Nafiz (Uncu) Efendi (ö. 1958) önemli musikişinaslardır.
Halvetiyye tarikatının dört ana kolundan (Cemaliyye, Ahmediyye, Ruşeniyye, Şemsiyye) Cemaliyye’nin bir şubesidir. ii. Bayezid devrinde İstanbul’a gelip kendisine tahsis edilen Kocamustafapaşa Dergahı’nda irşad faaliyetine başlayan Cemal-i Halveti tarafından kurulan Cemaliyye, Sünbüliyye ve Şabaniyye adlı iki büyük kola ayrılmıştır. Cemal-i Halveti’nin halifelerinden Sünbül Sinan’a nisbet edilen Sünbüliyye, İstanbul merkezli bir tarikat olma özelliği taşırken seyrü sülukünü Bolu’da Cemal-i Halveti’nin diğer halifesi Hayreddin Tokadi’nin yanında tamamlayan Şaban-ı Veli memleketi Kastamonu’da faaliyet göstermiş, Şabaniyye tarikatı, XVi. yüzyılda çevre illerde yayıldıktan sonra XVii. yüzyılda İstanbul’da temsil edilmeye başlanmıştır. Şabaniyye bu yüzyıldan itibaren Anadolu ve Balkanlar’dan Suriye, Hicaz, Mısır, Kuzey Afrika ve Hindistan’a kadar geniş bir coğrafyaya yayılmıştır.
şabaniyye ’nin silsilesi Şaban-ı Veli, Hayreddin Tokadi, Cemal-i Halveti, Pir Muhammed Bahaeddin Erzincani vasıtasıyla Halvetiyye tarikatının ikinci piri Seyyid Yahya-yı Şirvani’ye (ö. 868/1464) ulaşır. Çok sayıda halife yetiştiren Şaban-ı Veli, bazı halifelerini irşad göreviyle çevre illere göndererek tarikatın kuruluş sürecini başlatmıştır. Nitekim kendisinden sonra sırasıyla makamına geçen Kastamonulu Osman Efendi’yi (ö. 976/1569) Tokat’a, Hayreddin Efendi’yi Amasya’ya, İskilipli Abdülbaki Efendi’yi Çorum’a, Muhyiddin Efendi’yi Şam’a yollamıştır. Halifelerinden Muharrem Efendi’nin İstanbul’da Süleymaniye Camii vaizi olduğu bilinmektedir. Gelibolulu ali Mustafa Efendi, Şaban-ı Veli’nin Mehmed Daği adlı bir dervişi irşad için Alaeddin Efendi adlı bir halifesini Gelibolu’ya gönderdiğini, Alaeddin Efendi, Mehmed Daği seyrü sülukünü tamamlamadan vefat edince Şaban-ı Veli’nin ona seyrü sülukünü manen tamamlattığını anlatır. Bu bilgilerden, Şaban-ı Veli’nin sağlığında Şabani halifelerinin Şam, İstanbul ve Gelibolu’da faaliyet gösterdikleri anlaşılmaktadır. Bununla birlikte Şaban-ı Veli’nin Kastamonu’daki merkez tekkede görev yapan ilk dört şeyh döneminde halifelerin faaliyet alanı Kastamonu çevresiyle sınırlı kalmıştır. Merkez tekkenin dördüncü şeyhi Muhyiddin Efendi’nin yanında seyrü sülukünü tamamlayan ve ondan sonra yerine geçip otuz iki yıl şeyhlik makamında bulunan Ömer Fuadi, Şaban-ı Veli hakkında bir menakıbname kaleme almış, devlet ricaliyle temas kurarak türbesinin yapımına öncülük etmiş, yetiştirdiği halifeler ve tarikata dair yazdığı eserlerle Şabaniyye’nin müstakil bir tarikat halinde gelişmesi yolunda önemli hizmetler yapmıştır.
Şabaniyye’nin gelişip yayılması ve kurumsallaşması Karabaş Veli döneminde gerçekleşmiştir. Önce Ömer Fuadi’nin halifesi İsmail Kudsi Çorumi’ye, onun ölümü üzerine oğlu ve halifesi Mustafa Muslihuddin Efendi’ye intisap edip hilafet alan Karabaş Veli’nin 1081’de (1670) İstanbul’a giderek bir Halveti dergahı olan Üsküdar’daki Atik Valide Sultan Dergahı’nda şeyh olmasıyla birlikte Şabaniyye İstanbul’da temsil edilmeye başlanmıştır. Limni’ye sürgüne gönderildiği 1090 (1679) yılına kadar İstanbul’da irşad faaliyetinde bulunan Karabaş Veli, Şabaniyye’nin ikinci piri sayılır ve kendisine tarikatın Karabaşiyye kolu nisbet edilir. Karabaş Veli’nin İstanbul’a gelip tarikatı yayması ve pir kabul edilmesinin ardından tarikatın merkezi ve “zat postu” İstanbul’a intikal etmiştir.
Mehmed Nasuhi, Ünsi Hasan, Mustafa Fani, Kerestecizade Mehmed Ledünni, Ömer arifi ile oğlu Mustafa Manevi, 685 halife yetiştirdiği kaydedilen Karabaş Veli’nin İstanbul’da tarikatın yayılmasını sağlayan başlıca halifeleridir. Bunlardan, 1099 (1688) yılında Üsküdar Doğancılar’da açtığı, kendi adıyla anılan tekkede irşad faaliyetine başlayan Mehmed Nasuhi, Şabaniyye-Karabaşiyye’nin Nasuhiyye kolunun piridir. Nasuhi Dergahı, Şabaniyye’nin İstanbul’daki asitanesi olmuş ve önemli bir tasavvuf ve kültür merkezi özelliğini tekkelerin kapatıldığı tarihe kadar sürdürmüştür. Tekkenin meşihatı Nasuhi soyundan gelen Alaeddin Ali, Mehmed Fazlullah, Abdurrahman Mehmed Şemseddin, Mehmed Muhyiddin, Mehmed Kerameddin Efendi (ö. 1934) tarafından yürütülmüştür. Ünsi Hasan Efendi, Sirkeci’deki Aydınoğlu Tekkesi’nde 1095 (1683) yılından ölümüne kadar (1136/1723) şeyhlik görevinde bulunmuş, ölümünün ardından halifesi Mehmed Galib Efendi şeyh olmuştur. Karabaş Veli’nin diğer halifesi Mustafa Fani Efendi (ö. 1122/1710) Maçka Tekkesi’nin kurucusudur. Bu tekke daha sonra Nasuhiyye’ye bağlanmıştır. Kerestecizade Mehmed Ledünni Efendi Kasımpaşa’daki Saçlı Emir Tekkesi’nde Şabaniyye’yi temsil etmiştir. Karabaş Veli’nin oğlu Mustafa Manevi, Kadırga’daki Sokullu Mehmed Paşa Külliyesi’nde şeyhlik yapmıştır.
Karabaş Veli’den en son hilafet alan kişi, aslen Edirneli olup Bolevi, Mısri, Doğani nisbeleriyle anılan Mustafa Efendi’dir (ö. 1129/1717). Doğancılar Ocağı’na girip doğancıbaşılığa yükselen, bu görevdeyken Karabaş Veli’ye intisap eden, Şam’da kul kethüdası iken bu görevden ayrılarak Mekke’ye gidip şeyhine hizmet eden, şeyhi vefat ederken Kahire’de bulunan Doğani Mustafa Efendi’nin Suriye, Mısır ve diğer Afrika ülkelerinde tarikatın yayılmasında önemli hizmetleri olmuştur. Halifesi Abdüllatif b. Hüsameddin el-Halebi, Şabaniyye-Karabaşiyye’nin Bekriyye kolunun kurucusu Kutbüddin Mustafa Kemaleddin el-Bekri’nin mürşididir. Kutbüddin el-Bekri ve yetiştirdiği halifeler tarikatın Halep, Şam, Kudüs, Hicaz, Yemen, Mısır, Trablus, Cezayir ve Fas’ta yayılmasını sağlamıştır. Kutbüddin el-Bekri’nin müntesiplerinin 100.000’i aştığı kaydedilmektedir. Paul Andre, Trimingham, B. G. Martin gibi Batılı araştırmacılar Kutbüddin el-Bekri’nin Mısır’da Halvetiyye’yi yeniden canlandırdığını söylemiştir. Bekriyye tarikatı şeyhinin Mısır’da 1976 yılına kadar kanun gereği Meşayihu’t-turuki’s-sufiyye’nin reisi olması tarikatın Mısır’daki etkinliğini göstermesi bakımından önemlidir.
Şabaniyye-Bekriyye, Kutbüddin Mustafa el-Bekri’den sonra;
1.Hifniyye (kurucusu: Muhammed b. Salim el-Hifni, ö. 1181/1767),
2. Semmaniyye (kurucusu: Muhammed b. Abdülkerim es-Semman, ö. 1189/1776) ve
3. Kemaliyye (kurucusu: Ebü’l-Fütuh Muhammed b. Mustafa el-Bekri, ö. 1199/1784) adlı üç kola ayrılmıştır.
1. Hifniyye’den ;
Derdiriyye (kurucusu: Ahmed b. Muhammed ed-Derdir), Ticaniyye (kurucusu: Seyyid Ahmed et-Ticani), Rahmaniyye (kurucusu: Muhammed b. Abdurrahman el-Gaştuli), Ezheriyye (kurucusu: Ebu Abdullah Muhammed b. Abdurrahman ez-Zevavi el-Ezheri) kolları meydana gelmiştir.
2. Semmaniyye’den;
Tayyibiyye (kurucusu: Ahmed et-Tayyib b. Beşir) ve Feyziyye (kurucusu: Seyyid Feyzüddin Hüseyin el-Mısri) kolları,
3. Derdiriyye’den;
Saviyye (kurucusu: Ahmed b. Muhammed es-Savi), Sibaiyye (kurucusu: Salih es-Sibai) ve Vefaiyye (kurucusu: Nureddin Ali b. Abdülber el-Vefai) kolları doğmuştur. Haririzade, Şabaniyye-Karabaşiyye’nin Nasuhiyye ve Bekriyye adlı iki ana kolunun yanı sıra Karabaş Veli’nin halifelerinden Ömer arifi el-İstanbuli’ye arifiyye, bir diğer halifesi şeyh Hüseyin Kastamoni’ye Hüseyniyye şubelerini nisbet eder. Halveti şubelerinden Sinaniyye’den de hilafeti olduğu için Şehremini’deki Sinani dergahında şeyhlik yapan, XVii. yüzyılın tanınmış Şabani şeyhlerinden şair ve bestekar Mustafa Zekai Efendi’nin silsilesi bu iki kola ulaşmaktadır.
Şabaniyye’yi XViii. yüzyılda İstanbul, Anadolu ve Balkanlar’da temsil eden Nasuhiyye kolundan, bu yüzyılın sonlarına doğru doğduğu Kastamonu civarında Çerkeş’te Çerkeşi Mustafa Efendi’ye nisbet edilen bir kol zuhur etmiş, bu kol XiX ve XX. yüzyıllar boyunca etkili olmuştur. Şabaniyye mensuplarınca pir-i sani kabul edilen Çerkeşi Mustafa Efendi’nin tarikat silsilesi Zoralı Şeyh Mehmed Efendi, Mudurnulu Abdullah Rüşdü vasıtasıyla Nasuhiyye’nin piri Mehmed Nasuhi’ye ulaşır. On bir veya on üç halife yetiştirdiği kaydedilen Çerkeşi Mustafa Efendi’nin Beypazarlı Ali Efendi ve Semerci Şeyh diye tanınan İbrahim Efendi adlı iki halifesi İstanbul’a gidip irşad faaliyetinde bulunmuş, Beypazarlı Ali Efendi, Fındıkzade’deki Beşikçizade Dergahı’nda, Semerci Şeyh İbrahim Efendi, Sokullu Mehmed Paşa Dergahı’nda şeyhlik yapmıştır. Çerkeşiyye, Mustafa Çerkeşi Efendi’nin halifelerinden Geredeli Halil Efendi’ye nisbet edilen Haliliyye, Beypazarlı Ali Efendi’den hilafet alan Kuşadalı İbrahim Efendi’ye nisbet edilen İbrahimiyye (Kuşadaviyye) adlı iki kola ayrılmış, Haliliyye daha çok Anadolu’da, İbrahimiyye İstanbul’da faaliyet göstermiştir. Bununla birlikte Halil Efendi’nin Ömer Fuadi, Mustafa Hulusi gibi bazı halifeleri İstanbul’a gidip irşad faaliyetinde bulunmuş, Ömer Fuadi, Sofular’daki Ekmel Dergahı’nda, Mustafa Hulusi, Sokullu Mehmed Paşa Dergahı’nda şeyhlik yapmıştır. Geredeli Hacı Halil Efendi’nin silsilesi Kütahyalı Salih, Söğütlü Hacı Osman, Çaltılı İsmail Hakkı, Eskişehirli Sadık, Uşaklı Yamalızade Hacı Ali Rıza ve Yakup Baba lakaplı Uşaklı Mustafa (Özyürek, ö. 1973) efendiler vasıtasıyla devam etmiştir. Çerkeşi Mustafa Efendi’nin halifelerinden Ankaralı Tiritzade Hüseyin Efendi ile devam eden silsilesi de günümüze ulaşmıştır. Kuşadalı İbrahim Efendi tekke, taç, hırka, hilafet gibi geleneksel tasavvufi uygulamaları reddeden görüşleriyle tasavvuf tarihinde çok önemli bir yere sahiptir. Müridlerine hilafet vermeyip “sırr-ı hilafet” kimde tecelli ederse ona tabi olmalarını tavsiye eden Kuşadalı’nın ardından silsilesi Mehmed Tevfik Bosnevi, Fatih türbedarı Ahmed Amiş, Kayserili Mehmed Tevfik, Maraşlı Ahmed Tahir, Mucurlu Mustafa Efendi ile (Özeren, ö. 1982) son döneme kadar gelmiştir. Babanzade Ahmed Naim, Abdülaziz Mecdi Tolun, Mehmed Ali Yitik, Osman Nuri Ergin, Ahmet Avni Konuk, Süheyl Ünver ve Fethi Gemuhluoğlu bu silsileden feyiz almış önemli şahsiyetlerdir. Üsküdar Nalçacı Dergahı şeyhi Mustafa Enveri, Kaşgar emirinin kardeşi Yakub Han, Hacı Kamil Efendi ve Seyyid Mahmud Celaleddin Efendi’yi Mehmed Tevfik Bosnevi’nin diğer mensupları arasında zikretmek gerekir. Bunlardan Fuśuś şarihi Yakub Han, Şabaniyye’yi Hindistan’da yaymak için çalışmıştır.
Şabaniyye Tarikat Adabı
Şabaniyye tarikatına girmeki isteyen talibi mürşid ya doğrudan kabul eder veya önce istihare yapmasını ister. Biatın ardından mürid günlük virdine ve halvette tevhide devam eder. Şabaniyye’nin günlük virdinde istiğfar, salavat ve kelime-i tevhid zikri esas alınmıştır. Mürid ayrıca zikre sayısız olarak devam eder. Bu uygulamalarda dikkat edilmesi gereken en önemli husus rabıtadır. Rabıta ve devamlı zikir salikin vecde ermesini, vakıalarının ve hallerinin değişip manevi makamları aşmasını sağlar. Salik müşahede (rüyet) makamına ulaşıncaya kadar zikirle meşgul olur. Bu makama ulaştığında dil zikri gönül zikrine dönüşür. Şabaniyye’de salikin sülukünün amacı vahdet-i vücuda ulaşmaktır. Bunun için mürid aşk, cezbe ve melamet yoluyla Hakk’ın birliğini (tevhid) idrak etmeye çalışır. Bu idrak tevhid-i ef‘al, tevhid-i sıfat, tevhid-i zat denilen üç makamı, yedi nefis merhalesini (emmare, levvame, mülhime, mutmainne, raziyye, marziyye, kamile) ve yedi esmayı (lailahe illallah, Allah, hu, hak, hay, kayyum, kahhar) seyrederek gerçekleşir. Süluk sırasında yaşanan tevhid makamları İslam, iman ve ihsan makamlarıyla da açıklanır. Buna göre derviş seyrü sülukün ilk mertebesinde İslam, ruhani hükümlerinin hakim olduğu seyrü sülukün ortasında iman, hakkaniyyetin belirtileri zuhur ettiği son mertebede ihsan makamındadır. Bu üç makamın her birinde salikin geçmesi gereken ikişer mertebe vardır. Sadr ve kalp mertebelerini içeren İslam makamında salik kelime-i tevhid ve ism-i celalin (Allah) dairesindedir. Bu makamda tevhid-i ef‘al gerçekleşir. İman makamının ilk mertebesi olan ruh mertebesinde hu ismi, ikincisi olan sır mertebesinde Hak ismi dairesindedir. Bu makamda tevhid-i sıfat gerçekleşir. İhsan makamının ilk mertebesi sırr-ı hafi, ikincisi sırr-ı ahfa mertebesi olup salik hay ve kayyum ismi dairesindedir. Bu makamda tevhid-i zat gerçekleşir. Salikin ulaşacağı yedinci makam “makām-ı hafa-yı mutlak”tır. Bu makamdaki salik kahhar ismi dairesinde olup vuslata ermiş, fenafillah olmuştur. Manevi yolculuğun sonu olan bu makama vahdet veya mutlak hafa mertebesi de denilir. Salik bu yedi mertebeyi aşıp safiye makamına gelmedikçe nefsini bilip kamil olamaz. Bu makamları yaşarken gönül aleminde hazerat-ı hamse kendisine keşfolunur, bütün kayıtlardan kurtulup Hakk’ı müşahede eder. Bundan sonra seyir yine devam eder ve süluk-i sani denen bu yolculuğa nihayet yoktur. Şabaniyye tarikatında halvet üç, beş veya yedi gündür. Dervişi halvete tarikat adabı üzere şeyh koyup çıkarabilir. Dervişin kendi kendine halvete girmesi yararsızdır ve kendisine perde olur. Erbain sadece şeyhler içindir. Şeyh olanlar halvete ve erbaine pirlerinin ruhaniyetinden yardım istemek için girerler.
Şabaniyye Tarikatında Zikir Nasıl Yapılır ?
Şabaniyye tarikatında cehri zikir esas olmakla birlikte kısmen hafi zikir de uygulanmaktadır. Zikir esnasında ilahiler eşliğinde ney, kudüm, def gibi musiki aletleri kullanılabilir. Toplu zikirler kuudi olarak başlar, kıyami ve cehri olarak devam eder. “Darb-ı esma” denilen kuudi zikir özel bir ritim ve hareket içinde icra edilir. Şeyhin ellerini yere vurmasıyla kuudi zikirden kıyami zikre kalkılır. Kıyami zikir “ayak esması” ve dönerek yapıldığı için “devran” diye de adlandırılmaktadır. Bu sebeple Halveti Şabaniler’e “Devraniler” adı da verilmektedir. Nitekim toplu zikir sırasında okunan bazı ilahilerde, “Halvetiler derler bize / Devraniler derler bize” şeklindeki nakaratlar tarikatın devrani oluşundandır. Şabaniyye’de toplu zikir genellikle perşembeyi cumaya ve pazarı pazartesiye bağlayan gecelerde yapılır. Bunun dışında kandillerde ve bilhassa muharrem ayında aşure gecesinde meclis ihya edilir. Bu arada ilahiler ve Kerbela mersiyeleri okunur. Ömer Fuadi’nin, “Şah Hüseyin’in firkatine ağlayan gelsin bize / ah ü vah edip demadem ağlayan gelsin bize” matlaıyla başlayan muharremiyyesinin bu ihya merasiminde özel bir yeri vardır. Toplu zikrin uygulanması kısaca şöyledir: Dervişler önce halka olarak iki diz üzerine otururlar. Şeyh efendi, euzü besmele ve Fatiha suresinden sonra “innallāhe ve melaiketehu yusallune ale’n-nebiyy ya eyyühellezine amenu sallu aleyhi ve sellimu teslima” ayetini okur ve salat-ı ümmiyye denilen, “Allāhümme salli ala seyyidina Muhammedin abdike ve nebiyyike ve habibike ve resulike’n-nebiyyi’l-ümmiyyi ve ala alihi ve sahbihi ve sellim” şeklindeki salatü selam ile devam eder. Salat-ı ümmiyye yedi veya Nasuhi Efendi’nin uygulamasında görüldüğü gibi on bir defa okunur. Ardından şeyh yüksek sesle “fa‘lem ennehu la ilahe illallah” diyerek (Muhammed 47/19) kelime-i tevhid zikrini başlatır. Kelime-i tevhid üç defa gayet ağır eda ile okunur. Daha sonra yüksek sesle Allah ismi adeta sayha halinde tekrarlanır, ardından eskisinden biraz daha süratli olarak dört defa kelime-i tevhid, daha sonra 300 defa hızlı bir şekilde yine kelime-i tevhid okunur. Ardından şeyh efendi “illallah” der, bunun üzerine sükunet hasıl olur. Halkanın baş tarafında ve şeyh efendinin solunda oturan zakir cumhur veya durak denilen bir ilahi okur. İlahi veya durak bitince şeyh efendi “Allah hu” diye “hu” ismine başlar ve altı defa hep beraber bu isim zikredilir, yedinci hu daha hızlı ve yüksek sesle söylenir. Bundan sonra “hizb-i esma”ya başlanır. Hizb-i esma, halakada bulunanların esma-yı seb‘adaki dereceleri ayrı olduğundan ahengin korunması için herkesin kendi esmasını kalben çekerken “hu” ismini sesli olarak okumaları suretiyle oluşturulan ahenktir. Bu sırada duyulan tek ses hançereden çıkan hu zikridir. Yine bu esnada zakirler ilahi, na’t-ı şerif ve kasideler okur. Hizb-i esmayı takiben bir aşr-ı şerif tilavet edilir ve kısa bir duadan sonra şeyh efendi, “es-Salatü ve’s-selamü aleyke ya Resulallah es-salatü ve’s-selamü aleyke ya habiballah es-salatü ve’s-selamü aleyke ya seyyide’l-evveline ve’l-ahirin ve selamün ale’l-mürselin ve’l-hamdü li’llahi rabbi’l-alemin” der ve Fatiha çeker. Devran yapılacaksa kelime-i tevhid çekildikten ve cumhur ilahisi okunduktan sonra, “hu” ism-i şerifi çekilerek devrana başlanır. Halakadakiler sağdan sola zakirler tarafından okunan ilahilerin ahengine uyarak devrana devam ederler. Devran sırasında sol kol soldaki kişinin omuzuna atılır, sağ kol da sağdaki kişinin beli hizasına temas ederek halaka sıklaştırılır. Devran halinde hizb-i esmaya devam edilir. Devran şeyhin işaretiyle “illallah” denilerek durulur ve tekrar iki diz üstüne oturulur. Bir aşr-ı şerif, kısa bir dua ve salatü selamdan sonra salavat çekilir. Şeyh efendi tarafından “tekabbelallāh hu” denilerek ayin tamamlanır.
Şabani Tarikatı Kıyafetleri
Halveti-Şabani mürşid ve halifeleri bilhassa özel günlerde siyah renkli taç ve hırka giyerler. Şabaniyye mensuplarının giydiği üç çeşit hırka vardır. Takva hırkası ve irfan hırkası salike, iradet hırkası mürşid-i kamile aittir. Takva hırkası salike tecelli-i ef‘al, irfan hırkası tecelli-i sıfat, iradet veya hakikat hırkası tecelli-i zati makamına ulaştığında giydirilir. Hilafet ve irşad sahiplerinin giydiği bu hırkanın rengi siyahtır. Şabaniyye’de dört çeşit taç vardır. Yol tacının sarığı ve tepesi yeşil olup risalesi bunlara göre daha açık yeşildir. Üçüncü es-maya (hu) gelen salike giydirilir. Velayet tacının sarığı yeşil veya beyaz, tepesi beyazdır. Dördüncü esmaya (Hak) gelen salike giydirilir. Hilafet (irşad) tacının tepesi ve sarığı beyaz, risalesi siyahtır. Esma-i seb‘ayı tamamlamış olan müntehi saliklere giydirilir. Mürşid tacının tepesi beyaz, sarığı siyah, risalesi beyazdır. Ortasında bir düğme vardır. Velayete ve irşad sırrına ulaşan mürşidlere mahsus olup insan-ı kamili remzeder (Şabani taçları ve bunların özellikleri için bk. Yahya b. Salih el-İslamboli, s. 100-106). Şabaniyye tarikatında mürşid postu beyaz veya siyah olduğu gibi mor renge boyanabilir. Mor renk bütün renklerin karışımı olup zahir ve batın bütün varlıkların toplam rengidir.
Şabaniyye’de vakit namazlarında okunan virdler dışında her salikin uygulaması gereken günlük vird 100 “estağfirullah”, 100 salavat ve 300 kelime-i tevhidden ibarettir. Bunun yanında salik yedi esmadan hangisine yükseldiyse bu ismi önceki esmalarına ilave ederek ders yapar. Yahya-yı Şirvani tarafından tanzim edilen vird-i settar diğer bütün Halveti kollarında olduğu gibi sabah namazından sonra güneş doğuncaya kadar okunur. Şabani mürşidleri virdle ilgili ana erkanı korumakla birlikte gördükleri lüzum üzerine saliklerine ilave bazı virdler de verebilirler. Ancak bunlar umumileşmemiş ve geçici olarak verilmiş olup bir müddet sonra bırakılır. Kutbüddin Mustafa el-Bekri’nin vird-i settarın önünde okuttuğu vird-i seher buna örnek teşkil eder.
Yahya-yı Şirvani’den beri uygulanagelen Halvetiyye adabı bazı ilavelerle Şaban-ı Veli’ye intikal etmiştir (Ömer Fuadi, s. 32-33, 49). Ömer Fuadi, Şaban-ı Veli’nin, “Gerçek talip iseniz bu tarikatname ile amelde ve vird-i şerifte ve halvetlerde ikdam ve mücahede edip bir nokta kadar amel etmeyesiz ziyade ve bir nokta kadar eksik amel etmeyesiz. Zira tarikimizde okunan vird ve sürülen erkan sultan-ı evliya Seyyid Yahya hazretlerinin huzur-ı şeriflerinde okunan vird ve sürülen erkandır ve onun huzurunda olan levh-i mahfuza yazılandır” dediğini söyler (a.g.e., s. 49). Şaban-ı Veli’nin yazdırdığı tarikatname (mi‘yar) Arapça olup Ömer Fuadi tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir (Tercüme-i Mi‘yar-ı Tarikat, Milli Ktp., nr. A-95l, vr. 140b-144b). Karabaş Veli Mi‘yar-ı Tarikat’ı sohbetlerinde şerhetmiş ve bu şerh Arapça olarak kaydedilmiştir. Karabaş Veli’nin arzusuyla halifelerinden Şeyh Nureddin Efendi tarafından genişletilerek Türkçe’ye tercüme edilen eser iki defa yayımlanmıştır (Karabaş Veli, Mi‘yar-ı Tarikat, nşr. Mustafa Tatcı - Cemal Kurnaz, Ankara 2001; Kara, Karabaş-ı Veli, s. 627-674). Şabaniyye’nin adab ve erkanı, seyrü süluk usulü bu eserin yanı sıra Karabaş Veli’nin Tarikatname (a.g.e., s. 703-745), Ünsi Hasan’ın Kelam-ı Aziz (haz. M. Tatcı - C. Kurnaz, Tasavvufi İncelikler, İstanbul 2001), Kutbüddin el-Bekri’nin Hediyyetü’l-ahbab (Haririzade, Tibyan, ii, içinde, i, vr. 360a-373b) ve diğer eserlerinde, Safranbolulu Mehmed Emin’in Mir’atü’l-aşıkīn’inde (haz. M. Tatcı - M. Yıldız, Ankara 2003) geniş biçimde anlatılmıştır. Yukarıda anlatılan adab ve erkanın Kuşadalı kolu dışındaki diğer Şabaniyye kolları için geçerli olduğu unutulmamalıdır. Kuşadalı kolundan Ahmed Amiş Efendi yoluna mensup olanlar ise vird olarak Rahman suresinin tamamını, Bakara, Tevbe, Enbiya, Nur, Şura, Vakıa ve Haşr surelerinin bazı ayetlerini, İhlas ve Fatiha surelerini okurlar.
Şabaniyye meşayihi mensupları ve muhipleri arasında çok sayıda alim, arif, divan sahibi şair ve musikişinas yetişmiştir. Karabaş Veli, Kutbüddin Mustafa el-Bekri ve halifeleri, Mehmed Nasuhi, Çerkeşi Mustafa Efendi ve Kuşadalı İbrahim Efendi aynı zamanda ilmi kişilikleriyle tanınmıştır. Şeyhülislam arif Hikmet ve Mehmed Sadeddin Efendi, Hacı Mehmed Zihni, Abdüllatif Harputi ve Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır birer Şabani dervişidir. Karabaş Veli’nin oğlu Mustafa Manevi, Hasan Ünsi, İbrahim Has, Mustafa İbreti, Mehmed Nasuhi, Üsküdarlı Mustafa Zekai, Geredeli Halil Efendi’nin oğlu Mustafa Rumi, Kuşadalı’nın mensuplarından Mustafa Aczi, Mehmed Aydi Baba, Abdülaziz Mecdi Tolun divan sahibi şairler olarak dikkat çekmektedir. Diğer tarikatlar gibi Şabaniyye tarikatında musikiye önem verilmiş, tarikat mensupları arasında büyük musikişinas ve bestekarlar yetişmiştir. Mehmed Nasuhi’nin dervişlerinden İbrahim Ağa ile Mudurnulu Şeyh Mehmed Tului Efendi, Mustafa Zekai Efendi bestekarlık, Mustafa Enveri’nin müridlerinden Hacı Nazif Bey bestekarlık ve zakirlikleriyle ön plana çıkar. Nasuhi’nin torunlarından Şeyh Mesud Efendi ve kardeşi Şeyh Said Efendi (Özok), Mustafa Enveri’nin torunu ve Nalçacı Dergahı’nın son şeyhi İhsan Efendi (İyisan), musiki nazariyatına dair çalışmalarıyla tanınan Abdülkadir Töre, Hacı arif Bey’in oğlu Zeki arif Ataergin, Mihrimah Sultan Camii imamı Nafiz (Uncu) Efendi (ö. 1958) önemli musikişinaslardır.
______
Aşığın hikâyesini durmaksızın feryat eden bülbüle değil, sessiz sedasız can veren pervanelere sor..
Aşığın hikâyesini durmaksızın feryat eden bülbüle değil, sessiz sedasız can veren pervanelere sor..